The Atonement

İngiliz Edebiyatı Profesörü ve Edinböri Düşesi olan Hande Hanım’ın İngiliş Dili ve Edebiyatı ve 5 çayı ile ilgili tavsiyelerini yüksek sadakatle dinler, izlemeye çalışırım. Kendisi bir süre evvel (25 Ekim ve 3 Kasım 2007) Atonement’ın kitabı ve kitaptan uyarlanan filmi ile ilgili bir takım fikirlerini bizimle paylaşmış idi. Özetleyecek olursak:

* Kitap eli yüzü düzgün, güzel. Başlarda bir ara sıkıcı olsa da sonradan süper düper düp düp düp.

* Filmden beklentiler düşük idi, sebebi yönetmenin önceki projelerinden P&P (TM)’ı yüzüne gözüne bulaştırmış olması idi ve ağır bir biçimde editlenmiş olması. Yine de bir şans verilir, heyhat film güzeldir, kitaptaki water sahnesi de mümkün olduğunca başarılı aktarılabilmiştir.

Acıklı filmleri seyretmiyorum, -önceden biliyorsam- sonu kötü biten filmleri seyretmiyorum, romantik komedi favori janrım (jan jan). Yine de, bizim hanım için, ne yapalım deyip, Atonement’ı izlemeye koyulduk. Keira Knightley hanımdan -herkes gibi- ben de hiç hazzetmem oldum olası. Ona rağmen çok takdir ettim filmi, ben bile şaşırdım. Çocuk düşünce tarzı çok doğru verilmişti zannımca, çocuklar hakikaten öyle şeyler – bilmiş, çözmüş bitirmiş, en yetişkinden daha yetişkin ve çocuk değiller kesinlikle gerçek hayatta. Bir de, film (kitap) hakkında tek bildiğim “bir çocuğun iftirası bir çiftin mahvına sebep olar” mealinde bir tıkırtı idi. Hal böyle olunca, yönetmen/yazar da beni her köşede ters köşeye yatırdı. Önce havuz sahnesini gidip ispitleyecek sandım, sonra mektubatı, sonra da küpüthaneyi meğerse başka bir şey tutuyormuş elinde, floş royal oldu bir anda. O oğlan da yakışıklı – Russel Crowe’un iyi zamanlarındaki gibi – bir de sanırım Penelope ile Dune’un mini-dizisinde de oynayan oydu. Şu Brion’un 18 yaşındaki halini oynayan kız da çok çok iyiydi yahu, haydi o da bana BSG’nin Starbucks’ını hatırlatmış olsun. Amaan neyse ne, biz yine Atonement’a dönelim..

Bir kitabın yazarının o kitabı yazan kişiyle aynı olmaması güzel bir düşünce, buradan 2 artı veriyorum arkadaşa. Ama, ben o kitabı yazsam hakikaten utanırdım ya. Yani kelli felli bir aile babasının (diyelim) kalkıp öyle bir kitap yazıyorsun. Yani bir şey değil, artık kahveye filan gidince bir garip bakarlar adama (ve evet, film kız filmi idi, C’mon yani). Bir de şöyle bir detay var: buradaki arkadaşlardan Frederik’le bir gün sohbet ederkene, bana Atonement’ı okumakta olduğunu söyledi de, “Ya o kız kipatı değil mi?” dedim, “Yok,” dedi, “filmi öyleymiş duyduğuma göre ama kipat ağırlıklı olarak savaş hakkında.” Peki dedim ben de. Kitaptaki 77. yaşgünü bölümünün filmde TV röportajına dönüşmesi de çok şık ve başarılı olmuş zannımca (ve ekliyorum, kitabı okumadan). Hakikaten eli yüzü düzgün bir film idi, emeği geçen tüm arkadaşlara teşekkür ederim.

