Çocuk Çiftliği - Kinderboerderij
11 Eylül 2009 Cuma, 23:21
Yok, çocuk beslemiyorlar tabii ki. Çocuklar için düzenlenmiş çiftlikler bunlar. Çiftlik hayvanları etrafta salınıyor; çocuklar da kuzuları seviyor, midillilerin üstüne tırmanıyor, tavuskuşlarını kovalıyor, samana pisliğe bulanıp hem eğleniyorlar hem de hayvanları doğal ortamlarında görüyorlar. Hemen bizim evin arka tarafındaki yapay gölün yanında var bir tane, birkaç kere gitmiştik Ece'yle. Ev sahibimiz de torununun kamp için gittiği bir çiftliği çok beğenmiş, geçen hafta bizi de götürdü. Zoetermeer'de bir keçi çiftliği, 't Geertje.
Gerçek bir çiftlik; süt, peynir yapıp satıyorlar. Sahipleri içinde oturuyor, aynı zamanda çocuklar gezsin diye halka açmışlar çiftliklerini. Okullar günübirlik ziyaret edebiliyorlar, hemen bitişiğinde ayrılmış kamp alanında kamp yapabiliyorlar. Keçiler sağılırken kucağa çıkan çocuklar, ağızlarını açıp sağan kişinin nişan alma marifetiyle taze süt bile içebiliyorlar! Bizim gittiğimiz gün süt sağma günü değildi, o yüzden ılık keçi sütü içemedik ama onun yerine biz biberonla oğlakları besledik.
Ece'nin çok hoşuna gideceğini düşünmüştüm ama o "Neden bu kadar açlar? Neden annelerinin yanında değiller?" diye üzülüp kapıları açmaya, oğlakları annelerinin yanına göndermeye çalıştı.
Ben tekeler boynuzlu olur, dişiler boynuzsuz sanıyordum. Oradaki görevlinin dediğine göre genetikmiş. Yani boynuzlu cinsse dişisi de erkeği de boynuzlu oluyormuş. Buradaki oğlaklar büyüyüp de sürüye katılacakları zaman birbirlerine zarar vermesinler diye (varsa eğer) boynuzlarını kesiyorlarmış.
Hollanda'da geyikler çiftlik hayvanı sayılıyor, neden bilmiyorum. Hemen hemen her çiftlikte bir geyik ailesi de oluyor. Bir şeyinden faydalanıldığını sanmıyorum, acaba kesip yiyorlar mı?
Bunlar da çiftliğin sakinlerinden; İngiliz görünümlü koyun ve kapıyı açmaya kalkınca karizmayı dağıtan at:
Ortalıkta kabararak dolaşan horozların, pis kokulu domuzların ve miskin miskin uyuyan tavşanların dışında bir de çocuk bahçesi vardı ki, bütün çocukları en çok oyalayan yer orasıydı. Çocuklar doğayla içiçe olsunmuş da, hayvanları yakından görsünmüş de, onların hiç umurlarında değil gibi sanki. Boş yere akşama kadar hapşurup bir makina dolduracak çamaşırla eve dönmeye değmez. Koy dandik bir araba bahçeye, akşama kadar itişip dursunlar direksiyonu ben çevireceğim diye...
[Pusetle Seyahat] [Delft'te] [Natur] | Gönderen: nergis | Yorumlar (2)
|
Hayvanat Bahçesi
20 Temmuz 2009 Pazartesi, 22:23
Geçen seneki kartopu çarpmış reklamlarından sonra, bu sene de Rotterdam Hayvanat Bahçesi'nin afişleri otobüs duraklarında yerlerini aldı, bizi merak ettirdi ve işte bulundu:
Aynı firma hazırlamış yine, zaten belli oluyor da, linkini kaybetmeyeyim diye yazıyorum buraya. Tıpkı geçen seneki gibi, yalnız artan bir utanç içerisinde Google Translate'e soruyoruz, "Ne diyor bu anacığım?" diye. Diyormuş ki: "You can not come closer." Yoksa kaptırırsınız şununuzu bununuzu, bizden söylemesi...
Savan alanı açılmış, onu haber veriyorlar. Birkaç bölümden oluşan bu alanın en dikkat çekici yapısı 'Savannah House'. Yükseltilmiş bir platform üzerinde dolaşan ziyaretçiler zürafalarla gözgöze gelebiliyorlarmış. Şurada projeyi anlatıyor; projelendirme, malzeme seçimi, uygulama, hepsi heyecan verici.
Gözgöze geleceğiz madem, hemen bir gezi ayarlamalı...
[Delft'te] [Natur] | Gönderen: nergis | Yorumlar (0)
|
Melun Melon
3 Temmuz 2009 Cuma, 23:00
İspanya'ya gitmeden önceki son pazar günümüzde, eski evimizdeki Türk komşularımızı mangala çağırdık. Her ne kadar bir türlü ağzımı alıştırıp kendisine 'balkon' demekten vazgeçemediysem de bir bahçemiz var ve o da her bahçe gibi bir köşesinde mangal yakılmasını hak ediyor. Saat ikiye kadar yağmur yağmasına ve havanın dışarıda oturamayacak kadar serin olmasına rağmen beyler iki koldan iki mangalı da yaktılar, sonra da içeride oturup pişenleri afiyetle midemize indirdik.
Kambersiz düğün, karpuzsuz mangal sefası olmaz diyerekten, biz ev sahipleri olarak bir karpuzu kesmiş, güzelce soğutmuştuk. Hülyalar da bir karpuz getirmişler. Yemekte bizimkini bile bitiremediğimiz için giderlerken karpuzu da yanlarına vermeye çalıştık ama almadılar, biz de yola çıkana kadarki üç günde anca kesilmis olanı bitirebildik. Gideceğimiz gün, sabahın köründe evden çıkmadan önce Emre karpuzu buzdolabına koymayı önerdi ama kesilmemiş karpuzun buzdolabına koyulduğu nerede görülmüş, "Gerek yok." dedim ben. Mutfağın güneş almayan bir köşesinde (yani herhangi bir yerinde çünkü hiçbir mevsim günün hiçbir saatinde güneş almıyor) bizi bekleyeceğinden emindim. Emre yine de altına bir gazete serdi, ben onu bile gereksiz buldum. Çıkıp gittik.
Döndüğümüzde, o her eve dönüşte tam anahtarı kilitte döndürürken hissedilen heyecan karşılıksız kalmadı, kapı açılır açılmaz yoğun ve baygın bir koku yüzümüze çarptı. Ben hemen mutfağa koştum. Koskoca karpuzun yerinde küçük yeşil bir takke duruyordu! Anlaşılan memleket bizim yokluğumuzda hiç olmadığı kadar sıcak olmuş. Karpuz nasıl olmuşsa erimiş, altındaki gazete kağıtları sayesinde suyu masanın altına doğru az bir şey yürümüş, kalmış. Yine de epeyce uğraştırdı bizi ayağımızın tozuyla.
Karpuz dediğin kapının arkasında bekler; en fazla kesince, "Aa, içini yemiş / içi geçmiş." dersin, odur yani. On gün içinde kabuğuyla filan erimek de ne oluyorsa... Zaten içinden hiç siyah çekirdek çıkmıyor, gerçek karpuz olmadığından şüpheleniyorduk. Bu seyahatimizde de bunu öğrenmiş olduk, evde şüpheli hiçbir şey bırakılmayacak. Neyse ki ucuz atlattık.
[Yersen] [Natur] | Gönderen: nergis | Yorumlar (0)
|