Notlar…

Edge of Tomorrow’u izledim, Bu noktada "akıl notları defterime" 23 Eylül 2014 tarihinde yaptığım giriş:

Oyun fikri: Normalde, bir oyuncu ile oynadığı karakter farklıdır. Karakter bir sürü şeyi öğrenip, oyunun yarısında öldü diyelim, baştan başladığında her şeyi yeniden öğrenmeli, ilişkileri yeniden kurmalıdır (oyuncu o kapının şifresini bilse de, anahtarın şu taşın altında olduğunun farkında olsa da, karakteri -henüz- bilmediğinden, bu bilgiyi kullanmasına izin verilmez). Bu sıkıntının önüne geçmek için tabii ki save/load var ama diyelim bunu engelleyip, onun yerine yardımcı bir karakter verdik. Bu yardımcı karakter, oyuncunun karakteri ile birlikte öğreniyor olsa da, oyuncunun ölüp geri gelmesiyle onun artık "bilmediği" şeyleri hala biliyor. Oyuncuya şifreyi de söylüyor, anahtarı da gösteriyor. Bu durum tekrarı da kırabilir: diyelim ki karakter zorlu bir araştırma ve ikna turundan sonra bir NPC’yi önemli bir kılıcı satmaya ikna etti ve sonra öldü – yeniden başladığında yan karakter doğrudan ona kılıcın yerini söyleyebilir fakat bu karakterin kılıcı gidip hemen alabileceğinin garantisini vermez: Belki de kılıcı tutanın değer verdiği bir yakınını bir ejderhadan kurtarmış idi? Bütün ilgili maceraları baştan oynamak yerine karakter şimdi gidip doğrudan kılıcı çalabilir.

Yardımcı karakteri oyuncunun kendisinden nasıl ayırabiliriz (sonuçta ikisi de aynı şeyleri biliyorlar, o zaman yan karaktere ne ihtiyaç var?): Yan karakter gerçeği gerçekten başka söyleyebilir ve gerçekler onun dediği gibi olur (kılıç bir önceki oyunda A kişisinden temin edilmişti ama yardımcı karakter şimdi B’den alındığını söylüyor ve bu oyunda da kılıç gerçekten B kişisinde).

İşte Edge of Tomorrow, bu yukarıdaki blah’ların paralelinde, oyundan gerçeğe ilerliyor: Karakter filmin 2/3’ünde bir Halo benzeri bir bilgisayar oyunu kahramanı (aslında öyle değil, o yüzden bu yazdığım spoiler değil) ve yaratıklar eski bilgisayar oyunlarındaki gibi hep aynı yerlerden çıkıyorlar, tetiklenmeleri sabit (FRP oyunlarında mesela, bir tetikli karşılaşmalar, bir de rastlantısal karşılaşmalar vardır (triggered vs. random encounters)) – hal böyle olunca karakterimiz de her seferinde buraları ezberleyip, kendi uydurduğu bir koreografi eşliğinde ("koreografi" böyle mi yazılıyordu, bilemedim şimdi), dans ediyor. Giderek ustalaşıyor (aynı bölümü ısrarla, sabırla, tekrar tekrar oynayıp sonunda ustası olan bir oyuncu misali). Gidip gidip de büyük canavara (big boss) son dakikada yenilince en baştan başlamak biraz can sıkıcı olsa da, pes etmiyor (1 kez hariç). Bill Murray de Groundhog Day’de buz heykeli yapıp, piyano çalmayı öğreniyordu ama onda bu oyun havası yoktu. Farkın ne olduğunu düşünüyordum da, sanırım bunda (Edge of Tomorrow) doğru yerde doğru yere namluyu çevirip tetiği çekmek herkesin yapabileceği bir şeyken, Groundhog Day’de ne olursa olsun ustalık, deneyim, vs.. gerekiyordu – ya da hiçbir bilgisayar oyununda bölümü geçmek için sanatsal bir şeyler yapmanız beklenmiyor (aşağı yukarı) — bunu yazınca, bir farkı daha buldum: Groundhog Day bir adventure oyunu olur olsa olsa: her şeyi doğru yapmalısınız; halbuki Edge of Tomorrow’da son canavarı öldürmeniz yeter şart (action) (Markov’un Zenciri). Source Code ikisinin ortası gibiydi (action adventure): aksiyon bölümlerinden topladığınız bilgileri kullanıp, büyük bilmeceyi tamamlıyordunuz (falan filan…).