Musiki: Biryanımkarşıkoyarbiryanımister-serserimbenimdelidol

Bu aralar normal müzik güzergahımda ilerlerken, yolda yeni gruplarla tanışıyorum: Editors, Mission of Burma, The Chameleons, Interpol (gerçi Interpol’ü Joy Division araklarından dolayı ancak uzaktan seviyorum (guilty pleasure). Yani 25 yıl öncesinin müziğini bugün de dinlenebilir şekilde yapmak başarı ama özgünlükleri yok (onun arabası var)). Zaten Chameleons ile Interpol’ü çok yeni duydum, Editors’ü Neslihan salık vermişti, Mission of Burma “kendi” keşfim. 8)

Biraz önceki birinci paragraftı. Şimdi biraz başka bir şeye geçelim: Paul Rodgers ve Queen olayına. Geçen haftaydı galiba, patronun aklını Led Zeppelin’le çelmeye çalışıyordum (“All My Love” – onda başarılı olamayınca bu sefer Supertramp – “Give a little bit”le şansımı denedim, onu da yemeyince, alttan vurdum: “Freud – Freudiana” ile ama biraz zorlansa da, savurmayı becerdi), o da bana karşılık olarak Free ile salvoda bulundu. Ben Free bilmem, pek hipi olmadım (patronun da, o sohbetimizde belirttiği üzere, ona fonetik olarak yakın bir şey olduysam da). Baktım neymiş bu Free diye, oradan Paul Rodgers’a geçtim, oradan da Queen+Paul Rodgers’a (Türkçe’ye Dadaşlar ve Cem Karaca olarak çevrilebilir nitekim). Merak ettim, youtube’e dadandım videoları için, ya var ya, içim kurudu, böyle bayat bir şey yemiş gibi oldum.. Çok fenaydı, çok. Bir kere Paul Rodgers Cenk Eren gibi bir şey, ayrıyeten Brian May’in de, Roger Taylor’ın da mumyalanma vakitleri gelmiş, insan hakikaten üzülüyor onları bu halde görünce (John Deacon hiç beklemediğim halde en akıllıları çıktı bak!). Hele Roger Taylor’ı görünce, Allah benzetmesin ama aklıma Simon LeBon ile Paul MacCartney geldi (bir de John Lithglow ama o hep öyleydi). Ya yaşlılık tamam iyi bir şey değil, olmayabilir belki ama farklı bir şey, o yüzden sınıflandırıyoruz “yaşlı” diye. Çok acınası ya. Sonra “We will rock you”nun orijinal klibini açtım, ahh ahh, eski günleri yad ettim. (Bir de, Paul Rodgers lütfen alınmasın, kendisini pek tanımışlığım yoktur, ve hakikaten de iyi bir insan olduğuna eminim ama bu yaşta sen o pembe gömlekle şarkı söylersen, hele de o sakalla al sana Cenk Eren al sana).

O da ikinci paragraftı, bitti. Esas perhiz-turşu suyu olayına şimdi girmekteyim: Son bir haftadır, death ve speed aşkım depreşti. Trash derseniz, her zaman arka planda çalar (Metallica ile Anthrax arasında gidip gelir playlist) ama Slayer müstesna diğer aşırı uçlara pek gittiğim olmaz (for practical reasons). Ama şimdi? Napalm Death, Death, Deicide, Kreator, Judas Priest. Gelin çıkın işin içinden. Bu arada, Napalm Death’in Live Corruption’ını dinliyorum, kendisi bir konser albümü olur, işte çocuklar hazırlanmışlar, heyecanlanmışlar, konser kaydımız yapılacak diye, ama gel gör ki, izleyicilerin arasında bir sarhoş var, daha ilk dakikadan başlıyor laf atmaya, sonuna kadar da istikrarını sürdürüyor, hakikaten çok acıdım gruba. Tamam, sonuçta anne-babalarına dinletmeyecekler, anneleri de gün yaptıkları zaman, “bakın bizim oğlanların konser albümü çıktı teyzeleri” diye gururla söylemeyecekler belki, yani öyle olur ya, işte oğlunuz önemli bir olayda yer alıyordur, onu kameraya çekersiniz ama tatsız bir olay vuku bulur, (misal münasebetsiz bir izleyici ona laf atar) tadı kaçar bu başarısının. Neyse, gereksiz yere uzattım. Komik işte. Bir de şarkı aralarında normal konuşup “…and our next song is called (brutal vocal mode on) Bröö Bröö Bröö (b.v.m. off)” ilginç oluyor..

