Çiçek Güncesi / Nergis

Ana Sayfa || giriş

Mini Mini Mektepli
4 Şubat 2010 Perşembe, 00:19

Ece bugün okula başladı! Burada mecburi eğitim 6 yaşında başlıyormuş ama okullar 3 yaşından itibaren çocukları alıyorlar. Kreşler sadece 0-3 yaş arasına bakıyor, sonrasına "No" diyor, o kadarını anlıyoruz neyse ki...

Ece de evimize çok yakın bir okulun 3 yaş sınıfına başladı. Okulun adı Larrañazubi. Kurbağalı köprü gibi bir şeymiş. Delft'teki okulu da  'Mierrennest' idi -karınca yuvası demekti o da. Sabah 9.00'da başlıyor. Bahçede bekleşiliyor, öğretmen gelip birinin elinden tutuyor, sonra hepsi birbirine kolundan paltosundan yapışıp tren olup gidiyorlar. Yavru ördekler gibi aynı. Öğleden sonra ikide bitiyor. Aslında ikide öğle yemeği oluyor. Burada saatler çok fena şaşmış durumda -bize göre tabii. Bir de Hollandalılar'a göre. Saat ikide öğle yemeği deyince "Ama acıkırlar o saate kadar..." dedim, "12.00'de kahvaltı var." dediler. Beslenme çantası hazırlıyoruz, meyva filan yiyorlar sınıfta. İkide siesta başlıyor, yani herkes öğle yemeğini o saatte yiyor. Buna da alışırız herhalde...

Önlük istediler, gidip aldık pembesinden. Tek tip değil, herkes nasıl isterse alıyor bir tane. Özel okullarda üniforma giyiliyormuş sadece. Onları da görüyoruz sabah okula giderken, erkekler şort giyiyorlar. Bu soğukta! Bizim sadece gözlerimiz açıktayken yazık çıplak bacaklarla okula gidiyorlar. Bütün ülkenin aynı da bunlar güneye göre mi belirlemişler kıyafetleri nedir... 

Okula başlar başlamaz ödev verdiler. Ece'ye değil ama, bana! Karnaval yaklaşıyormuş, bizim okulun teması da 'Büyük Medeniyetler'miş. Ece'nin sınıfı Arap olacakmış. Arapların hangi medeniyetiyse artık... "Kıyafet hazırlanacak, dikebilir misiniz?" diye sordular. Kendi kendime dedim ki: "Arap kıyafetinden ne olacak, beyaz bir örtü sallarız başından aşağıya, tamam işte." Dikerim, dedim. Aman pek sevindiler, elime kumaşla patronu tutuşturdular. İki parça, cepkenle şalvar gibi bir şey. Bakalım nasıl yapacağım...

Okulun faydaları, hemen bir şeyler öğrenmeye başlıyorsunuz. Mesela biz hemen İspanyolca'da 'c' sesinin olmadığını öğrendik. Ece'yi on kere tekrar ettirdikten ve tahtaya yazdırdıktan sonra 'ethe' diyebildiler ancak. (İngilizce'deki gibi 'th'.) Baskça filan da karıştı araya, en sonunda 'etje'yi uygun buldular. Ece de bu arada "Anne ben ese deyince anlıyorum." diyordu kenardan. Uğraşsınlar biraz canım, aaa. Adımızı değiştirecek değiliz herhalde. Zaten ece demeyi biraz denedikten sonra benim adımı sorup gözlerini deviriyorlar!

İşte bu da mini mini mektepli:

 

Mahzun durduğuna bakmayın, heyecandan gece uyuyamadı, o yüzden öyle. Benim üstün saç yapma yeteneğim de gözden kaçmasın lütfen; görüldüğü gibi iki kuyruğu eşit bağlamayı bile beceremiyorum maalesef...

[Ece Böcee] [Bask Elleri] | Gönderen: nergis |  Yorumlar (6)

Açılış
8 Şubat 2010 Pazartesi, 23:35

Dün akşam yemeğinde ilk misafirlerimizi ağırladık. Bir Bulgar, bir Avusturyalı ve bir İspanyol. Delft'teki ilk yemekli misafir grubumuzda bir İngiliz, bir Tayvanlı, bir İspanyol ve bir Hollandalı vardı. Hep bir yerli de ağırlıyoruz ki, çeşni olsun! Menü de aynıydı -salatayı hatırlamıyorum yalnız.

