Çiçek Güncesi / Nergis

Ana Sayfa || giriş

Arap Kızı Camdan Bakıyor
14 Şubat 2010 Pazar, 01:34

Bu haftasonu karnaval varmış burada. Cuma günü de Ece`nin okulunda kutlandı. Kutlanır mı karnaval bilemedim... İdrak edildi mi desem? Neyse, ben de anaokuluna giderken Türkmen Kızı diye ront yapmıştım. Türkmen kızı kıyafetim vardı; inek sağıyor, hamur yoğuruyor, sonra da yayık yayıyordum. "Sen allar giy ben kırmızı, çıkalım dağlar başına, sen gül topla ben nergisi..." Hatırlıyorum hala...

Karnavalın neyle ilgili olduğunu, neyi kutladıklarını öğrenemedim bir türlü. Aman, seyretmeye filan da gitmedik. Sonradan televizyonda 'posta kutusu' kılığına girmiş insanları görünce de gitmediğimize memnun bile olduk.



Büyük Çin medeniyetinin arkasından minikler bahçeye çıkmaya başlıyor.



Vikingler neşe içinde...

Okuldaki gösterinin yapılıp yapılmayacağı son dakikaya kadar belli olmadı. Hava soğuk diye ertelenebilir dediler ama sonra acele tarafından yapıverdiler bahçede. Pek de güzeldi.


 
Öndeki pembeliler Ece'nin sınıfı. Arkadakiler iki yaş sınıfı. Dağılmasınlar diye ipe dizmişler. Erkeklerin de kıyafeti aynı -yalnız başlarına poşu sarılı. Ama anlaşılan iki yaşın öğretmeni pembe giymeyi reddetmiş.


İnsan ister istemez heyecanlanıyor çocukları öyle görünce. 23 Nisan sendromu diyorum kendiminkine; Halit Kıvanç'ın gala programının en sonunda bütün çocuklar sahneye çıkınca çok duygulanır, gözyaşlarımı tutamazdım hiç. Bu törende gözyaşı yoktu ama; başından sonuna kadar kelle gibi sırıtıp durduk, ağzımız hiç kapanmadı.


Ece'nin sınıfı. Yanındaki büyük Arap sınıf öğretmenleri. Romalı kılığındaki de durmadan çocuklara şeker dağıtan beden eğitimi öğretmenleri.


İstedikleri Arap kıyafetini dikmek üç gecemi aldı. İki parça bir şey -cepkenle şalvar- ama tahminimden daha çok uğraştım. Ece'nin oyuncak dikiş makinasını kullanmayı denedim ama kumaş çok kaygandı, beceremedim. Yıllardır ödev için sabahlamıyordum, çok zor geldi. Yaşlanmışım... Neyse ki yetiştirdim. Bir ara paniğe kapıldım pantolonun patronuna bakıp bakıp bir türlü nasıl yapacağımı anlayamayınca. Meğer benim paça sandığım kısım ağıymış. O kadar biliyorum işte dikiş dikmeyi! Neyse, okulda bitmişlere bakınca anladım. Katina'nın elinde makası, biçtim, diktim, fena olmadı. Okulda üstüne renkli kağıtlardan desen yapıştırmış öğretmeni ama bahçeye çıkana kadar dökülmüştü çoğu. Bir de, diğer kızların kıyafetlerinde altınlar dizili sıra sıra. Annelerden biri almış herkese, biz geç geldiğimiz için Ece'ninkinde yok onlardan. Olsun, kendisi de pek mutluydu, biz de sevindik onu öyle mutlu görünce.




Bask ilindeki ilk karnavalımızı da böylece geçirmiş olduk.

[Ece Böcee] [Bask Elleri] | Gönderen: nergis |  Yorumlar (2)

Açılış
8 Şubat 2010 Pazartesi, 23:35

Dün akşam yemeğinde ilk misafirlerimizi ağırladık. Bir Bulgar, bir Avusturyalı ve bir İspanyol. Delft'teki ilk yemekli misafir grubumuzda bir İngiliz, bir Tayvanlı, bir İspanyol ve bir Hollandalı vardı. Hep bir yerli de ağırlıyoruz ki, çeşni olsun! Menü de aynıydı -salatayı hatırlamıyorum yalnız.

