Ali Rıza Bilbao
30 Haziran 2009 Salı, 03:25
Geçtiğimiz iki hafta bizim için epey hareketli ve heyecanlıydı. Bavullarımızı topladık -topladım yani-, uçağa atladık, ver elini İspanya! Emre yaz okuluna başvururken önümüzdeki iki seneyi İspanya'da geçireceğimizi bilmiyorduk. Fırsat bu fırsat, hem oraları görmüş olalım hem de ailenin kızları olarak biraz tatil yapalım diye biz de programa dahil olduk. Bir haftalık yaz okulunun öncesine Barcelona'yı da ekledik, ondan sonra vakit gelsin diye dört gözle bekledik. Tabii bu arada bir sonraki durağımızın Bilbao olduğu da belli oldu, iyice heyecanlandık. Pays-Bas'dan Pays-Basque'a yaptığımız on günlük seyahatten kısa notlar:
* Barcelona Bask bölgesine değil, Katalonya'ya dahil. Resmi dili Katalanca. Bizim İspanyolca diye bildiğimiz dil Kastilyan (Castellano) imiş. Yani dünyanın dört bir yanında konuşulan İspanyolca, İspanya'nın sadece bir kısmında resmi dil olarak konuşuluyor. Biz buna ailecek çok üzüldük. Barcelona turistik bir şehir olduğu için metroda/otobüs duraklarında/levhalarda yazılar önce Katalanca, sonra İspanyolca, en altta da İngilizce olmak üzere üç dilde yazılıydı. İngilizce konuşan ama yazmayan Hollandalılar'ın aksine burada yazılar tamam ama İngilizce yardım tuşuna bastığımızda tek duyduğumuz "Nada Ingles!" oldu.
* Barcelona çok güzel ve büyük bir şehir. Öyle üç günde gezilip bitirilecek gibi değil. Hele bir de yanınızda "Gel!" deyince giden, "Dur!" deyince koşan üç yaşında bir çocuk varsa... Yine de performansımız fena sayılmaz, denize bile girdik.
* Ben şimdiye kadar böyle turistik gezileri hep turla yapmıştım. Yanınızda bilen biri de yoksa turun çok büyük kolaylıkları oluyor. Kendi başına olunca her detayla uğraşmak insanı yoruyor. Parc Güell'e giderken, otele en yakın kapısından girelim dedik doğal olarak. Metrodan indikten sonra tırmandığımız yokuşun tam beş yerinde yürüyen merdiven vardı! O kadar dik! Geri kalan yarısından fazla kısmını puseti de iterek tabana kuvvet tırmandık. İçeri girdikten sonra da uzun müddet kaktüsler arasından döne döne aşağı indik.
* Fotoğraflar muhteşem La Sagrada Familia'dan. Öyle üç vinç aynı anda çalışıyor göründüğüne bakmayın (Tamam bakın, hatta bakınız, ikinci foto.), pek bitirmek istemiyorlar gibi geldi bize... Ama güzel, çok güzel...
Kısa kısa ve genel yazacaktım ama kaptırıyorum kendimi, yüzlerce fotoğraf arasında kayboluyorum. Daha ilk gündeyim, en iyisi ben genel notlara döneyim:
* Kız çocuklarının saçlarına devasa bir kurdele takmak moda olmuş. Hollanda'da yok mesela öyle bir moda. Türkiye'ye de 40 yıl önce uğrayıp geçmiş neyse ki. ;) Evet, aynen annelerimizin çocukluk resimlerindeki gibi, çocuğun kafası kadar bir kurdele. Çocukları uyuz gibi gösteriyor, belki ben eski moda olduğunu düşündüğüm içindir...
* Günlerin uzunluğu burayı aratmıyor. 22.30 civarında batıyordu güneş, aynı burada olduğu gibi... Yalnız sabah bir saat kadar daha geç aydınlanıyor.
* Yaz okulu Bilbao'da değil, Lekeitio diye bir şehirdeydi. Deniz kenarında, balığı bol, sokakları dar, çok çiçekli bir şehir. Kıyıya çok yakın bir adası var. Sabahtan sular çekilmiş oluyor, yürüyerek ulaşmak mümkün.
* Her gün, hatta bazı günler her iki öğünde de balık yedik. Ana yemek öncesi gelen salata, meze, vs. içindeki balık, karides, deniz yılanı ve ne olduğunu bilemediğimiz deniz yaratıkları da cabası. Hepsi lezizdi. Yemeklerinin güzel olduğunu duymuştuk zaten, denediklerimizden de memnun kaldık. Sandviç, çiğ balık, çiğ denecek kadar az pişmiş et yanına sade haşlama sebze, es kaza sos olacaksa ballı hardal ya da tatlımsı yer fıstığı sosuna bulanmış yemeklerle beslenen bir ülkeden gidince insan çeşit çokluğuna ve lezzete şaşırıyor. Ama onlar da tatlı konusunda biraz zayıflar galiba, bakacağız...
* Baskça çok acayip, çok...
* Hollanda'da Ola adıyla satılan Algida, İspanya'da Frigo, Almanya'da Langnese olmuş. Bir tek Türkiye'de mi adlarını değiştirmemişler, nedir... Ama orada keşfedip dadandığımız başka bir şey oldu; Nestle'nin Cool diye bir buzu var, limonlusu çok güzel.