Neyse, sonuçta, Edge of Tomorrow, Lego Filmi’nin sonu gibi bitsin demiyorum ama o son 1/3’te Holywood’a bağlamasalar daha iyiydi, aman ben de pffft — Tom Cruise bunları okuyunca bu gece uyuyamaz artık. 8P

Bebek Jane’e ne oldu? (Haberler, havadisler… atlı süvari)

Geçenlerde (xkcd eliyle) Peter Pan hakkında korkunç sayılacak bir şey öğrendim. Hepimiz okuduk değil mi? Evet. Hayır, hepimiz çizgi filmini seyrettik, ya da kısaltılmış versiyonunu okuduk (çünkü o zamanlar küçüktük, İngilizce bilmiyorduk ve Türkçe’de aslına sadık bir baskısı yok idi (belki de)). Sonunda ne oluyor? Peter, Kaptan Kanca’yı öldürüyor, Wendy eve dönüyor. Bunu hatırlarsınız sanırım.

Aslında olan şu: Peter, Kaptan Kanca’yı öldürdükten sonra Wendy, Michael ve öbür kardeşle ve bütün kayıp çocuklarla birlikte Darlingler’in evine gidiyorlar. Bay & Bayan Darling bütün çocukları evlat ediniyorlar ama Peter gururundan kalmayı kabul etmeyip, olmayan ülkeye dönüyor. Wendy’yi de götürmek istiyor ama Bayan Darling izin vermeyince, pazarlık sonucu, yılda bir haftalığına bahar temizliği için gitmesinde anlaşıyorlar.

Peter arada sırada bahar temizliği için Wendy’yi almaya gelmeyi unutsa da, yıllar böyle geçiyor. Sonra kayıp çocuklar o günleri unutuyorlar. Sonra Michael, ucundan da Wendy unutmaya başlıyor. Burada alıntı yapmak üzere kipatı (ithaki yayınları, çev. Betül Avunç, 2001) açıp parmakları çalıştırmaya başlıyorum:

‘Bahar temizliği zamanı gelinceye kadar beni unutmayacaksın, değil mi Peter?’

Peter söz verdi; sonra da uçup gitti. Bayan Darling’in öpücüğünü de yanında götürmüştü. Kimselerin alamadığı öpücüğü Peter kolayca alıvermişti. Tuhaf bir durum; ama Bayan Darling mutlu görünüyordu.

Elbette bütün çocuklar okula gitti ve çoğu 3. sınıfa girdi. Tüysiklet ise önce 4. sınıfa, sonra da 5 sınıfa alındı. En yüksek sınıf 1. sınıftır. Okula başlamadan bir hafta önce, adada kalmamakla aptallık ettiklerini anladılar; ama artık çok geçti. Kısa zamanda siz, ben ya da Jenkin kardeşlerin küçüğü kadar sıradan olmaya alıştılar. Söylemek çok acı, ama zamanla uçma yeteneklerini de kaybettiler. Geceleri uçup gitmesinler diye, önceleri Nana ayaklarını karyola direklerine bağlıyordu. Gündüzleri de otobüslerden atlar gibi yapıp eğleniyorlardı. Ama çok geçmeden geceleri onları yatağa bağlayan ipleri çekiştirmeyi bıraktılar ve kendilerini otobüsten atınca bir yerlerini incittiklerini gördüler. Zamanla, şapkalarının ardından bile uçamaz oldular. Onlar buna antrenmansızlık diyorlardı; ama bunun gerçek anlamı artık inançlarını yitirmeleriydi.

Michael, diğer çocukların alaylarına karşın, onlardan daha uzun bir süre inancını korudu. Bu yüzden, ilk yılın sonunda Peter Wendy’yi almaya geldiği zaman, o da Wendy’nin yanındaydı. Wendy, Düşler Ülkesi’nde iken yaprak ve böğürtlenlerden yaptığı elbisesini giyerek, Peter’la birlikte uçup gitti. Tek korkusu, elbisenin ne kadar kısalmış olduğunu Peter’ın fark etmesi idi; ama Peter hiç fark etmedi. Kendisi hakkında anlatacak çok şeyi vardı.

Wendy, Peter’la heyecanla eski günlerden konuşmayı dört gözle beklemişti. Ne var ki, yeni serüvenler eskileri Peter’ın aklından silmişti. Öyle ki, Wendy baş düşmanlarından söz açtığında, merakla, ‘Kaptan Kanca mı, o da kim?’ diye sordu.

‘Hatırlamıyor musun?’ Wendy hayretler içinde kalmıştı. ‘Onu öldürüp hepimizin hayatını kurtarmıştın.’

Peter umursamazca, ‘Öldürdükten sonra onları unuturum,’ diye yanıt verdi.

Wendy, Çıngırdak’ın kendisini görmekten mutlu olacağını sanmadığını belirttiği zaman da, ‘Çıngırdak kim?’ dedi.

