Ankara
10 Haziran 2014 Salı, 16:27
Åžu ana kadar burada yazdıklarımdan anlamadıysanız bir kere de ben söyleyeyim: Ben sıkıcı bir insanım. Ankara'yı sev(ebil)memin sebebi de bu olsa gerek. Malum, Ankara'da kentin simgesi olabilecek çok fazla ÅŸey yoktur; en azından referans noktası olara Ä°stanbul'u, ya da New York'u filan alırsanız alabildiÄŸine boÅŸ, önemsiz bir ÅŸehirdir Ankara. Ama yukarıdaki hikayenin (Bizim Büyük ÇaresizliÄŸimiz) kahramanlarından birinin de yaptığı gibi hayatımın on yedi yılını orada geçirdikten sonra aslında bir sürü ara/arka sokaÄŸa, mahalle aralarında kaybolmuÅŸ üç beÅŸ ufak parka, ya da Ezginin GünlüÄŸü'nün ÅŸarkısındaki gibi (çirkin) bir dolmuÅŸ sırasına bol bol anı ve melankoli yüklemiÅŸim; ve bir ÅŸekilde birÅŸeylere özlem duyacak olduÄŸum zaman her ÅŸeyden çok Ankara'nın bu sıradan ayrıntılarını özlüyorum.
"Güzel olan sen deÄŸil o günlerdi" bile demem pek mümkün deÄŸil galiba sevgili ÅŸehrime, ona raÄŸmen durum bu. O yüzden pek bilmiyorum neden böyle yaptığımı. Belki de sadece elimdekinden daha güzel/iyi/rahat/tatlı bir hayat olabileceÄŸine inandırmaya çalışıyorum kendimi.
EÄŸer yumurtacıya bugün ne olduÄŸunu merak ederseniz, sanırım artık onun yerinde tıp malzemeleri satan ufak bir dükkan var. Bu kitap yazıldığında büyük ihtimalle tenha bir köÅŸe olan o kavÅŸak artık yanında büyüyen hastanenin gideni-geleni yüzünden alabildiÄŸine kalabalık. Eski çamlar bardak oldu, Turan da sözüm ona büyüdü.
[Hayat/Sürünme Tecrübeleri] [Sanat/Manat/Edebiyat] | Gönderen: tassadar | Yorumlar (0)
|
|
|