Internet’te bir yere kadar benzer minvalde olan vakalara "faith in humanity restored" diyorlar ya, yok aslında öyle bir şey ama naiflik bizde kalsın. Pek bir akademisyen odamda birkaç fotoğraf var: bir tanesi hüsniya’nın fotoğrafı, hüsniya benim rahmetli anneannem, en sevdiğim insanlardandı. Japonların bir geleneği var, ölülerine bir resim, bir çan ve bir de tütsüden ibaret küçük bir köşe yapıyorlar, akıllarına geldiğinde, onları andıklarında çanı ufacık çalıp, çok da isterlerse tütsüyü de yakıp, onları düşünüyorlar. Biz Japon değiliz (henüz), o yüzden fatiha. Diğer resim Miranda July’ın. Sonra duvarda Nerea ile Barış’ın gönderdiği kartlar, sevdiğim insanların bir kısmının fotoğrafları var. Dolabımın kapağının üstünde ise Paola de Grenet’in "Yo Solo / Nuria"sı ile Joel Meyerowitz’in "Times Square"i duruyor (ikisinden de benzer bir vesileyle daha evvelden bahsetmiş idim).
Ne diyecektim, evet, dün değil evvelsi gün Bahar, Ulaş (@_Slow_Loris_) adlı bir arkadaşın bir tivitini "favlamış" idi, bir güzel resim daha gördüm, mutlu oldum, şöyle bir resim idi:
Ne kadar güzel bir resim, öyle değil mi? Hem, hikayesi de var ("filmi" de yoldaymış ve Nicole Kidman – ben de iki gün evvel haberdar olduğum bir insanın üzerinden hemen de sahipleniveriyorum… 8P)
Bir de geçen hafta beni en çok mutlu eden olay sanıyorum ki ODTÜ’deki hoşçakal partisinde öğrencim Gizem’in -benim için sürpriz- katılımı idi (hem de börek de yapıp getirmişti!). Öğrencilerden/arkadaşlardan yana ne mutlu ki hep çok ama çok şanslı oldum.
Pespembe bir toz, Emre Sandoz. Dünya kötü bir yer. (daha ağır bir şeyler yazmıştım aslında ama o kadar yaz yaz bu girişe sonra bu ne perhiz-lahana turşu diyalektiği, değil mi efendim..)