dilemma.

Bizim Esat – Nenehatun servisindeki kırmızı eldivenli, kemik gözlüklü, kıvırcık saçlı bayanın Me and You and Everyone We Know’u görmesi lazım. İçimde, filmi ilk seyrettiğim günden beri böyle bir his var. Belki çok sevecek, belki hayatının filmi olacak, belki hiç sevmeyecek ve belki de hayatının filmi olmayacak ama bir şekilde bu filmi izlemesi lazım. Bu arkadaşla tanışıklığımız, (bir kere ondan tükenmez kalem sormuştum, onun haricinde) konuşmuşluğumuz yok, çok iyi bir insana benziyor, güzel bir insana benziyor ama o kendi dünyasına, ben kendi dünyama. Yani tanışmayı açıkçası pek istemiyorum – tanışsak ne olacak ki, “merhaba, merhaba”. Zaten çok uzunca bir süredir yeni insanlarla tanışmak da pek hoşuma giden bir şey değil. Sonuçta, çekingen bir insan türü değilim, sonuçta, o kadar rahatça olmasa da, bu hanımdan bu filmi görmesini rica edebilirim, -onu hiç tanımadığım için- biraz garip olsa da, bu filmi seveceğini düşündüğümü belirtebilirim ama işte sonrasını istemiyorum. Sonrası şu: her akşam “İyakşamlar, iyakşamlar”, zorlama bir tebessüm.

O halde deus ex machina‘yı çıkartalım çuvalımızdan: hasbelkader, şu işe bakın ki, bir de ne görelim, o bayanın kendisi ya da bu yazının onun hakkında olduğunu anlayabilecek kadar onu tanıyan bir arkadaşı bu yazıyı okumaktadır. Sonuçta filme gider. Ya da filme gidemez fakat filmi bir yerden bulur (bulamazsa, bendeki kopyayı ona seve seve verebilirim). Sonuçta filmi izler. Bana bir spagetti mesajı atsın, ben de onun filmi izlemiş olduğunu bileyim, ne mutlu bana. Sonra biz yine görüşmeyelim, statu quo’yu koruyalım, perfait etrange kalmaya devam edelim güzel güzel. 8P

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir