Hand Made
20 Mayıs 2009 Çarşamba, 21:36
Ne diyorum ben, bu dünyada büyük söylemeyeceksin. Bak, elalemin çocuğuna laf etmişim zamanında, başıma geldi. İşte günün diyaloğu:
- Anne ben kılıç istiyorum.
- Ne kılıcı kızım?
- Çocuk kılıcı.
- Ne yapacaksın kılıçla?
- Böyle, ejderhayla savaşmak için çocuk kılıcı istiyorum.
Sonra ne mi oldu? "Kızım, yanlış taraftasın. Sen saçlarını uzatıp süslü püslü elbiseler içerisinde kulede ööylece kurtarılmayı bekleyeceksin. Orada yan gelip yatarken gelinliğine karar ver, elbet yoldan geçen bir prens ejderhayı yener, sen de onunla evleniverirsin." demedim tabii. Yaptım bir tane, Ece de boyadı. Bir Hattori Hanzo kadar olmadıysa da kızımın işini gördü:
Dün de yumruk yaptığı ellerini gözlerine koyup "böyle iki taneli teleskop gibi" istemişti, onu evde yapamadık tabii, gittik aldık bir dürbün. Bakalım yarınki projemiz ne olacak?
[Ece Böcee] | Gönderen: nergis | Yorumlar (2)
|
Türkiye Çıkarması
21 Mayıs 2009 Perşembe, 00:44
Türkiye'ye gittik geldik. 14 aydır gitmemiştik, sandığımızdan daha çok özlemişiz. Tam turist modunda yedik, içtik, gezdik. Böyle söyleyince çok üstünkörü geliyor kulağa ama özellikle 'yedik' kısmı son derece büyük yer tuttu gezimizde. Ben şahsen yeşil erik ve marula acımadım. Bir de Ankara simidine... Müge'yle önceden yaptığımız listede eksikler kaldı tabii ama klasikleri kaçırmadık. Şimdi yiyen var yiyemeyen var; gurbet ellerde kendi kendilerine güllaç yapıp, kadayıfın ağızdaki çıtırtısını özleyenler ağlamasın diye anlatmayacağım ama kayda değer şeylerdi. Hatta ben bir de Türk usulü 'karışık' waffle yedim, Emre dalga geçti ama gerçekten güzeldi.
Yemeğe sardırdım ama aslında onu anlatmayacaktım. 14 ayda bazı şeyleri nasıl da benimsemişiz, kendimiz de şaşırdık. Ben ilk günler öpüşürken hep ikinciden sonra tereddüt ettim, üçüncü var mı diye. Burada yanaktan üç kere öpüşülüyor. Biz bir de kozmopolit bir çevrede olduğumuz için herkesin ayrı alışkanlığı var, her seferinde kaç kere diye düşünüyor insan. Sonra sokakta karşıdan gelenlere "Bunlar Türk.", "Bak, bu da Türk.", "Türkler geliyor." deyip sonra bunun çok normal olduğunu, hatta başka ihtimal olmadığını farkettik. Markette filan anlaşılmamanın rahatlığıyla yüksek sesle konuştuğumuzu, bankaya giderken mesela söyleyeceklerimizi İngilizce düşündüğümüzü farkettik. Bir de etraftaki bütün konuşmaları anlamak garip geldi, sanki insanların düşüncelerini okuyormuş gibi. Neyse, çok çabuk alışılıyor tabii ki rahata. 20 günün sonunda Amsterdam'da uçaktan inip ilk 'alstublieft'imizi duyduğumuzda da aynı şekilde günde 50 kere duyduğumuz bu kelimeyi nasıl da hemen unuttuğumuza şaşırdık.
Sonuçta arkadaşlarımızın çoğunu -kısacık sürelerle de olsa- gördük, tanıdık yerlerde gezindik, Ece'nin 3. yaş gününü kuladık, 23 Nisan şarkıları söyledik, saçlarımızın büyük bölümünü bıraktık, bavullarımızı kitaplarla doldurup evimize geri döndük.