Misafir yedi kısmetiyle gelirmiş. Birini yer, altısını bırakırmış. Güzel yemekler yapılıyor, ev toparlanıyor, sohbetle güzel vakit geçiriliyor. Diğerleri ne bilmiyorum ama vardır elbet bir şeyler. Bizim de sona kalan masa üstündeki yığın yerleşti. Kaçar tane aynı tabaktan varmış onları görmüş olduk. Haritaya yeni çarpılar attık gidelim de gezelim diye.

Açılışı yaptık yani, hayırlı uğurlu olsun...

[Bask Elleri] | Gönderen: nergis |  Yorumlar (0)

Mini Mini Mektepli
4 Şubat 2010 Perşembe, 00:19

Ece bugün okula başladı! Burada mecburi eğitim 6 yaşında başlıyormuş ama okullar 3 yaşından itibaren çocukları alıyorlar. Kreşler sadece 0-3 yaş arasına bakıyor, sonrasına "No" diyor, o kadarını anlıyoruz neyse ki...

Ece de evimize çok yakın bir okulun 3 yaş sınıfına başladı. Okulun adı Larrañazubi. Kurbağalı köprü gibi bir şeymiş. Delft'teki okulu da  'Mierrennest' idi -karınca yuvası demekti o da. Sabah 9.00'da başlıyor. Bahçede bekleşiliyor, öğretmen gelip birinin elinden tutuyor, sonra hepsi birbirine kolundan paltosundan yapışıp tren olup gidiyorlar. Yavru ördekler gibi aynı. Öğleden sonra ikide bitiyor. Aslında ikide öğle yemeği oluyor. Burada saatler çok fena şaşmış durumda -bize göre tabii. Bir de Hollandalılar'a göre. Saat ikide öğle yemeği deyince "Ama acıkırlar o saate kadar..." dedim, "12.00'de kahvaltı var." dediler. Beslenme çantası hazırlıyoruz, meyva filan yiyorlar sınıfta. İkide siesta başlıyor, yani herkes öğle yemeğini o saatte yiyor. Buna da alışırız herhalde...

Önlük istediler, gidip aldık pembesinden. Tek tip değil, herkes nasıl isterse alıyor bir tane. Özel okullarda üniforma giyiliyormuş sadece. Onları da görüyoruz sabah okula giderken, erkekler şort giyiyorlar. Bu soğukta! Bizim sadece gözlerimiz açıktayken yazık çıplak bacaklarla okula gidiyorlar. Bütün ülkenin aynı da bunlar güneye göre mi belirlemişler kıyafetleri nedir... 

Okula başlar başlamaz ödev verdiler. Ece'ye değil ama, bana! Karnaval yaklaşıyormuş, bizim okulun teması da 'Büyük Medeniyetler'miş. Ece'nin sınıfı Arap olacakmış. Arapların hangi medeniyetiyse artık... "Kıyafet hazırlanacak, dikebilir misiniz?" diye sordular. Kendi kendime dedim ki: "Arap kıyafetinden ne olacak, beyaz bir örtü sallarız başından aşağıya, tamam işte." Dikerim, dedim. Aman pek sevindiler, elime kumaşla patronu tutuşturdular. İki parça, cepkenle şalvar gibi bir şey. Bakalım nasıl yapacağım...

Okulun faydaları, hemen bir şeyler öğrenmeye başlıyorsunuz. Mesela biz hemen İspanyolca'da 'c' sesinin olmadığını öğrendik. Ece'yi on kere tekrar ettirdikten ve tahtaya yazdırdıktan sonra 'ethe' diyebildiler ancak. (İngilizce'deki gibi 'th'.) Baskça filan da karıştı araya, en sonunda 'etje'yi uygun buldular. Ece de bu arada "Anne ben ese deyince anlıyorum." diyordu kenardan. Uğraşsınlar biraz canım, aaa. Adımızı değiştirecek değiliz herhalde. Zaten ece demeyi biraz denedikten sonra benim adımı sorup gözlerini deviriyorlar!

