Son birkaç gün..

Başlıklar:
Hamiyet ve Levent Hollanda’da, gezelim, Belçika’ya kaçak yolculuk – İsviçre – İngiltere üzerinden – İngiltere’yi sevmiyorum artık, üzgünüm – İsviçre, Luzern, Vitznau, idolüm Dr. Villars, süper bir gün, Hollanda’ya dönüş – internet sanırım bu pazartesi bağlanacak – bir sürü çikolata – başka? Ah, bir de tabii ki Mustafa’dan tekrar haber aldım, hayat güzel!

combo for a fatality that ends in ireland..

  1. The Blues Magoos – (We Ain’t Got) Nothin’ Yet
  2. Led Zeppelin – How Many More Times
  3. Metallica – Whiskey in the Jar
  4. Flogging Molly – Every Dog Has Its Day
  5. Pogues – The Rocky Road to Dublin

(You can have Pogues – Turkish Song of the Damned as sweet afterwards..)

(Also there’s certainly another combo to anti-kiss&forget category which starts with The Electric Prunes – I Had Too Much To Dream (Last Night) followed by Cohen – Lover Lover Lover.

Me? It all started when I began itching The 13th Floor Elevators – You’re Gonna Miss Me and then discovered The Psychedelic Years 1966-1969.

Also one other link : Spirit – Fresh Garbage and then Pink – Feel Good Time. From groove to disco? Everything’s possible when the fuel is enough. 8P)

Aki Kaurismäki ve Gün Batımında Işıklar

Aki Kaurismäki’yle 2002 yılında, “Geçmişi Olmayan Adam” vesilesiyle tanıştık. Pek de -duygusal bağlamda- sömürüye açık olan bir konuyu böylesi mesafeli, handiyse keyifli vermesi beni kalbimden (beynimden?) vurdu. Akabinde bulabildiğimiz diğer filmlerini de (liste için bkz) birbirinin peşisıra izledik (Boheme’i çok istesem de izleyemedim uygun alt yazı bulamamıştım bir türlü). Zaten biz böyle izleyince, bütün filmler birbirine girdi, ne de olsa karakterler aynı, kayıtsızlık aynı. İşte ara bağlantıları da oluşturduk (Matti Pellonpää meğerse tam da Jarmusch’un A Night On Earth’ündeki Fin taksi şöförü değil miymiş! Sonra da ölmüş yazık, Sürüklenen Bulutlar’da da fotoğrafıyla varmış..). Aki Kaurismäki’yi sevdik yani.

Sonra yapılması gereken işler çıktı karşımıza, koşturmaca yoğunlaştı, Ece doğdu, “sanat çevrelerinden” koptuk (şekerim). Bu aralarsa seyredecek film bulamıyoruz (hepsini seyretmişiz meğerse 8P). Sonra aklıma sevdiğim yönetmenleri kümesteki tavuk-yumurta teftişi misali, kontrol etmek geldi: Kar Wai Wong’un Blueberry Nights’ını biliyordum ama 2046’yı bayıla bayıla izlememe karşın beri yandan negatif yönde de bayıldığım/baydığım için ve şu Eros üçlemesi hezimetinin etkisini atamamış olduğumdan ötürü (hakikaten bay geldi – üçlemedeki en yüzüne bakılır parça olsa da – hatta hislerimin tam tercümesi için bkz. Fatih Özgüven’in eleştirisi) Jarmusch’da tık yoktu, Wes Anderson’ı ise The Darjeeling Limited‘le daha yeni izlemiş idik; Woody Allen’ın ne Match Point’ini ne de şu son filmini izlemişliğim var, yok, bana göre değil gibi geliyor, nerede o eski Woody’ler (Ayrıca A.V. Club bir Woody Allen primer hazırlayıp, benim favorilerim olan Deconstructing Harry ile Mighty Aphrodite‘ı “hataları” arasında saymış ki, çok bozuldum, aşkolsun (şekerim). Ya, sonuçta anlayacağınız, Kaurismäki’nin Günbatımında Işıklar’ından böylesi bir tarama vesilesiyle haberim oldu.

Tarihini bilmesem, kolaylıkla eski filmlerinin arasına koyabilirim. Kayıtsızlık yine had safhada. Zaten bu kadar ümitsiz bir filmi başka bir tonla ele almak imkansız/dayanılmaz bir şey olurdu. Tıpkı şu Banks’in Culture serisindeki Inversions’da yaptığı gibi : orada da çok çok dayanılmaz bir hikaye tamamıyla tersine çevrilip, masal olarak anlatılır. Neyse, dönelim yine filmimize. Konuyu anlatıp spoil etmeyeceğim merak etmeyiniz fakat anahtar kelimeler arasında hakikaten derin iki aşk, aşkın sebepsizliği ve mantıksızlığı, kayıtsızlar da aşık olur, uğrunda yatarım da mapus damında ve ben seni çok seviyorum ama sen beni neden sevmiyorsun ki? diyen ikinci kızı sayabiliriz.