* Güzeller güzeli yeni cep telefonumun bana bordo arka plan üzerine siyahla mesaj yazdırdığını farkettim. Güneşli bir ülkeye gidince parlak ışık altında hiçbir şey görünmediği meydana çıktı. Ande Hanım'a, (önce kör ederek de olsa) gözümün açılmasına vesile olduğu için teşekkürü bir borç bilirim. Neyse ki temayı değiştirince sorun çözüldü.
* Zürih'in İngilizcesi 'Zürik', Münih'inki 'Münik'miş. Öldüm gülmekten.
* Baskça'nın çok acayip olduğunu tekrar etmek istiyorum. Delillerim de var ama saat çok geç oldu, bu konuyu ayrı bir başlığa bırakacağım mecburen.
Haydi adios!
[Pusetle Seyahat] | Gönderen: nergis | Yorumlar (0)
|
Laf Ebesi
29 Haziran 2009 Pazartesi, 23:32
-Anne, diken diken oldum.
-Aa, kızım üşüdün mü?
-Ürperdim.
-!!!
[Ece Böcee] | Gönderen: nergis | Yorumlar (1)
|
İyimser
14 Haziran 2009 Pazar, 01:21
Gabriel Garcia Marquez'in 'Anlatmak İçin Yaşamak' kitabını okumaya birkaç kere niyetlendim, niye olmadı hatırlamıyorum. Keyfini çıkarabileceğim, rahat bir zamanda okuyayım diye ertelemişimdir; genelde öyle yaparım, bir türlü sıra gelmez. Türkiye'deyken yine alayım dedim, yine almadım ama bu sefer sebep başkaydı. Onun yerine 'FONO Kendi Kendine Hızlı İspanyolca' setini attım sepete. Yaklaşık iki haftadır akşamları birer saat çalışıyorum 'kendi kendime'. Bu hızla gidersem, önümüzdeki günlerde de biraz pratik yapabilirsem önce parabalarlabamba'yı bir çözerim, sonra da gelsin Marquez'in orijinali! Hedef biraz yüksek kaçmış gibi duruyor, biliyorum ama maceraperest kaşif Dora'nın da yardımıyla, ulaşmam an meselesi...
[Okur Yazar] | Gönderen: nergis | Yorumlar (0)
|
Yavru
12 Haziran 2009 Cuma, 01:26
Daha yeni harıl harıl yuva yapmaya uğraşıyorlardı, yavruları çıkmış bile! Kendisi, kanallarda gezinen su kuşlarımızdan beyaz gaga. Daha önce de yazmıştım, bu adı ona biz taktık çünkü gagası beyaz. Pek yaratıcı bir fikir değil belki ama pratik olduğu kesin. Bu resimdeki açıkgöz de artık kraliçeleri mi yoksa sadece uyanık mı bilemeyeceğim ama şahane bir yer kapmış yuva yapmak için. Fıskiyenin dibine döşemiş çalı çırpıyı, temel de sağlam. Geçen gün Ece'yle gezerken, ördekleri besleyen bir kız çocuğunu terörize etmek suretiyle ekmeklerinin bir kısmını ele geçirip kanal boyuna iliştik.
Biraz kanalın ahalisini besledik, biraz fotoğraf çektik, o arada bebekleri de gördük. Sağ alt köşedeki benim dizim, kırpmadım çünkü fotoğrafı kimin çektiğinin ipucunu veriyor. Evet, üç yaşındaki çocuk çekti. Fotoğraf çekmenin çocuk oyuncağı olduğunu ispatladıktan, elimizdeki ekmekleri bitirip daha isteyen ördekleri de kışkışladıktan sonra, Allah'tan makina da çocuk da suya düşmeden maceramızın sonuna geldik. Ben biraz yıprandım tabii ama kazancımızın yanında önemsiz bir kayıp diyerek her zamanki gibi avunuyorum. Fotoğrafa biraz zoom yapıp kırmızı bebekleri de yakından gösterdikten sonra bugünkü yazımı bitiriyorum. Esen kalın...
[Ece Böcee] [Delft'te] | Gönderen: nergis | Yorumlar (0)
|
Bob
9 Haziran 2009 Salı, 16:01
Bugün öğle yemeğinden sonra Ece bana 'Bob' diye seslenmeye başladı. O anda aklındaki oyuna göre bir takım isimler takıyor bize. Genelde seyrettiği bir filmden ya da bir kitabından, anlattığımız bir masaldan karakterler oluyor. "Kurt, gel seninle büyükanneme gidelim." dediği zaman anlıyoruz ki o da kırmızı başlıklı kız olmuş, ona göre oynuyoruz biz de. Bugün biraz işim vardı, "Bob gel piknik yapalım.", "Bob seninle parka gidelim mi?" dedikçe oyaladım onu, "Kim o?" diye de sormadım. Neyse, işim bitti, oyuna başlamadan önce bir de tuvalete gireyim dedim. Bu hemen kapıda bitti. Bana sesleniyor: "Bob, oraya girmene gerek yok, köpekler tuvalete yapmazlar!"
[Ece Böcee] | Gönderen: nergis | Yorumlar (0)
|
|
|