‘Aman Peter!’ Wendy çok şaşırmıştı. Peter’a Çıngırdak’ı anlattı, ama Peter yine de hatırlamadı.

‘Onlardan o kadar çok var ki. Herhalde ölmüştür.’

Herhalde haklıydı, çünkü periler uzun yaşamazlar. Ama o kadar küçüktürler ki, kısacık bir zaman dilimi bile onlara asırlar gibi gelir.

Geçen yılın Peter’a dün gibi geldiğini görmek de Wendy’yi üzmüştü. Oysa Wendy için beklemekle geçen uzun bir yıl olmuştu. Ama Peter’ın her zamanki büyüleyiciliği sayesinde, ağaçların tepesindeki küçük evde bahar temizliği yaparak eğlendiler.

Ertesi yıl Peter Wendy’yi almaya gelmedi. Eski elbisesi dar geldiği için, Wendy yeni bir elbise giyip Peter’ı bekledi; ama Peter gelmedi.

‘Belki de hastadır,’ dedi Michael.

‘Biliyorsun o hiç hasta olmaz.’

Michael Wendy’ye sokulup, titrek bir sesle, ‘Belki de öyle biri yoktur Wendy,’ diye fısıldadı. Michael ağlamamış olsaydı, Wendy ağlayacaktı.

Peter, bir sonraki yılın bahar temizliğinde geldi. Garip olan şey, geçen yılı atladığını hiç fark etmemiş olmasıydı.

Bu, Wendy’nin küçük bir kız olarak Peter’ı son görüşü oldu. Peter’ın hatırı için kısa bir süre daha büyümemeye çalıştı. Bilgi yarışmasında ödül aldığı zaman Peter’a vefasızlık ettiğini hissetti. Ama gelip geçen yıllar, vurdumduymaz oğlanı geri getirmedi. Yeniden karşılaştıkları zaman Wendy artık evli bir kadındı ve Peter, çocukluk oyuncaklarını sakladığı kutudaki bir toz zerresinden başka bir şey değildi onun için. Wendy bir yetişkin olmuştu. Bu yüzden ona acımanıza hiç gerek yok. Büyümeyi seven insanlardandı o. Sonunda kendi isteğiyle, öbür kızlardan bir gün önce büyümüştü.

Artık oğlanların hepsi büyüyüp olgunlaştılar; bu yüzden onlardan daha fazla söz etmeye değmez. İkizler’i, Küçükbey’i ve Kıvırcık’ı, ellerinde birer çanta ve şemsiyeyle her gün işlerine giderken görebilirsiniz. Michael makinist oldu. Tüysiklet soylu bir kızla evlenip lord ünvanını aldı. Demir kapıdan çıkan şu peruklu yargıcı görüyor musunuz? İşte bir zamanların Dütdüt’ü. Çocuklarına anlatacak bir tane masal bilmeyen sakallı adam ise, eskiden John’du.

Wendy beyazlar içinde evlenirken, pembe bir kuşak takmıştı. Peter’ın kiliseye süzülüp töreni engellememesi inanılır gibi değil.

Peter Pan
J.M. Barrie
çev: Betül Avunç
ithaki Yayınları, 1. Basım 2001

Roman birkaç sayfa daha devam ediyor ama durumun özeti bu (Fazıl Hüsnü Dağlarca yıllar önce demişti halbuki). Şimdi burada "Benim durumum da işte biraz böyle…" desem ne kadar kafa karıştırıcı olur (en azından benim kafamı). Hayat devam ediyor. Birtakım gelişmeler var, oldu, buraya yazmak için %100 resmileşmesini bekliyorum.

Bir sürü şeyden bahsedecektim, yine unuttum, aklımda bir tek David Lynch’in ‘İkiz Tepeler’e 2016’da tekrardan (ve baştan) başlayacağı haberi kaldı; bir de Bahar’ın müzik/resim blog girişi üzerinden kendi hakkımda yazacaklarım, bir de Kurt Vonnegut’un beni hakikaten sarsan bir mezuniyet konuşması ("How Music Cures Our Ills (and there are lots of them)", Doğu Washington Üniversitesi, Spokane, Wahsington – 17/04/2004 // Bunun çevirisini de aldım (April Yayınları, çev. Algan Sezgintüredi, 2014) ama hiç beğenemedim, o yüzden bir de ben çevirecektim ilgili konuşmayı); Doris Lessing’in "To Room Nineteen"deki hikayeler ve kendimin şimdiki hali hakkında yazacaktım sonra… listeledikçe hatırlıyorum ama sanki bir tane daha vardı. Neyse, işte vardı bir sürü şey, onları da başka bir girişe yazarım, blog benim değil mi a!