Gelelim, başta Seyfettin olmak üzere, bu filmi seyretmiş bulunan talihli izleyicilerimize hazırladığımız sürpriz pakete: Hani bazı DVD’lerde oluyor ya alternatif sonlar, işte Sururi’den müthiş jest: Alternatif film! Gene spoil etmemeye çalışarak ve bu yüzden muğlak muğlak : karakterin mahkeme salonundan çıktığı anda filmi kapatın. Şimdi ekranı karartın, ya da açın kelime işlemcinizi, siyah ekran üzerine, altta çıkacak şekilde beyaz yazıtipi ile büyük büyük “X yıl sonra” yazın (eğer kelime işlemciniz yoksa, siyah mukavvadan ekran büyüklüğünde bir parça kesip, bir yerden de beyaz kalem (beyaz yoksa, gri de olur) bulup yapabilirsiniz). Şimdi kelime işlemcinizi de kapatın (mukavvayı kaldırın) ve Kaurismäki’nin Ten Minutes Older : The Trumpet seçkisi için verdiği Dogs Have No Hell’i takın, izleyin. Şimdi anladınız değil mi ne demek istediğimi.. Eğer sabır gösterip de “yapıtlarımı” kitaplaştırabilirsem benzer bir şey yapmayı arzu ediyorum nicedir. İlk kitabım (E.M.) henüz basılmamış olacak diğer kitabımdan (S2) bir alıntıyla açılacak. Ama Kaurismäki’de bu durum çok daha anlamlı. Vaktiyle yazmış olsam gerek, o seçkide bütün diğer yönetmenler yana yakıla anlatacakları şeyleri 10 dakikaya sığdırmaya çalışırlarken, Kaurismäki kendi filmini rahatlıkla çekiyor, içine bir de utanmadan 3-4 dakikalık ful bir şarkı performansını da (Leningrad Cowboys?) oturtuyordu. Şimdi o -kısa- filmi izlediğinizde, ağzınızda o çok iyi bildiğiniz buruk tad kalıyor, çok büyük, çok yüce şeyler olmuş, anlıyorsunuz, bu film ise, işte o mahkeme sahnesine kadar ele aldığınızda, o tadın niye olduğunu çok iyi söylüyor. Neyse, deneyin, tadına bakın, sonra dilerseniz yazarsınız buranın yorumlarına, konuşur, tartışırız bile bir ihtimal. Film güzeldi. Kaurismäki’nin izlediklerim arasında en beğendiğim oldu, tavsiye ederim. Tavsiye ederim derken, bir de Brian’ın sayesinde haberimin olduğu Adams æebler. Ben yüzyılın filmi (falan) diyeyim, siz anlayın.

yeni ev…

Anahtar sözcükler: Kanal yanı, mis gibi bahçe, altta oturan yok (giriş kat) Doğu Kapısı (Oostport)‘nın hemen gerisinde, emlakçısız bulduk (Bengü’nün Hollanda Kültürü’ne Giriş Hocası’ndan), mobilyalı ama hakiki mobilyalı, daha bir sürü ++ (iki şömine ama çalıştıklarından şüpheliyim, birinin içinde televizyon var, onu seyrediyoruz).

Gelelim öbür şeylere: Yorgunluktan kopuyorum, bir de ben hiçbir şey yapmadan böyleyim, Bengü iki gündür temizlik, toparlama yapıyor.

Neyse, yarın sabahın köründen öğleden sonra 3’e kadar kalan eşyayı taşıyacağız (çok eşya yoktu hani ama yine de gene de..)

Ece sevdi, bahçe olayı tavladı onu.

Bu arada 60 mitır skuer, bir oda, bir salon ama buranın standartlarıyla saray yavrusu, güzel mutlu ve ++ız nitekim, çok şükür..


80lerle 90larla boğuşmak…

(yanlış hatırlamıyorsam başlıkta apostrof(‘) kullanınca mysql addslashes() fonksiyonunu kullanmadığım için sapıtıyordu ama büyük ihtimalle sonradan eklemişimdir ve -kötü- bir şey olmuyordur ama neyse, boşver, böyle daha güzel, ne diyorduk?)

80’lerle 90’larla boğuşmak
Artık hatırlayamadığım bir sebepten ötürü, (yazmıştım ki hatırladım – A.V. Club’ın “The friends of Friends: 17 gimmicky cameos intended to boost TV ratings” başlıklı listesini okurken denk geldim) Helen Hunt’lı “Mad About You” aklıma düştü ama ben oradaki esas oğlanı şu kısa boylu, uzun saçlı (aslan başı mı deniyordu) ve yelek giyen arkadaş sanıyordum, “ah, herhalde sonraki sezonda o çıktı da Paul Reiser midir, nedir, hani şu Aliens II’de yakaları kalkık ceket giyen ve benim iki babam var’daki ciddi adamı oynayan arkadaş yerine girdi dedim ama gelin görün ki, Paul R… başından beri oradaymış… E o zaman benim uzun saçlı kimdi? KİMDİ? KİMDİ? Haydin buyurun son 3 saatin özetine: aramakla geçti ömrümden üç saat. İlkin Helen Hunt’ın bütün filmografisine baktım, çağrışım yapar mı diye.. Ardından bir dolu daha bir çok şey. En son bulduğumda ise Golden Globe’larda 1995’ten başlayıp, geri geri gidiyordum bütün komedi adaylarını gözden geçire geçire.. 47.de (1989) muvaffak oldum – Anything But Love, Richard Lewis. Artık rahat uyuyabilirim.

Anything But Love 1989 - 1992