Kısa kısa...
20 Kasım 2007 Salı, 23:08
Emre'nin zeytin aradığı gibi, ben de geldiğimden beri çamaşır suyu arıyordum. Nihayet bugün muradıma erdim. Gittiğimiz marketler çok büyük, Ece hiç durmuyor -eli ayağına dolaşıyor insanın, ambalajlarda İngilizce hiçbir şey yazmıyor, filan filan.
Bir komşumuzla tanıştık, Japonmuş. Ortak kullanılan bir salon var bizim katta (ya da şu an o dairede oturan yok, biz kullanıyoruz!), oradan kanala bakıyoruz, geleni geçeni seyrediyoruz Ece'yle. Komşu da üç yaşındaki oğluyla orada oturuyordu. Hemen yolumuzu değiştirip yanlarına gittik, çocuğu sevdik, oturduğumuz yeri gösterdik, onların İngilizce bilmediğini anlayınca Emre'nin Japoncasıyla isimlerini öğrendik (şöyle: Emre kendini gösterip Japonca "Adım Emre", puseti gösterip "Ece", beni gösterip "Bengü" diyor, sonra çocuğu ve kadıncağızı gösteriyor. Bunu birkaç sefer yapınca şu an hatırlayamadığım isimlerini öğreniyoruz.), böylece Türklerin ne kadar sıcakkanlı ve girişken olduğunu da ispatlamış olduk. Bir daha görüşürsek onları bizim eve davet edip lokum ikram edeyim bari.
Geçici oturma iznimizi alıp belediyeye kaydolduk. Sırada AB üyesi olmadığımız için çektirmemiz gereken akciğer filmi var.
Arka bahçemizin yürüme yollarına midye kabuğu dökmüşler. Biz çakıl dökeriz ya, aynen öyle. Güzel bir şeydir midye kabuğu, bulunca seviniriz. Kolye yaparız, vazolara doldururuz biz.. Bunlar kamyonlar dolusu kabuğu sermişler yola.. Yürürken çıtır çıtır hoş oluyor ama Ece düşünce elleri acıyor, o yüzden arka bahçe için pek kullanışlı değil..
[Delft'te] | Gönderen: nergis | Yorumlar (0)
|
|
|