Misafir yedi kısmetiyle gelirmiş. Birini yer, altısını bırakırmış. Güzel yemekler yapılıyor, ev toparlanıyor, sohbetle güzel vakit geçiriliyor. Diğerleri ne bilmiyorum ama vardır elbet bir şeyler. Bizim de sona kalan masa üstündeki yığın yerleşti. Kaçar tane aynı tabaktan varmış onları görmüş olduk. Haritaya yeni çarpılar attık gidelim de gezelim diye.

Açılışı yaptık yani, hayırlı uğurlu olsun...

[Bask Elleri] | Gönderen: nergis |  Yorumlar (0)

Arap Kızı Camdan Bakıyor
14 Şubat 2010 Pazar, 01:34

Bu haftasonu karnaval varmış burada. Cuma günü de Ece`nin okulunda kutlandı. Kutlanır mı karnaval bilemedim... İdrak edildi mi desem? Neyse, ben de anaokuluna giderken Türkmen Kızı diye ront yapmıştım. Türkmen kızı kıyafetim vardı; inek sağıyor, hamur yoğuruyor, sonra da yayık yayıyordum. "Sen allar giy ben kırmızı, çıkalım dağlar başına, sen gül topla ben nergisi..." Hatırlıyorum hala...

Karnavalın neyle ilgili olduğunu, neyi kutladıklarını öğrenemedim bir türlü. Aman, seyretmeye filan da gitmedik. Sonradan televizyonda 'posta kutusu' kılığına girmiş insanları görünce de gitmediğimize memnun bile olduk.



Büyük Çin medeniyetinin arkasından minikler bahçeye çıkmaya başlıyor.



Vikingler neşe içinde...

Okuldaki gösterinin yapılıp yapılmayacağı son dakikaya kadar belli olmadı. Hava soğuk diye ertelenebilir dediler ama sonra acele tarafından yapıverdiler bahçede. Pek de güzeldi.


 
Öndeki pembeliler Ece'nin sınıfı. Arkadakiler iki yaş sınıfı. Dağılmasınlar diye ipe dizmişler. Erkeklerin de kıyafeti aynı -yalnız başlarına poşu sarılı. Ama anlaşılan iki yaşın öğretmeni pembe giymeyi reddetmiş.


İnsan ister istemez heyecanlanıyor çocukları öyle görünce. 23 Nisan sendromu diyorum kendiminkine; Halit Kıvanç'ın gala programının en sonunda bütün çocuklar sahneye çıkınca çok duygulanır, gözyaşlarımı tutamazdım hiç. Bu törende gözyaşı yoktu ama; başından sonuna kadar kelle gibi sırıtıp durduk, ağzımız hiç kapanmadı.


Ece'nin sınıfı. Yanındaki büyük Arap sınıf öğretmenleri. Romalı kılığındaki de durmadan çocuklara şeker dağıtan beden eğitimi öğretmenleri.


İstedikleri Arap kıyafetini dikmek üç gecemi aldı. İki parça bir şey -cepkenle şalvar- ama tahminimden daha çok uğraştım. Ece'nin oyuncak dikiş makinasını kullanmayı denedim ama kumaş çok kaygandı, beceremedim. Yıllardır ödev için sabahlamıyordum, çok zor geldi. Yaşlanmışım... Neyse ki yetiştirdim. Bir ara paniğe kapıldım pantolonun patronuna bakıp bakıp bir türlü nasıl yapacağımı anlayamayınca. Meğer benim paça sandığım kısım ağıymış. O kadar biliyorum işte dikiş dikmeyi! Neyse, okulda bitmişlere bakınca anladım. Katina'nın elinde makası, biçtim, diktim, fena olmadı. Okulda üstüne renkli kağıtlardan desen yapıştırmış öğretmeni ama bahçeye çıkana kadar dökülmüştü çoğu. Bir de, diğer kızların kıyafetlerinde altınlar dizili sıra sıra. Annelerden biri almış herkese, biz geç geldiğimiz için Ece'ninkinde yok onlardan. Olsun, kendisi de pek mutluydu, biz de sevindik onu öyle mutlu görünce.




Bask ilindeki ilk karnavalımızı da böylece geçirmiş olduk.

