Çin gezisi 1
8 Temmuz 2012 Pazar, 21:02
Biletimi aldım,
18 inde TK026 ile Ä°stanbul üzerinden Åžangay Pu Dong, 01 AÄŸustos'ta aynı güzergahtan geri dönüyorum.
Yarın bölümde "Derin temizlik" yapacaklarmış, gelmememizi istediler, ben de yarını Çin büyükelçiliÄŸine ayırdım.
EÄŸer dedikleri gibi üç günde vizemi alabilirsem akabinde Tayvan vizesine baÅŸvuracağım.
Henüz aşı konusu netleÅŸmiÅŸ deÄŸil.
Ben ise "moda" girmeye başladım.
Belçika'da uzun süre kalmanın etkileri, vücudum ve kendim "yaz" konseptini tamamen kaybetmiÅŸ durumdayım. Gittim bir yıldır bavuldan çıkmamış yaz giysilerimi buldum. Eh, 1 eski püskü ÅŸort, birkaç eski ama kullanılmamış t-shirt. bir de sadık 5 yıllık sandaletlerim. 10 gün için kesinlikle yetmez. Burada yazlık giysi satan yer az. Uzun çabalarım sonucu Celio'nun arka köÅŸelerinde %70 indirimli yazlık denebilecek bir iki keten kısa kollu gömlek aldım (bir de beyaz fötr ÅŸapka, eyvah eyvah, yine, yeniden enivecivokki), ve bir de ÅŸort bulabilsem teorik olarak hazır sayılırım.
Otostopçu'nun galaksi rehberi'nin gerçek eÅŸleniÄŸi ve kiÅŸisel tercihim Wikitravel'dan Åžangay ve Xiamen'i okumaya baÅŸladım. Åžangay eÄŸlenceli gözüküyor. Oradaki arkadaşım çok kafa insandır, bir gün kafasına esip bizi yürüte yürüte sınırı öte yanında Lipizza at çiftliÄŸine götürmeye ikna etmiÅŸti. Yani, kendi başımıza ölsek yapmazdık, aklımıza bile gelmezdi. Yaparken bolca yakındık, ama güzeldi iÅŸte sonuçta, çok eÄŸlendik.
Oradaki İtalyan arkadaşım ne yaptı acaba. Hala Xianmen'dedir ve keyfi yerindedir umarım.
[gezi] | Gönderen: obm | Yorumlar (0)
|
Çin / Tayland / Kore
4 Temmuz 2012 Çarşamba, 11:21
Lisa'dan davet mektubu gelir gelmez vize baÅŸvurusuna baÅŸlayacağım. Ä°lk durak Shangai, sonraki hedef Xianmen'de Margherita ile buluÅŸmak. Daha sonra Tayvan istiyorlar, ama oraya bu süre içerisinde vize alabilir miyim, bilemiyorum. Belki Kore'ye gideriz, orası için vize gerekmiyormuÅŸ.
Vizeye Brüksel'den baÅŸvurmam gerekiyor.
Bu ülkelere aşı gerekip gerekmediÄŸini araÅŸtırıyorum.
(Kore büyükelçiliÄŸi bize gerekmez ama yine de yaptırın diyor.)
[gezi] | Gönderen: obm | Yorumlar (0)
|
Endonezya'dan bir prenses, ve çantasında bir bardak şarap
19 Mayıs 2010 Çarşamba, 12:26
Bugün Endonezya'dan bir prenses ile tanıştım.
Endonezya'yı cumhuriyet olarak biliyordum ama... Neyse artık eskisi kadar şaşırmıyorum böyle yanılgılarıma. Wikipedia da dahil ansiklopedik bilgilerin tamamının günlük hayatta tek kullanımının çok bilmişlik olduğuna karar verdim. Bu da görüşümü destekleyen bir kanıt daha.
Kendisi adadaki sayısız etnik grupların, monarşik geleneğini nispeten daha çok koruyanların birleşmesi sonucu oluşan büyükçe bir üst grubunun, hatırı sayılır bir kantonun prensesiymiş. Karışık bir ülke, karışık bir cümle. Özetle 250 milyon insana ulaşmış bir adalar topluluğundan bahsettiğimize göre büyük ihtimalle en az birkaç avrupa ülkesinin barındırdığı kadar insanın prensesi. (Hindistandaki müslüman azınlığın Türkiye nüfusunun iki katı olduğunu öğrendiğimden beri bu konularda daha dikkatliyim). Mesleği: Biyolog. Modern dünya prensesleri böyle, her birinin işi var. Temel bilimlerde çalışan bir prenses ilk defa görüyorum gerçi. Avrupalı prensesler galiba daha çok insanı yardım projelerine veya modaya yöneliyorlar.
Çeşitli deneylerinde senkrotron kullanması gerekiyormuş. Gelmişken biraz da kolabrasyon ayarlarım belki diye buraya gelmiş, aynı merkezde çalışan endonezyalı arkadaşımla tanışmışlar, o da ona şehri gezdiriyor. Acaba arkadaşım da o monarşik gruba mı dahildi, hiç sormadım, ama pek sanmıyorum. İlly kahve'de buluştuk, bizi de tanıştırdı.