İşte bu da mini mini mektepli:

 

Mahzun durduğuna bakmayın, heyecandan gece uyuyamadı, o yüzden öyle. Benim üstün saç yapma yeteneğim de gözden kaçmasın lütfen; görüldüğü gibi iki kuyruğu eşit bağlamayı bile beceremiyorum maalesef...

[Ece Böcee] [Bask Elleri] | Gönderen: nergis |  Yorumlar (6)

Maağcera Dolu Ameğrika ya da Yeni Eve Yolculuk
28 Ocak 2010 Perşembe, 00:10

Geleli 20 günü geçti, hala en ufak bir ipucu vermedik buralarla ilgili -diye yazıyordum ki, Emre'nin yazısı geldi. Ben de kendi çapımda maceralarımı anlatacağım tabii ki. Baştan başlayayım, ta yolculuktan:

Uçağımız ayın 5'inde, sabahın köründeydi. 3.30'da uyandık, 4'te evden çıkıp havaalanına yollandık. Online check-in sayesinde kuyruğa girmeden iyi kalpli bir görevlinin bankosuna geliverdik. Gurbetçi kimliğimizin hakkını verdiğimizden, denizde kum bizde kiloydu ve elimde Ece dahil 9 parça bagaj vardı. İyi kalpli ve halden anlar görevli, "Verin verin, çocukla zor olur." deyince en büyük dört bavulu bagaja veriverdik tartmadan filan. Geri kalan dört taneyi salladım omuzlarıma, beşincinin de elinden tuttum, el salladık geride kalanlara ve atladık bizi Münik'e aktarmaya götürecek uçağa.

Münih'te aktarma yapmak için tam 50 dakikamız vardı. Uçak biraz geç indi ama o kadar önemli bir gecikme değildi. Koşturup 'All passports' kuyruğunda ortalarda bir yere kapağı attık ama o kuyruktan ne hikmetse en son sırada çıktık. Bir noktada, kabindeki polis eline bir büyüteç almış pasaportumu öyle inceliyordu. Oradan çıkıp bağlantılı uçuş labirentlerinden yıldırım hızıyla geçip (3.5 yaşın yıldırım hızıyla tabii, en zayıf halka ne de olsa) yeniden güvenlik taramasına girdik. O x-ray kapısından ben en az altı kere girip çıktım: Çantalar paltolar hepsi ayrı ayrı kutulara koyulacakmış, laptop çantadan çıkarılacakmış, içinde laptop olmayan laptop çantası kapağı açık konacakmış, x-raydan geçen çantaların yarısı en ufak gözlerine kadar açılıp polislere gösterilecekmiş, bu arada güvenliğin dışında pembe paltolu bir bebek gören küçük kız habire onun yanına kaçmaya çalıştığından kolundan bacağından habire yakalanacakmış. O kadar titiz aramaya bir şey de bulamayan polisler bizi salıverince asıl maraton başladı. Biz binanın en başındaydık ve uçak binanın en uzak ucundaki gate 45'ten kalkıyordu. Hiç koşup acele etmemize gerek yokmuş gerçi, biz daha güvenlikten çıktığımızda uçak Bilbao yolunu yarılamış bile. Yanımdaki küçük hanım olay çıkartmasın, bir de onunla uğraşmayayım diye, hiçbir şey olmamış gibi, bakalım uçağımız neredeymiş diye yeni uçuş almaya gittik tıpış tıpış.


İki seçenek varmış: 15.00'da kalkıp 20.00'da burada olacak Madrid aktarmalı bir uçuş ve 19.30'da kalkıp 22.00'da burada olacak bir uçuş. Saat sabahın 8'i bu arada... Ben tabii ki sorumlu bir anne olarak Ece geç yatmasın diye erken varacak uçağı tercih ettim. Sorumlu ama cahildim; bir havaalanında yaklaşık 12 saat bile geçirecek olsam yerimden kıpırdamayıp kaçırma ihtimalim olmayan uçağı tercih etmem gerektiğini bilmiyordum. Sordum ama, "Ya yine yetişemezsek?" diye, biletçi de yok dedi, vize kontrolü olmayacak, üstelik arada bir buçuk saat var. Tamam dedim, Ece'ye anlattım güzelce, o da sağolsun arıza çıkarmadı.














