Gene araya epey bir zaman sokmayı başarmışım -arada Turan’ın doğumgünü de kaynamış 8(-. Bu geçen zamanda tatile gittik, tatilden geldik, okula ısınmaya çalışıyorum, simülasyon neticeleri hala makale olmayı bekliyor, yolumu gözlüyor.
Tatilde Side’deydik, Eda’nın tavsiyesi ile Doğan Otel‘e gittik, hayli de memnun kaldık – yalnız çocuğu olmayanlara pek tavsiye edemeyeceğim, çünkü ortam sözlük anlamıyla “ana-baba günü” idi.
Nasıl olduğunu kestiremediğim bir evrim sonucu, Doğan Otel bebekli ailelerin kesişme noktası olmuş. Ben, Bengü, Ece Hanım, Eda, Eda’nın arkadaşı Defne ve Defne’nin şirin mi şirin kızı Cansu gittik, ikinci gün, Eda ve Defne’nin arkadaşı Eylem ve Eylem’in oğlu enerji deposu Alp de bize katıldı. Eda, Ece’nin doktoru aynı zamanda, Defne ve Eylem de doktor olunca, tamamıyla doktor gözetiminde bir tatil yaptık. 8)
Bengü ile beni en çok yol kaygılandırıyordu. Kolay değil, otobüsle 10 saat yol, bir de kızın damarı tutarsa bütün otobüs ahalisinin hayır duasını almamız işten değildi ama çok şükür, kızım giderken de gelirken de çok uslu idi. Hatta otobüs Ankara’ya geldiğinde inenler kızı görünce “A! Bebek varmış!” şeklinde şaşkınlıklarını gizleyemediler.. Ece Hanım da ilk deniz sefasını yapmış oldu böylelikle.
Tatilde değil de, özellikle yolda giderken ve gelirken bir türlü bitmek bilmeyen Murakami’nin Dance Dance Dance‘ini okudum ama bitirmek dönüşe nasip oldu. Yanımda bir de Bilkent Kütüphane’ye kitapları iadeye götürdüğümde çıkarmış olduğum Raymond Carver’ın Will you please be quiet, please?‘i vardı, ondaki hikayeleri de yarıladım. Murakami bittikten sonra uzunca bir süredir başlamak istediğim Ian M. Banks’in Culture serisine geçiş yaptım. Şu sıralar Consider Phlebas‘ı okumalardayım, yarıladım sayılır — Hedefim üçüncü kitap Use of Weapons.
Son girişten bu yana geçen 20 günde çok kitap okumadım. Salinger’ın Franny and Zooey‘ini tekrardan bitirdim (ama bu sefer İngilizce’sini), şimdi de Murakami’nin Dance Dance Dance‘ini okumaktayım ama beklediğim kadar beni sarmadı – hele de Wild Sheep Chase‘in devamı olduğunu göz önüne alırsanız. Belki de Murakami zehirlenmesine uğramışımdır, kim bilir.. Sanırım bu kitaptan sonra Murakami okumalarıma ara verip, Ian M. Banks beyefendinin 
Cuma günü annem geldi İstanbul’dan, bugün de Arabistan’dan kayınbiraderim Utku gelecek – eğer haftasonunda da birileri bir sürpriz yapar ise tam bir aile kaynaşması olacak! 8) Ece Hanım’ın sağlığı çok şükür yerinde, sıcaklardan biraz -epey- bunalsa da, bir yaramazlık durumu yok. Biraz(!) da şişmanladı. Son topaç halinden bir resim sunayım sizlere – hanımefendinin üzerindeki tulum, tahmin edeceğiniz üzere, taa New York’lardan geldi, Yasemin Hala’sının hediyesi. Üzerinde “Somebody in New York loves me” yazsa da, Owen’ın da şehre dönüşüyle beraber bu somebody’lerin sayısı iki olacak. 8)
Geçen salı Bilkent kütüphanesinden aldığım The Hard-Boiled Wonderland and the End of the World‘ü pazar akşamı bitirdim, A Wild Sheep Chase‘e ise aynı günün akşamı başladım. Hard-Boiled Wonderland, başlarda Boris Vian’ın Bütün Çirkinler Öldürülecek‘ini çağrıştırıyor, ha bir de, ilk sayfalardaki gidişattan Luc Besson’un 