Ya bir de bir de, şimdi aklıma geldi: Neden bu adamların klipleri bu kadar ama bu kadar korkunç kötü? Misal için bkz. Candlemass – Bewitched : http://www.youtube.com/watch?v=-3uvf0cn0jo

Yorumlar RSSler ve daha neler

Özellikle Dee için, nihayet yorumlar da artık RSS okuyuculardan takip edilebilecek. Windows’da iseniz ve SharpReader -ki kullandığım en iyi RSS Reader idi- kullanıyorsanız ya da Linux dağıtımınızda Liferea güzel çalışıyorsa bu mesajı daha fazla okumanıza gerek yok zira wfw formatını (protokolünü? keyword’ünü?) desteklediklerinden bu sitedeki takip ettiğiniz bloglardan bir yere bir yorum yazıldığında otomatikman haberdar oluyorsunuz. Fakat gelin görün ki, benim gibi Akregator kullanıcısı iseniz… Neyse. Menü sütununda, mesaj RSS linkinin hemen altında göreceksiniz ilgili yeniliği. Çav çav! (Dee, başta da dediğim gibi: öncelikli olarak senin için yazdım kodu – hem de yıllardan sonra 8).

so listen honey..

– Area: HT.SIIR ————————————————————–
Msg#: 253 Sent Local Date: 15 Nov 97 19:14:29
From: Emre Tasci Read: Yes Replied: No
To: All Mark:
Subj: tompetty2
——————————————————————————
TOM PETTY & THE HEARTBREAKERS – THE BEST OF EVERYTHING

She prob’ly works in a restaurant
That’s what her momma did
But I don’t know if she ever really
Could put up with it.
Or maybe she sings in a nightclub
‘Cause sometimes she used to sing
But I don’t know if it ever
Amounted to anything.

But listen honey,

Chorus:
Wherever you are tonight,
I wish you the best of everything, in the world
And I hope you found
Whatever you were looking for.

Yeah and it’s over before you know it
It all goes by so fast
Yeah, the bad nights last forever
And the good nights don’t ever seem to last
And man, we never had the real thing,
But sometimes we used to kiss
Back when we didn’t understand,
What we were caught up in.

Chorus twice

THE BEST OF EVERYTHING / TOM PETTY & THE HEARTBREAKERS

Herseyin en iyisi..

Heralde bir restoranda calisiyordur simdi
Annesi gibi
Ama gercekten bu isi
Yapabilir mi bilmiyorum
Belki de sakiyodur bi gece kulubunde
Cunku arada sarki soyledigi filan da olurdu
Ama bunun bir ise yarayip yaramadigini
Bilmiyorum

Ama dinle tatlim,

Koro:
Bu gece her neredeysen,
Sana, dunyadaki herseyin en iyisini diliyorum
Ve de umarim bulmussundur
Neyi ariyorduysan, iste onu

Evvet, ve sen daha farkina varmadan biter
O kadar hizli gider ki
Evet, evet, kotu geceler sonsuza dek surer
Ve de iyi gecelerse hic olmamis gibi olur
Ve adamim, asla o asil “isi” yapmadik,
Ama arada opustugumuz olurdu
Eskiden, anlamamisken daha
Icine dustugumuz halti.

Iki kere koro

… sonra ayilar huzunden olmez / sevgilim sevgilim / acliktan olur onlar
… iste bundan oturu / huznu artik bir ayiya biraktim / sevgilim sevgilim
… bir ayiya / ister ormanda kullansin / ister buzdaginda /
… sevgilim sevgilim / huzne yer var hayatimizda (aramizdaki, t. uyar)

… ilKin pENcere OlecEK, AKABiNdE beN. EmRe
-!- Blue Wave/386 v2.20
! Origin: ïeverLand +90(212)542-8470 * SysOp SPook * PC-FL! WHQ * (8:101/180)

ve evet, 10 yıl hakikaten çok uzun bir zaman. hayatın üçte biri. (seventeen seconds)

Gelelim 10 yıl sonrası okuyuşumdaki şeylere… o zamanlar “her şey”in “herşey” olarak yazıldığını düşünüyordum. Bir de “we never had the real thing”i tensel bir şey olarak algılamışım anlaşılan. Bir de bir de Cohen’in Ünlü Mavi Yağmurluğu‘nda bir ekim/aralık mevzuat hatam vardır, meşhur (ünlü).. Haytnet, iyi ki vardın sen be!