Coraline
5 Temmuz 2009 Pazar, 21:24
SO SHARP YOU WON'T FEEL A THING
| Gönderen: nergis | Yorumlar (0)
|
Euskal Herriko*
4 Temmuz 2009 Cumartesi, 21:32
Gezi notlarında da bahsetmiştim, Baskça benim gözümü korkuttu. Sorduğumuz herkes İspanyolca'nın bizim için yeterli olacağını, Baskça bilip İspanyolca bilmeyen çok az kişi olduğunu söyledi. İspanyolca eğitim veren pek çok okul olduğunu söylediler, Ece için de Baskça gerekmeyecek o halde. Yine de tüm yazılar önce 'resmi dil' olan Baskça yazılıyor, altında da İspanyolca karşılığı var. Bilbao'da öyleydi -en azından bizim gördüklerimiz- ama Lekeitio'da yazılar sadece Baskça idi. Küçük şehir olduğu içinmiş. Sonuçta her iki dille de içiçe olacağımız kesin. Şimdilik Baskça sadece teşekkür etmeyi öğrendik: Eskerrik asko!
Latin kökenli olmamasının yanında, hiç yabancı kelime almamışlar mı nedir, pek çok dilde ortak ya da benzer olan kelimelerle de karşılaşmadık. Japonlar bile 'tuvalet'e benzer bir kelime söylüyorlar, 'komunak' da nereden çıkmış... Hela demek zaar...
* Bask Devleti/Bölgesi gibi bir şey; Emre'nin yeni üniversitesinin de adı aynı zamanda.
[Okur Yazar] | Gönderen: nergis | Yorumlar (7)
|
Melun Melon
3 Temmuz 2009 Cuma, 23:00
İspanya'ya gitmeden önceki son pazar günümüzde, eski evimizdeki Türk komşularımızı mangala çağırdık. Her ne kadar bir türlü ağzımı alıştırıp kendisine 'balkon' demekten vazgeçemediysem de bir bahçemiz var ve o da her bahçe gibi bir köşesinde mangal yakılmasını hak ediyor. Saat ikiye kadar yağmur yağmasına ve havanın dışarıda oturamayacak kadar serin olmasına rağmen beyler iki koldan iki mangalı da yaktılar, sonra da içeride oturup pişenleri afiyetle midemize indirdik.
Kambersiz düğün, karpuzsuz mangal sefası olmaz diyerekten, biz ev sahipleri olarak bir karpuzu kesmiş, güzelce soğutmuştuk. Hülyalar da bir karpuz getirmişler. Yemekte bizimkini bile bitiremediğimiz için giderlerken karpuzu da yanlarına vermeye çalıştık ama almadılar, biz de yola çıkana kadarki üç günde anca kesilmis olanı bitirebildik. Gideceğimiz gün, sabahın köründe evden çıkmadan önce Emre karpuzu buzdolabına koymayı önerdi ama kesilmemiş karpuzun buzdolabına koyulduğu nerede görülmüş, "Gerek yok." dedim ben. Mutfağın güneş almayan bir köşesinde (yani herhangi bir yerinde çünkü hiçbir mevsim günün hiçbir saatinde güneş almıyor) bizi bekleyeceğinden emindim. Emre yine de altına bir gazete serdi, ben onu bile gereksiz buldum. Çıkıp gittik.
Döndüğümüzde, o her eve dönüşte tam anahtarı kilitte döndürürken hissedilen heyecan karşılıksız kalmadı, kapı açılır açılmaz yoğun ve baygın bir koku yüzümüze çarptı. Ben hemen mutfağa koştum. Koskoca karpuzun yerinde küçük yeşil bir takke duruyordu! Anlaşılan memleket bizim yokluğumuzda hiç olmadığı kadar sıcak olmuş. Karpuz nasıl olmuşsa erimiş, altındaki gazete kağıtları sayesinde suyu masanın altına doğru az bir şey yürümüş, kalmış. Yine de epeyce uğraştırdı bizi ayağımızın tozuyla.
Karpuz dediğin kapının arkasında bekler; en fazla kesince, "Aa, içini yemiş / içi geçmiş." dersin, odur yani. On gün içinde kabuğuyla filan erimek de ne oluyorsa... Zaten içinden hiç siyah çekirdek çıkmıyor, gerçek karpuz olmadığından şüpheleniyorduk. Bu seyahatimizde de bunu öğrenmiş olduk, evde şüpheli hiçbir şey bırakılmayacak. Neyse ki ucuz atlattık.
[Yersen] [Natur] | Gönderen: nergis | Yorumlar (0)
|