[Delft'te] | Gönderen: nergis | Yorumlar (0)
|
Sıkıcı Bir Gün
26 Mayıs 2009 Salı, 20:39
Bir haftadır içimizi (ve ne mutlu ki dışımızı) ısıtan güneşli günlerin acısını çıkartıyor hava. Dün akşam başlayan fırtınada yine kanalın karşı sırasındaki ağaçlardan biri kırıldı. Bu sefer tamamen devrilmedi ama yeşil kısmı yarıya indi, çok büyük dallar kırılmış. Hemen itfaiye geldi gecenin yarısında, kestiler sandık çünkü epeyce gürültü çıkardılar ama ne yaptılarsa artık, hala duruyor kırık parçalar. Herhalde tehlikeli bir durum var mı diye bakıp gittiler. Geceki gök gürültüleri, şimşekler ve dolu yerini gıcık bir yağmura bıraktı, bütün gün yağdı durdu hafif bir rüzgar eşliğinde. Karanlık tabii aynı zamanda... Bir de, salı günleri sinemanın tatil olduğunu öğrendik. Ece'yi sinemaya götürecektim, kapıları biraz zorladık ama açamadık. Eve geldik biz de. Pırasa çorbası pişirdik. Pırasa çok ilginç bir yapıya sahip. Süper tasarım, her kestiğimde hayran kalıyorum. Katmanları halka şeklinde değil. Ucu kapanmiyor ama sırayla biri sağdan biri soldan geldiği için dağılmıyor. Asistanımın da yoğun gayretleriyle fotoğrafını çekmeye çalıştım; sevmeyenler, yemeyenler, pişirmeyen ve pişirmeyecek olanlar merak ederse mahrum kalmasın detaydan diye:
Sıkıcı bir günün de böylece sonuna geldik. Halbuki ne güzel 'Dancing with Myself' ile dansederek başlamıştık. Şimdi de Norveç'in Eurovision şarkısını dinleyeyim de, neşeli bitsin bari.
[Lay lay lay] [Yersen] [Delft'te] | Gönderen: nergis | Yorumlar (0)
|
Bisiklet Cambazları
31 Mayıs 2009 Pazar, 02:43
Akşam markete giderken, yine bana "Daha neler göreceğim." dedirttiler.. İki jongens (? az biliyorum ya, Türkçesini bulamıyorum ama bu oldu sanıyorum. Belki de sadece erkek çocuklara deniyordur. Ama ne diyeyim yerine, bilemedim. Genç çocuk? oğlan? 50 yaşında gençlik romanı yazdığını sanan İpek Ongun durumuna düşüp delikanlı diyecek değilim ama ne deniyor bunlara bizden daha genç olunca? Aynı yaştayken çocuk diyorduk anlaşılıyordu ama şimdi olmuyor, daha küçükleri de girince hayatımıza, karışıyor.)... Çok uzadı, baştan başlayalım:
Twee jongens birer bisiklete binmiş, yanyana gidiyorlar. Aralarına da bir mangal almışlar, birer elleriyle tutmuşlar saplarından, onu taşıyorlar ortada. Bisiklet üzerinde çare tükenmez, akıllarına gelmeyen tek şey bisikleti bırakmak. İlla binilecek o bisiklete, başka ihtimal düşünmeye gerek yok. Koskoca bir çamaşır askısı taşıyanını görmüştüm bir kere. Bisikletin arka kısmına koyup kendi üstüne doğru dengelemiş, tek eliyle de tutuyordu düşmesin diye. Allahtan çok ustalar, döküp saçmıyorlar. İki eli de cepte kullanan o kadar çok kişi var ki mesela... Haydi cep telefonuyla mesaj yazanları anladık, çok meşguller, o anda yazmaları gerekiyor o mesajı, e senin ellerin boş işte, tutsana gidonu, ne cebine sokuyorsun!
Bizim bildiğimiz, küçük çocuklar üç tekerlekli bisiklete biner ya, burada üç tekerli bisikletler puset gibi kullanılıyor. Arkasında sapı var, oradan itilip çevrilerek oturan çocuk gezdiriliyor. Aynen şöyle:
Pedala yetişmeye başladıkları zaman, arkada iki destek tekerleği olan iki tekerlekli bisiklete binmeye başlıyor çocuklar. Çok küçük yaşta başlayıp yağmur çamur demeden bütün ulaşımı bisikletle sağladıkları için bu kadar rahatlar herhalde. Bisiklet bacaklarının uzantısı sanki. Şimdi düşündükçe hatırlıyorum, bir keresinde bir teyze ayakkabısındaki taşı çıkarmıştı bisikletle giderken. Ayakkabıyı çıkardı, ters çevirip salladı ve tekrar giydi!
Ben de tek elimle hırkamın düğmesini açıp kapatabiliyorum, n'aber?
[Delft'te] | Gönderen: nergis | Yorumlar (0)
|