Önceden telefonda söylemişti sizi bir prensesle tanıştıracağım diye, itiraf etmem gerekirse bu da bende karışık beklentilere yol açtı. Disney sağolsun, prenses diyince kafamda bolca dantelli giysiler, cüceler ve bilimum fantastik yaratıklar geliyor. Florensa'da, restoranda, ucundan tanıştırıldığım prens ve prensesis pek de faydası olmadı bu şartlanmaya (He-Man ve She-Ra diyelim kendilerine).
Bu gün ise prensesimiz 35-40 lı yaşlarında, sade giyimli, görünüş itibariyle tipik bir Türk ev hanımdan çok da ayıramayacağınız birisi. ilginç ve cana yakın bir konuşma tarzı var. Kendisiyle ilgili bir tahmin yürütecek olsam herhalde "bir prenses biyolog" aklımın ucundan bile geçmezdi.
Peki böyle bir kişiyle nasıl konuşulur? Hiç bir fikrim yok. Baktım kendisi rahat davranıyor, ben de çok kasıntı bir konuşma şekli seçmedim. İngilizce'de zor oluyor zaten. Kendini diplomatik taşıdığı her halinden belli, ama karşı taraftan bunu beklemediği de belli. Bu bence iyi birşey, çoğu Parisliyle iyi anlaşamamın sebebi bu ikincisi oluyor.
Benim de bir arkadaşım beni Trieste'de ziyaret ediyordu, ertesi gün grup olarak Nanut'ta toplandık. Nanut küçük bir yer, ve kalabalık grubumuzu sığdırmak biraz zor oldu. Akabinde de öyle "gurme" bir mekan için biraz fazla sesliydik korkarım. Gerçi masada hepi topu bir İtalyanımız var ama Ferzan Özpetek vari bir İtalyan yemeği ortamı içerisindeyiz.
Birden sesler kesildi, hiç beklenmeyecek bir şey, ev arkadaşım bir koca bardak şarabı prensesimizin çantasının içine boca etmiş. Elinde şarap kadehi prensesle bakışıyorlar. Küçük ve büyük ihtimalle oldukça pahalı çantanın dikişlerinden yavaş yavaş şarap sızmakta.
Tam bir durum komedisi sahnesi gerçekleşmiş, hem de en sulusundan: Sallanan bardağı kurtarmaya çalışırken prensesin çantasına kadar taşımış. Sahnemi çalmış anlayacağınız, bu tür olaylar genelde benim başımın altından
çıkar.
Hemen peçetelere sarıldılar, prenses çantayı boşaltıp içindekilerden kurtarabildiğini kurtarmaya çalışıyor.
Bir noktada olayın ve hallerinin komikliğini farkettiler, başta prenses herkes gülmeye başladı.
Birkaç gün sonra, prenses şehirden ayrılırken bana "Çantam hala şarap kokuyor biliyor musun?" dedi, "Arkadaşından bana bir çanta almasını isteyeceğim herhalde". Ama bunu gülerek söylediğinden şaka yapıyor herhalde diye yorumladım, aptal bir şakayla cevap verdim.
Umarım savaş falan açmaya kalkmaz...
:)
[gezi] | Gönderen: obm | Yorumlar (0)
|
Bu tür işler,
4 Nisan 2010 Pazar, 15:05
Yumurta tavuk, tavuk yumurta cebelleşmeleri içinde geçiyor zamanım.
Bir sabah kalktım, keyfim yerindeydi.
İlginç, unutmuşum uzun süredir.
Böyle küçük dağları ben yaratmışımda büyük dağlarla uğraşırken ilgimi daha ilginç birşey çekmiş gibi bir his işte. Herşey ne kadar da basit! Niye diye merak ediyorsan bakman yeter. Tabiki bütün mesele bakabilmek... Eh bu da baktığın şeyin umurunda olacak değil herhalde, kendinin bir durumu. Ne kadar körleşmişim farketmeden.
Kaç haftadır canımı sıkan, beni bezdiren diyelim hatta, bazı (işle ilgili) problemleri birkaç saat içinde çözdüm, akşam Nanut'ta Sauvignon'un da sevebileceğim çeşitleri olduğu bana kanıtlanırken varlıklarını unutumuştum bile.
Eh, darısı (böyle keyfim yerindeyken nasıl da zalimce karşıma çıkan) daha dişe dokunur problemlerimin başına.
Dün de baktım hayatın anlamı çok çalışmaktan ancak ender durumlarda geçiyor, bozdum ayarlarımı iyice, ne zamandır beni davet eden bir arkadaşım vardı, buluştuk, bisikletle sınır köylerini gezmeye çıktık.
Çok güzel yerler gördüm, güzel ve ilginç, bisiklet denilen nesneye hayranlığım daha da arttı. Hayatımda ilk defa 60-70 km durmaksızın bisiklet kullanmanın çeşitli sızılarını geçersek çok güzel bir gündü.
18 gün içerisinde buradan ayrılırken en çok özleyeceğim şeyleri dizmeye başlayalım o zaman
-ArkadaÅŸlar,
-Bisikletim,
-Åžarap, Peynir, ve dondurma
-Evim
vb.
İçimde kalan ve artık en azından bu maceramda yapamayacağım belli işler,
-Ä°talya turu,
-Verona'da opera
-La Scala'da opera
-Araba ile Türkiye'ye gitmek
-Gemi ile Türkiye'ye gitmek
-Araba + Bisiklet avrupa turu.
Over and out...
[Düşünce/Yorum] [gezi] | Gönderen: obm | Yorumlar (0)
|