[Ece Böcee] [Bask Elleri] | Gönderen: nergis |  Yorumlar (2)

Peltek
17 Şubat 2010 Çarşamba, 00:30

Delft'e gittikten üç ay kadar sonra bir Türkiye ziyareti yapmıştık. Dönüş uçağında önümüzde oturan bir çocuk Ece'yle oynamıştı, biz de ona nerede oturduğunu sormuştuk. Çocuk "Den Haa(rrrkkkkhh)h" deyince çok garip gelmişti. Türkçe gibi kibar bir dilin içine gırtlak zorlaması sesler hiç yakışmıyordu çünkü. Kendi kendimize aynı şekilde söylemeye çalışıp Hollandaca'nın kabalığıyla dalga geçip eğlenmiştik. İlk zamanlar sokakta duyduğumuz konuşmalar da çok kaba geliyordu kulağımıza ama sonra alıştık. Kısa bir süre sonra Lahey demeyi bırakıp biz de (o kızcağız kadar beceremesek de) Den Haah demeye başladık. Şu anda Hollandaca hiç de kulağımı tırmalamıyor, kaba bulmuyorum. Konuşamıyorum, o ayrı...

Şimdi de başımıza peltekler çıktı! 'Bar-th-elona' mı??? Üstelik bu sesi çıkarmayı gerektiren (şimdilik benim bildiğim) tam üç farklı harf var! Tabii sadece harfler değişik olmuyor; dil değişti mi konuşma tarzı da değişiyor. Dil habire üst dişlerde olduğundan mıdır nedir artık, dillerinin altında bir şey tutuyormuş gibi konuşuyorlar. 's' harfini ş gibi söylüyorlar mesela. Nasıl tarif edeyim, Teoman gibi ya da böyle Alpayımsı hani 'Fabrikada tütün şarar şanki kendi içer gibi...' gibi.

Zaten ağızlarını açtılar mı dünya kadar laf çıkıyor, bir de motor takmış gibi hızlı konuşuyorlar; televizyonda filan dinlerken kulağa çok garip geliyor. Hele orijinalini bildiğiniz bir diziyse mesela (her şey dublajlı çünkü) takip etmeye çalışmak imkansız, iyice yabancılıyorsunuz.

Neyse, Hollandaca'nın aksine bunu öğrenmeye azmettiğime göre herhalde daha çabuk adapte olurum.

Bir de, Beyaz (ıt Öztürk) Fransız olsaydı mesela, kimse 'r'leri söyleyemediğini farketmeyecekti. Ne ilginç, değil mi?

[Bask Elleri] | Gönderen: nergis |  Yorumlar (0)

Soyadı
18 Şubat 2010 Perşembe, 02:07

Ece'yle ikimizin oturum izni işlemlerimizin hala bitmemiş olmasının sebebi benim iki soyadımın olması. Birini yazmayı unutmuşlar, Madrid'de birilerinin düzeltmesini bekledik haftalarca. İnsanların adlarıyla soyadlarının tren olduğu şu ülkede benim ikinci soyadımın sorun olması son derece ironik.

Burada herkesin iki soyadı var. İlki anneden ikincisi babadan alınıyormuş. Yani çocuk doğunca annesinin ve babasının ikinci (babadan gelen) soyadlarını alıyor. Sonra da evlenmekle filan değişmiyor. Ece'nin okulunda kayıt sırasında Türkiye'de evlenince kocanın soyadını aldığımızı öğrenince çok şaşırdılar. Çok karışıklık olmuyor mu, dört erkek kardeş olsa da evlenseler, aynı soyadına sahip dört kadın olur dediler. Niye karışsın canım, bir sürü değişik isim var; biz bütün kızların adını Carmen koymuyoruz ki...

Bir dahaki sefere, evlenince kütüğümüzün de kocamızgilin memleketine taşındığını söyleyeyim; kimbilir ne kadar daha şaşırırlar...

[Bır bır bır] [Bask Elleri] | Gönderen: nergis |  Yorumlar (0)

Takvim

Oca

Şubat2010

Mar

P

S

Ç

P

C

C

P

1

2

3

4

5

6

7

8

9

10

11

12

13

14

15

16

17

18

19

20

21

22

23

24

25

26

27

28

Bağlantılar

Karalamalar
Epigraf
Baking Fairy
Ece'nin fotoları
Seksen Günde Devri Alem
Her Telden Bir Blog
Sütlü Kahve
Yaşam, Evren ve OBM Hakkında Her Şey

Resim Galerisi

Arama

Arşiv


powered by / kullanılan ana yazılım
GUBEN blogger by emre sururi

hosted by / barındırma
Fişek Enstitüsü Bilişim Hizmetleri
Fişek Enstitüsü Bilişim Hizmetleri
RSS Beslemesi
Yorumlar - RSS

Tüm Kategoriler
Bır bır bır
Okur Yazar
İş, Güç!
Ece Böcee
Lay lay lay
Yersen
Pusetle Seyahat
Delft'te
Natur
Bask Elleri
Çocukla Seyahat

Sonraki->