Arka Bahçe
29 Kasım 2008 Cumartesi, 00:19
Tanımının hakkını veren bir 'apartman çocuğu' olarak, yeni küçük evimizin kendi kadar bir bahçesi olduğunu gördüğümde biraz heveslenmiştim ama ne için, o zaman da tam olarak bilmiyordum sanırım. Ece oynar, bir de maydonoz filan ekersek pazardan yanlışlıkla maydonoz diye aldığımız yeşillikleri zorla yemekten kurtuluruz diye düşünmüştüm. Ece bazen çıkıp oynuyor, ilkbahar-yaz gelince daha çok faydalanacağı kesin. Ben de bahçe ne işe yarar yavaş yavaş keşfediyorum. Evin bir odası gibi ama canlı, kendi kendine değişiyor mesela. Açıyor, soluyor, rüzgarda karışıyor. Bir sürü böcek, solucan ve örümcek barındırıyor. Salyangozlardan başka bir de kabuksuz salyangozlar var, onların da bir adı var mı bilmiyorum ama bugün gelen bahçıvan 'typical Dutch' olduklarını söyledi. Dutch oldukları kesin çünkü bir kısmı görmesem inanmayacağım irilikte! Bazen sarı bir kedi geliyor, şöyle bir dolaşıp gidiyor. Bir iki kere çamaşırları çıkardım hava daha iyiyken, kurumadılar, geri aldım içeri. Nasıl bakılacağını da bilmiyorum ama madem toprak sahibiyiz, değerlendireyim istiyorum. Maydonoz tohumları filan buldum ama ekim tarihleri geçmişti, çıkmazlarsa üzülürüm diye vazgeçtim. İki paket lale ile bir paket nergis soğanını sokuşturduk boş bulduğumuz yerlere Ece'yle, benimsemiş olalım diye, bunları da biz diktik diyelim baharda açtıkları zaman. Ev sahibemiz hiçbir şey yapmamıza gerek olmadığını, sadece yürüme yollarına dökülen yaprakları süpürmemi, yoksa çok kaygan olacağını söylemişti. Ben de aldım elime süpürgeyi tırmığı, güzelce süpürdüm, hatta çalıların arasına düşen yaprakları da tek tek ayıkladım. İtiraf edeyim, aklımdan elektrik süpürgesi ile daha iyi bir sonuç alacağım bile geçti. Neyse ki uygulamadım. Ertesi gün bir de baktım, e yine yaprak dökülmüş... Sonra kışın toprağı soğuktan korusun diye bir kısmını toprağın üstüne yay demişti, yaymıştım ama fırtınada hepsi uçmuş, yap yap bitmiyor! Bir de biraz fazla karışık gelmişti bana, cengel gibi. (Ne biçim kelime bu cengel ya, anladık benzettiniz ama çok sevimsiz.)(TDK 'cangıl' da diyor, en azından aslına daha çok benziyor.) Bahçıvan gelince neler yapılabileceğini sorarım demiştim. Bugün sabahtan geldi. Yolda görsem emekli büyükelçi derim, öyle bir adam. Daha önce gelememiş çünkü İspanya'daki evlerine tatile gitmişler. Beni İngiliz sanmış, Türküm deyince Türkiye'de havanın ne kadar güzel olduğundan bahsetti. Radyosunu açtı, keyifli keyifli çalıştı bahçede. Bir güzel kırptı coşmuş bitkileri. Çalı çırpıyı topladı, ağaçları budadı, otları ayıkladı. Elektrik süpürgesi kullanmadan -nasıl yaptıysa- bütün yaprakları toplamış, bir tane bile kalmamış yerde. Bahçenin eli yüzü açıldı, iyice seyirlik oldu.
O mavi laleleri de Ece dikti, üniversitenin kütüphanesinin önünden toplamıştı sonbaharda, kim ne için koymuştu oraya bilmiyoruz ama şimdi bahçemizi renklendiriyorlar.
[Delft'te] | Gönderen: nergis | Yorumlar (3)
|
Hava Durumu
22 Kasım 2008 Cumartesi, 02:40
Bugünkü fırtınada, evimizin önünden geçen kanalın karşı kıyısındaki ağaçlardan biri 'kırıldı'. Meğer çok yaşlıymış, 15 sene kadar önce artık öleceğine hükmedip hemen yanına yeni bir tane dikmişler. Fotoğrafın sol kenarında üst kısımdaki dallar o genç ağaca ait. 10 sene önce de sadece gövdesi kalacak şekilde bütün dallarını budamışlar ama o yılmamış, yeniden dallı budaklı bir ağaç olmuş. Kökü de sağlammış ama anlaşılan gövdesinin içi boşalmış, şiddetli rüzgara dayanamayıp bu sabah ikiye ayrıldı. Üst tarafı boylu boyunca uzanmış toprağa; hem üstünde yapraklarıyla canlı, hem ölü, çok acıklı görünüyor.
