Çarklar
31 Ocak 2009 Cumartesi, 14:35
Biraz buradaki yaşamımdan bahsedeyim...
Bulunduğum "Şehrin" adı Trieste. Yaklaşık 200.000 nüfuslu bir kent. Daha çok Ege ve Akdeniz kıyılarındaki sayısız küçük deniz kenarı kasabalarından birine benziyor. Benzer bir şekilde deniz mevsimi bitince gerçekten karamsar bir yere dönüşüyor. Şu andaki görüşüm James Joyce'un gerçekten haklı olduğu, burası yalnızlıkların kenti.
Yazarlardan bahsetmişken... Burada yürürken sokakta heykellerle karşılaşacaksınız. Öyle heybetli, kahramansal pozlarda heykellerden bahsetmiyorum, kolunun altında gazetesi, düşünceli düşünceli yürüyen, bir köprüden denize bakan. Bunlar Trieste'de yaşamış yazarların heykelleri. Hemen Wikipedia'dan bakalım kimler yaşamış burada:
* Italo Svevo
* Umberto Saba
* Enzo Bettiza
* Fulvio Tomizza
* Claudio Magris
* Scipio Slataper
* Giani Stuparich
* Susanna Tamaro
* Robert Hamerling
* Rainer Maria Rilke
* Igo Gruden
* Vladimir Bartol
* Boris Pahor
* Alojz Rebula
* Julius Kugy
* Jovan Vesel Koseski
* Richard Francis Burton
* James Joyce
* Jan Morris
* Jules Verne
* Veit Heiniken
Henüz hepsi ile karşılaşamadım heykellerin, ama eminim en az bir kere çaylarını içimişimdir. (Burada heykeli olan her yazarın bir kahvesi bir de kitabevi var, Italo Svevo'nun ek olarak birde Treni, kendini İtalyan ilan etmesi pek hoşuna gitmiş İtalyanların anlaşılan).
Burası benim evimin olduğu yer. Via Commerciale. Şehrin merkezine çok yakın değil. Üstelik gördüğünüz gibi bayağı da tepede (kulaklarınızı çınlatacak bir yokuş, insan nelere alışıyor hakikaten). Genel Avrupa standartlarına göre hayli büyük bir ev, iki katlı, balkonlarından panaromik bir deniz manzarası görünüyor.
Hafta içleri her sabah saat 7 de kalkıyorum, sabah egzersizleri, duş, küçük bir kahvaltı ve saat 8:40 gibi evden çıkıyorum. Otobüs durağına yürümem yaklaşık 20 dakika alıyor, istisnasız otobüs her zaman 5-10 dakika arası geciktiğinden 09:00 otobüsüne yetişmem pek de zor olmuyor.
Yolda müstakil evlerin bahçelerinde köpeklerle selamlaşıyoruz. Aslında onlar bana havlıyorlar, ben de el sallıyorum. El sallamayınca da havladıklarına göre pek de işteş bir eylem değil ya, neyse. Hemen ilk sokağın sonunda sürpriz yapmayı seven iri bir köpek var mesela. Koruduğu evin bahçesi yüksekte, köpeğin nerede olduğunu görmek mümkün değil. Bir süre takip ediyor sizi tepeden. Sonra en beklemediğiniz anda tam tepeden basıyor havlamayı. Bir süre beni bayağı zıplatmayı başarabildi, şimdi alıştım, oda sıkıldı herhalde, eskisi kadar hevesli ve uzun havlamıyor. Öteki sokağın hemen başında padawan'ı ile birlikte kara benekli bir köpek , padawan'a nasıl koşup koşup hızla havlanır derslerini benim üzerimde anlatıyor. Padawan'da öğrenmeye başladı ne diyeyim. En son da via Borghi'de sesi itibariyle puro içtiğinden kuşkulandığım köpekle selamlaşıp otobüse doğru koşturmaya devam ediyorum.
saat 09:40 gibi işteyim. Miramare kalesinin orada, plajın hemen yakınında, yeşillikler içinde. Güzel bir yerde çalışıyorum işin açıkçası. Postitlerime bakıp varsa/mümkünse moral bozukluklarımı cebime sokup çalışmaya başlıyorum.