Önce biraz camdan baktık, sonra laptoptan 'Küçük Deniz Kızı'nı seyrettik. Bir kızcağızın anketini cevapladık. Öğlen Ece'nin dışarıda yediği tek şey olan boş makarna (sade yani) pişiren bir yer bulup yemek yedik.




Üstüne dondurma bile yedik.

Oynadık epeyce, yanımızda bir haftalık eğlencelik vardı zaten.





Dükkanlara girip çıktık, en sonunda ikinci uçağımızın vakti geldi. Sabahın üç buçuğunda uyanan üç buçuk yaşındaki yolcu kucağımda derin uykudayken ben de o dört eşek ölüsü çantayı ve paltoları uçağa nasıl taşıyacağımı düşünüyordum. Koskoca havaalanında yardım edebilecek kimse olmadığını öğrenince azıcık moralim bozulur gibi oldu ama iyi kalpli bir yaşlı teyze oğluna bizim bütün eşyaları taşıttırdı. Allah razı olsun ne diyeyim. İspanyolların bize benzediğini hep söylüyorlardı zaten, ben de daha inmeden cep telefonunu açanları ve uçak inince alkışlayan teyzeyi görünce emin oldum. İnerken de tekerlekli bavulla laptopu sattık birine, girdik yeni memleketin sınırları içine. Koşturduk uçağımızı bulmaya ki, meğer Madrid Havaalanı'nda grev - daha doğrusu iş yavaşlatma yok muymuş, ortalıkta, danışmada hiç görevli bulunmuyor muymuş, bizim uçak çook uzaktaki bir yerden kalkmıyor muymuş, meğer kalkıştan 45 dakika önce kapılar kapatılmıyor muymuş, kapanan kapılar ağlasan bile açılmaz mıymış? O akşam bayram mıymış, başka uçuş yok muymuş, o gece orada kalacak mıymışız... işte o zaman bende ipler koptu. Epeyce bir mücadelenin sonunda başka bir şirketin son uçağından bilet verdiler bize ama bavullarınızı aramayın bile dediler. Bir üç saat de Madrid'de geçirdikten sonra Bilbao'ya indik, kayıp bagajlarımızı bildirdik. Eve vardığımızda gece 11di.

Yola çıkmadan önce tek derdim 50 dakikalık aktarmada elimde bir sürü çanta ve paltoyla nasil tuvalete gireceğimizdi.

Ama vardık işte evimize. Ece geç uyudu belki ama aile birleşimi gerçekleşti. Bavullar da dört gün sonra eve geldi. Yerleştik. Çok güzel evimiz; banyosu bile var, hatta iki tane! Hemen yakınımızda büyük bir park var. Her yer yemyeşil. Hava yağmurlu ama kış tabii -zaten biz alışkınız, iki senedir az yağmur görmedik. Ufak ufak etrafı keşfediyoruz. Biraz evrak işleriyle uğraşıyoruz. Bolca birlikte vakit geçiriyoruz.

Böyle anlattığıma bakmayın, yol gözünüzü korkutmasın. Mutlaka gelin, bekleriz!

[Pusetle Seyahat] [Bask Elleri] | Gönderen: nergis |  Yorumlar (1)

Takvim

Aralık2012

Oca

P

S

Ç

P

C

C

P

28

29

30

1

2

3

4

5

6

7

8

9

10

11

12

13

14

15

16

17

18

19

20

21

22

23

24

25

26

27

28

29

30

31

1

Bağlantılar

Karalamalar
Epigraf
Baking Fairy
Ece'nin fotoları
Seksen Günde Devri Alem
Her Telden Bir Blog
Sütlü Kahve
Yaşam, Evren ve OBM Hakkında Her Şey

Resim Galerisi

Arama

Arşiv


powered by / kullanılan ana yazılım
GUBEN blogger by emre sururi

hosted by / barındırma
Fişek Enstitüsü Bilişim Hizmetleri
Fişek Enstitüsü Bilişim Hizmetleri
RSS Beslemesi
Yorumlar - RSS

Tüm Kategoriler
Bır bır bır
Okur Yazar
İş, Güç!
Ece Böcee
Lay lay lay
Yersen
Pusetle Seyahat
Delft'te
Natur
Bask Elleri
Çocukla Seyahat

<-Önceki