[Delft'te] | Gönderen: nergis | Yorumlar (2)
|
Yıldönümü
17 Kasım 2008 Pazartesi, 22:58
Delft'e gelişimizin yıldönümünde neler yaptık:
Sabah erkenden evden çıktık. Yeterince erken çıkamadığımız için ben otobüsü kaçıracağız diye paniğe kapıldım ve sabah jimnastiğimi kucağımda Ece'yle koşarak yap(maya çalış)tım. Neyse ki yetiştik de dans kursuna geç kalmadık. Bizi şehir içinde toplu taşım kullanmak zorunda bırakan kurs öyle ters bir yerde ki, 45 dakikalık ders için tam üç saatimizi harcıyoruz. Gelecek dönem için dört ay öncesinden kayıt yaptırdım, bu sefer bize yakın binalarındaki kursa katılacağız inşallah. Neyse, tombul öğretmenimizle hoplayıp zıpladık, saçımıza renkli kuş tüyleri takıp papağan olduk, ağaç olup sonbaharda yapraklarımızı döktük, at olduk, ayaklarımızı yere vurduk, saçlarımızı salladık. Ece her zamanki gibi daha çok aynanın karşısında dönerek vakit geçirdi. Sonra eve dönüp aceleyle öğle yemeği yedik ve okula gitmek için yola çıktık. Ece'yi bıraktıktan sonra ben her zamanki gibi elimde boş puset, gezdim biraz. Pazartesileri okul saati daha kısa, eve gidip gelmek mantıksız oluyor. Ben de kafama göre dolaşıyorum. Bugün şehrin 'yeni' tarafında, adını çok duyduğum ama hiç gitmediğim bir pasaja girdim. Küre almak niyetindeydim ama Hollanda'nın görülebildiği büyüklükteki küreleri eve taşımak için kamyon tutmak gerekiyordu, ben de almadım. Sonra Ece'nin çıkış saati geldi. Gittim, birlikte sepetine baktık, yeni eserini aldık yanımıza, bahçede biraz oynadık. Emre de çay molasında bize eşlik edip tekrar okula döndü. Eve dönüş yolunda Ece'ye oyun hamuru ve oyuncak saksafon aldık, ördeklere ekmek verdik. Sonra o pusette uyuyakalınca ben biraz daha dolaştım, markete uğradım. Sonra eve döndük, yemek yedik, Ece uyudu. Dizilerimizin yeni bölümleri çıkmadığı için Dead Like Me seyrettik iki bölüm. "Bunun yerine Monk seyretsek daha iyi." dedim ben, Emre bir şey demedi. Sonra da blog yazdım...
...diyecektim ki, yıldönümümüzün dün olduğunu farkettim. Zaman ne de çabuk geçiyor...
[Delft'te] | Gönderen: nergis | Yorumlar (3)
|
Gurbet İnsana Neler Yaptırıyor
16 Kasım 2008 Pazar, 23:44
Yaz başında Macar arkadaşlarımız bizi yemeğe davet etmiş, Macar Gulaş pişirmişlerdi. Bize bankanın yemekhanesinde Macar Gulaş diye verdikleri şeye hiç benzemiyordu neyse ki. Tas kebabının sulusu gibiydi daha çok. Zaten onlar çorba diye bahsediyorlar. Gayet güzeldi, afiyetle yedik. Sonra tatil dönemi, misafir silsilesi, yeni eve yerleşme filan derken nihayet ağırlama sırası bize geldi. Biz de Türk yemeği ikram edelim bari deyip, mantı yapmaya karar verdik. Gittik IKEA'dan bir merdane aldık, kolları sıvadık. Annemin bana kimbilir ne zaman yazdırdığı İffet Hanım'ınkinden* hallice tarifle başlayıp internetten bulduklarımızla devam ettik. Açtık, kestik, doldurduk, büktük, buzluğa attık.
Yaptığımız gün birazını pişirip tadına bakmıştık zaten, güzeldi; dün de hem Macarlar hem de Türkler afiyetle ikişer üçer tabak yediler. Üstüne de bir tepsi kadayıf, olmuşken tam olsun diye. Buradaki dönercilerin sattığı, üstüne sarımsaklı mayonez boca edilmiş kıymasız 'Türk pizzası' lahmacunlardan ya da aynı tabakta yarım kavunla birlikte servis edilen iskenderlerden yeyip de Türk yemeği yedik zannetmesinler, değil mi?
*Avrupa Yakası'nın bir bölümünde Aslı annesinden tarif alıp bir şey pişirmeye çalışıyordu ama hiç güzel olmuyordu. En sonunda İffet Hanım'ın, senelerce uğraşıp en lezzetli halini bulduğu tariflerini paylaşmamak için tarif defterini sakladığı, tarifleri de eksik verdiği meydana çıkıyordu.
[Yersen] [Delft'te] | Gönderen: nergis | Yorumlar (1)
|
Brokoli
13 Kasım 2008 Perşembe, 21:41
Bugün pazarda gördüm bunu. 'Yeşil karnabahar' yazmışlardı üstüne. Çok pütürlü göründü gözüme, almadım o yüzden ama merak ettim. Adı 'Romanesk Brokoli' imiş, Wiki sağolsun. Fotoğraf da oradan. 16. yüzyıldan beri varmış, hayret, ben hiç görmemişim. C vitamini, lif ve fraktal bakımından zenginmiş. En güzeli çıtır çıtır çiğ yemekmiş. Sanki yemek için değilmiş de, pencerenin önüne koymak içinmiş gibi. Herhalde kabarcıklarını dişlemeden önce görüntüsüne biraz alışmak lazım. Baktıkça da bakası geliyor insanın. Biraz küçültmüştüm fotoğrafı, detayları kayboldu sanki, tekrar büyüttüm. İki saattir bakmaktan yazıyı yazamıyorum. Çok ilginç.
[Yersen] | Gönderen: nergis | Yorumlar (2)
|
|
|