Saat 12:30 gibi buradaki doktora öğrencileri tayfasıyla topluca yemeğe gidiyoruz. Hava güzelse Miramare parkının içinden 10 dakikalık bir yürüyüşle deniz kıyısındaki Adriatico restoranındayız, yoksa yine Galileo'daki restorana talim. (Yazın öğlen arası genelde "plaj" dayız, boşuna bakınmayın restoranlara)
Yemek ve kahve faslı saat 14:00 ye kadar sürüyor. Akşam 18:30 gibi otobüse dönmeye başlıyorum 18:50 otobüsünü yakalarsam, alışveriş falan saat 20:00 gibi evdeyim. Bir yemek hazırlıyorum kendime, biraz kitap okuyorum, varsa "geek" işlerle uğraşıp sonra da yatıyorum.
EÄŸer "normal rutinim" diye birÅŸeyim varsa herhalde budur.
Ama rutin lafını ne kadar hakediyor bilemiyorum.
Mesela geçen aylarda sık sık ve bazen sürekli Elettra'ya gitmem gerekti, ki fıldır fıldır elektronlarıyla orası tamamen ayrı macera. Çarşamba ve Cuma günleri Aikido nedeniyle eve ancak 23:00 de dönebiliyorum, Cumaları hele Aikido'dan gençlerle takılıp 02:00 gibi döndüğüm de nadir değil. Haftasonları tamamen ayrı hikaye. Ancak birkaç kez kendimi çalışmaya ikna edebildim. Ya şehirde kalıp hiç alışık olmadığım, üstelik korkarım yardım etme kapasitemin dışında kalan problemlerle uğraşan arkadaşlara yardımcı olmaya çalışıyorum, ya da kendimi gezmeye adıyorum. Geçen hafta İsviçre'deydim mesela.
Öyle işte, bugün temizlik günümdü. Yorgunluktan ara verdim, arada dinlenme niyetine bunu yazdım. Şimdi kaldığım yerden devam. Görüşürüz.
[Şundan Bundan] | Gönderen: obm | Yorumlar (0)
|
Sıcak Kanlı İnsanlar
27 Ocak 2009 Salı, 13:26
[Fotoğraf, şu, bu...] | Gönderen: obm | Yorumlar (0)
|
Havuzdaki Balık
27 Ocak 2009 Salı, 13:17
[Fotoğraf, şu, bu...] | Gönderen: obm | Yorumlar (0)
|
Necefli maÅŸrapa
26 Ocak 2009 Pazartesi, 02:12
Efendim, şimdiye kadar benimle olan konuşmalarında bir şeyler ima etmeye çalıştığımı düşünmüş, ve hatta buna göre hareket etmiş birileri varsa gerçekten üzgünüm. Kurduğum cümlelere (söylediğimi düşündüğüm/umduğum) konunun dışında bir anlam yükleme gayem hiç bir zaman olmadığı gibi, kuvvetle muhtemel gerekli cümle kurma teknik altyapısından da yoksunum.
Aynı şekilde bana birşeyleri ima yoluyla anlatmaya çalışmış, ancak beklemediği tepkilerle karşılaşmış kişilere de üzüntülerimi bildirir, konu hakkında bütün gayretimle çalıştığımı bilmelerinin küçük de olsa bir teselli olacağını umarım.
Çalışmalar sırasında anla(ş)malar biraz karlı çıkabilir, alıcınızın ayarları ile oynamayın.
Oh,
Şimdi yayına kaldığım yerden devam.
ek:
Through the looking glass
[Düşünce/Yorum] | Gönderen: obm | Yorumlar (0)
|
Nostaljik
20 Ocak 2009 Salı, 21:42
Geçenlerde televizyonda Blur'u tekrar keşfettim,
cuk oturdu, kulağımda bütün gün Blur, tadımdan yenmiyor...
Buyrun güzel bir spesimen:
[Şundan Bundan] | Gönderen: obm | Yorumlar (3)
|