Maağcera Dolu Ameğrika ya da Yeni Eve Yolculuk
28 Ocak 2010 Perşembe, 00:10
Geleli 20 günü geçti, hala en ufak bir ipucu vermedik buralarla ilgili -diye yazıyordum ki, Emre'nin yazısı geldi. Ben de kendi çapımda maceralarımı anlatacağım tabii ki. Baştan başlayayım, ta yolculuktan:
Uçağımız ayın 5'inde, sabahın köründeydi. 3.30'da uyandık, 4'te evden çıkıp havaalanına yollandık. Online check-in sayesinde kuyruğa girmeden iyi kalpli bir görevlinin bankosuna geliverdik. Gurbetçi kimliğimizin hakkını verdiğimizden, denizde kum bizde kiloydu ve elimde Ece dahil 9 parça bagaj vardı. İyi kalpli ve halden anlar görevli, "Verin verin, çocukla zor olur." deyince en büyük dört bavulu bagaja veriverdik tartmadan filan. Geri kalan dört taneyi salladım omuzlarıma, beşincinin de elinden tuttum, el salladık geride kalanlara ve atladık bizi Münik'e aktarmaya götürecek uçağa.
Münih'te aktarma yapmak için tam 50 dakikamız vardı. Uçak biraz geç indi ama o kadar önemli bir gecikme değildi. Koşturup 'All passports' kuyruğunda ortalarda bir yere kapağı attık ama o kuyruktan ne hikmetse en son sırada çıktık. Bir noktada, kabindeki polis eline bir büyüteç almış pasaportumu öyle inceliyordu. Oradan çıkıp bağlantılı uçuş labirentlerinden yıldırım hızıyla geçip (3.5 yaşın yıldırım hızıyla tabii, en zayıf halka ne de olsa) yeniden güvenlik taramasına girdik. O x-ray kapısından ben en az altı kere girip çıktım: Çantalar paltolar hepsi ayrı ayrı kutulara koyulacakmış, laptop çantadan çıkarılacakmış, içinde laptop olmayan laptop çantası kapağı açık konacakmış, x-raydan geçen çantaların yarısı en ufak gözlerine kadar açılıp polislere gösterilecekmiş, bu arada güvenliğin dışında pembe paltolu bir bebek gören küçük kız habire onun yanına kaçmaya çalıştığından kolundan bacağından habire yakalanacakmış. O kadar titiz aramaya bir şey de bulamayan polisler bizi salıverince asıl maraton başladı. Biz binanın en başındaydık ve uçak binanın en uzak ucundaki gate 45'ten kalkıyordu. Hiç koşup acele etmemize gerek yokmuş gerçi, biz daha güvenlikten çıktığımızda uçak Bilbao yolunu yarılamış bile. Yanımdaki küçük hanım olay çıkartmasın, bir de onunla uğraşmayayım diye, hiçbir şey olmamış gibi, bakalım uçağımız neredeymiş diye yeni uçuş almaya gittik tıpış tıpış.
İki seçenek varmış: 15.00'da kalkıp 20.00'da burada olacak Madrid aktarmalı bir uçuş ve 19.30'da kalkıp 22.00'da burada olacak bir uçuş. Saat sabahın 8'i bu arada... Ben tabii ki sorumlu bir anne olarak Ece geç yatmasın diye erken varacak uçağı tercih ettim. Sorumlu ama cahildim; bir havaalanında yaklaşık 12 saat bile geçirecek olsam yerimden kıpırdamayıp kaçırma ihtimalim olmayan uçağı tercih etmem gerektiğini bilmiyordum. Sordum ama, "Ya yine yetişemezsek?" diye, biletçi de yok dedi, vize kontrolü olmayacak, üstelik arada bir buçuk saat var. Tamam dedim, Ece'ye anlattım güzelce, o da sağolsun arıza çıkarmadı.
Önce biraz camdan baktık, sonra laptoptan 'Küçük Deniz Kızı'nı seyrettik. Bir kızcağızın anketini cevapladık. Öğlen Ece'nin dışarıda yediği tek şey olan boş makarna (sade yani) pişiren bir yer bulup yemek yedik.
Üstüne dondurma bile yedik.
Oynadık epeyce, yanımızda bir haftalık eğlencelik vardı zaten.
Dükkanlara girip çıktık, en sonunda ikinci uçağımızın vakti geldi. Sabahın üç buçuğunda uyanan üç buçuk yaşındaki yolcu kucağımda derin uykudayken ben de o dört eşek ölüsü çantayı ve paltoları uçağa nasıl taşıyacağımı düşünüyordum. Koskoca havaalanında yardım edebilecek kimse olmadığını öğrenince azıcık moralim bozulur gibi oldu ama iyi kalpli bir yaşlı teyze oğluna bizim bütün eşyaları taşıttırdı. Allah razı olsun ne diyeyim. İspanyolların bize benzediğini hep söylüyorlardı zaten, ben de daha inmeden cep telefonunu açanları ve uçak inince alkışlayan teyzeyi görünce emin oldum. İnerken de tekerlekli bavulla laptopu sattık birine, girdik yeni memleketin sınırları içine. Koşturduk uçağımızı bulmaya ki, meğer Madrid Havaalanı'nda grev - daha doğrusu iş yavaşlatma yok muymuş, ortalıkta, danışmada hiç görevli bulunmuyor muymuş, bizim uçak çook uzaktaki bir yerden kalkmıyor muymuş, meğer kalkıştan 45 dakika önce kapılar kapatılmıyor muymuş, kapanan kapılar ağlasan bile açılmaz mıymış? O akşam bayram mıymış, başka uçuş yok muymuş, o gece orada kalacak mıymışız... işte o zaman bende ipler koptu. Epeyce bir mücadelenin sonunda başka bir şirketin son uçağından bilet verdiler bize ama bavullarınızı aramayın bile dediler. Bir üç saat de Madrid'de geçirdikten sonra Bilbao'ya indik, kayıp bagajlarımızı bildirdik. Eve vardığımızda gece 11di.
Yola çıkmadan önce tek derdim 50 dakikalık aktarmada elimde bir sürü çanta ve paltoyla nasil tuvalete gireceğimizdi.
Ama vardık işte evimize. Ece geç uyudu belki ama aile birleşimi gerçekleşti. Bavullar da dört gün sonra eve geldi. Yerleştik. Çok güzel evimiz; banyosu bile var, hatta iki tane! Hemen yakınımızda büyük bir park var. Her yer yemyeşil. Hava yağmurlu ama kış tabii -zaten biz alışkınız, iki senedir az yağmur görmedik. Ufak ufak etrafı keşfediyoruz. Biraz evrak işleriyle uğraşıyoruz. Bolca birlikte vakit geçiriyoruz.
Böyle anlattığıma bakmayın, yol gözünüzü korkutmasın. Mutlaka gelin, bekleriz!
[Pusetle Seyahat] [Bask Elleri] | Gönderen: nergis | Yorumlar (1)
|
Yorumlar |
Başlıksız [Ebru, 18 Şubat 2010 Perşembe, 10:13]
Ben o dondurma bulaşmış parmakları yiyebilir miyim?
|
|