Evvelki hafta, mor dolmakalemimi kaybettim. Hemen farkına varamadım, tipik “ofiste değil, o halde evdedir / evde değil, ofiste daha dikkatli bakayım / o halde belki ceketimin-gömleğimin cebindedir, kirliye gitmiştir, oraya bakayım…”larla bir hafta geçti. Derslere girdiğimde çocuklara sordum, bölümün kapısına yazı astım, bulamadık.
Neredeyse sonsuz jest
-DFW’dan ilhamla-
Abby ve Brigitte ayrı ayrı ülkelerden, ortak bir kısa süreli proje davetiyle geldikleri bir başka ülkede, aynı çalışma grubunda araştırma yaparken tanışmışlardı. Üç ay boyunca birlikte çalışma yaptıktan sonra kendi ülkelerine dönünce, arkadaşlıkları sosyal medya üzerinden sürdü (doğum günlerinde kutlama, aralarda paylaşılan resimleri beğenme; düzenli, pasif takip şeklinde).
Bir gün Abby, o sırada bir konferans için bulunduğu tropik/turistik şehirden bir kartpostal alıp, Brigitte’e gönderdi.
Günler, haftalar geçti. Kartın Brigitte’e sürpriz olmasını istediğinden doğrudan da soramıyordu. Büyük bir ihtimalle Brigette’in üniversitedeki bölümü de, tıpkı kendi bölümü gibi, posta kutularını kuş yuvası misali sekreterliğin oradaki bir duvara monte etmiş; gelen mektuplar da, hocaların hasbelkader yolları düşünce bakılmayı, bulunmayı bekleyip, boynu bükük duruyorlardı.
Abby her defasında Brigitte’e mesaj atıp posta kutusuna bakmasını söylemekten, ima etmekten, hatır sormaktan hep son anda vazgeçti. Bilmediği şey ise Brigitte’in de ona hemen hemen aynı günlerde atmış olduğu posta kartının günlerdir kendi posta kutusunda tozlanmakta oluşuydu.
9 Ağustos 2019, Cuma.
Bilbao’dayım, takılıyorum / Doğru değil, seni düşünüyorum…
Sonradan ön not: günlük bulamayınca mecburen buraya yazdım, direkt pas geçebilirsiniz, sadece benim tanıdığım kişiler hakkında, sizlere hitap eden çok bir şey yok bu sefer…
Bu seneki “akademik vazifemi” yapmak için, geçen çarşamba geldiğim Bilbao’dan bir aksilik olmazsa yarın Ankara Ankara güzel Ankara’ya dönüyorum. Genelde ayrılığa dayanma sınırım iki hafta; bu sene birer haftalık, iki kısa ziyaret yapayım dedim, iyi ki de öyle demişim zira yalnızlık zor, sokaklar çıkmaz. Bilbao’da rutin solo düzenime geçtim: gece 2.5 – 3’e kadar kola/puro/süt/çay eşliğinde çalışma, sabah 8’de kendiliğinden uyanış, 10 gibi bölüme varış (yazları otobüsler daha seyrek çalışıyor, o yüzden 8:45 otobüsüne kasmak yerine, 9:15 otobüsüne biniyorum), çalışış çalışış, 6 gibi çıkış, biraz dolaşış (çok zorlama oldu), misafirhaneye dönüş, wash, rinse, repeat... Önceki gelişlerimin aksine bu gelişimdeki çalışma içeriği neredeyse solo idi: geçen sene bu zamanlar baştan yazdığım programın makalesini yazmaya başladım, an itibarı ile free takılıyor, aklıma ne gelirse yazıyorum, 2/3’ü bitti, sonuçlarsız 20, sonuçlarlı 27 sayfa oldu, takmıyorum kafaya, hele bir bitsin, budarız kızılcık, ne çıkar?
Okumaya devam et “Bilbao’dayım, takılıyorum / Doğru değil, seni düşünüyorum…”
Oh man, wonder if he’ll ever know / He’s in the best selling show…
Yayınımıza bu noktada ara verip, az evvel bize ulaşan haberleri paylaşmak istiyoruz…
1. Top Gun Maverick
Top Gun çıktığında (1986) ben ilkokuldaydım. Kelly McGills!.. Birkaç sene sonra Topkapı’dan babamla Walkmen’imi aldığımızda ilk aldığım kasetti , hala daha o albümü dinlerim ara ara. Yani bir yerde bu kadar heyecanlanmamam lazım ama yine de tanıtımını izlerken tema ağır ağır çalmaya başlayınca coşkuya geldim. 30+ sene olmuş! (33!) ben 40+ yaşıma geldim, Tom Cruise benden genç (çünkü Tom Cruise CGI (bkz. JLB, Esse est percipi, İngilizce / İspanyolca / Türkçe (adaptasyon)).
You never close your eyes anymore when I kiss your lips
And there’s no tenderness like before in your fingertips
You’re trying hard not to show it
But baby, baby I know it
You lost that lovin’ feelin’
Whoa, that lovin’ feelin’
You lost that lovin’ feelin’
Now it’s gone, gone, gone, woh!..
2. HBO Watchmen
Bu sefer olmuş, heyecanla bekliyorum, çıkışta buluşalım.
Knock knock! / Who’s there? / WatchingTheWatchmen / Who’s WatchingTheWatchmen? (biraz büktüm espri formatını, mazur görün artık..) / I’m watching the Watchmen.
I’m not half the man I used to be…
Bir önceki girişi yazdıktan kısa bir süre sonra, Yesterday‘i izlemeye gittik, yazması bugüne kaldı (bugün: 13 gün sonrası), ne gam, yazarız elbet. Düşes’e ilgili giriş üzerinden yorumuna cevap yazacaktım ama baktım yazacak şeyler çoğalıyor, yeni bir giriş açayım dedim: burada yazacaklarımın bir kısmını halihazırda kendisi ile WhatsApp üzerinden konuşmuşluğumuz olduğundan, ona bazı bazı ikinci baskı, parçalı bulutlu gelecek haliyle, ama yapacak bir şey yok – kamunun öğrenme hakkı blah blah… 8P)