Daha TENET’i görmeden paçaları sıvamak

Merhabalar, öncelikle: Gürer Bey geçen yorumuma yorum yazdı diye o gün bugündür sevinçliyim (‘Müdürkopter’ yaw, tabii ki! Nasıl unutulur öyle bir ad/kavram. Ayrıca The Corporate’i izlememişim, bilemedim bile, o derece.).

Charlie Kaufmann’ı hem severim, hem de korkarım. Bir kere müthiş zeki, bir o kadar da karanlık bir insan. Belki hatırlarsınız, Synechdoche, NY ile beni yerden yere vurmuşluğu vardır. Arada bir ne yapıyor diye kontrol ediyordum, hatta 2015’te çektiği Anomalisa’dan iki üç sene evvel haberim oldu da, Wes Anderson benim için zaten çok da popi olmayan (haydi Fantastic Mr. Fox iyiydi diyelim ama) Moonrise Kingdom’la stop-motion tekniği iyice itici kılınca (Isle of Dogs’a 7 dakikadan fazla dayanamadım ki, WES ANDERSON!!!’dan bahsediyoruz yani! OMG! filan…) ne diyordum, hah, Anomalisa’dan haberim olmasına karşın onu bile pas geçtim (sonunda mutluluk vaad etmediği aşikar).

Şşşş, bak bak, ne diyeceğim, bak, bi’, bi’ bak, çok komik hakikaten… şşşş!.. (CK, Adaptation)

Okumaya devam et “Daha TENET’i görmeden paçaları sıvamak”

Kizilağaç fidani / Tepeden budanur mi (Hayde!)

Güzel bir tatil geçirdik (uzun), uzatmaları oynuyoruz, bir aksilik olmaz ise yarın evceğizimize döneceğiz. Ben de hazır şimdi miskin miskin annemin evinde oturur iken birikmiş ama çok da önemli olmayan (hoş ne zaman önemli bir şey yazdım ki, orası da öyle doğruya doğru) paylaşımlar yapayım, kafamı düzleyeyim, biomass depolayayım dedim (bugün Carrion‘ın gameplay’ini izledim de — bunu yazınca da canım Sepultura – Biotech is Godzilla çekti canım, açıyorum şimdi).

Liste girişi olacak, bence okumayın.

Okumaya devam et “Kizilağaç fidani / Tepeden budanur mi (Hayde!)”

Kader ya da Dark. (Ya da: The winter of our discontent)

Birazdan derinine dalacağım konuda niyeyse aklıma ilkin hep Hecate gelir (herhalde cadılık ve üçlü tasvirinden), sonra aramaya başlarım, bu sefer de Erinyeler‘e takılırım (doğru yoldasın, ha gayret Sururi!..): Erinyeler, ya da İngilizce’deki adlarıyla Fury‘lerin -tam olarak olmasa da, dirsek teması var- içinden de Moirai‘a (İngilizce’deki adlarıyla: Fates) varıp, kafamı biraz daha yorup, işte üçüne (Clotho, Lachesis & Atropos) ulaşırım, rahatlarım (halbuki bu karmaşık yola düşmeden doğrudan Disney’in Hercules’ünden de aynı yere varılabilir, işte entel dantel hipsterlık böyle böyle oluyor.. 8P). Tabii bir sürü yansıması var bu arkadaşların edebiyatta, en fenası da şu meşum oyunda ki, oyunun adının oyuncular tarafından sahne dışında söylenmesi bile uğursuzluk getirmeye yetiyor:

Double, double toil and trouble,
Fire burn and cauldron bubble.
(…)
By the pricking of my thumbs,
Something wicked this way comes.
Open, locks,
Whoever knocks.

Ozan, M*cbeth, IV. Perde

(Bu alıntıyı yaparken, böylelikle aklıma niye Hecate’nin geldiğini de anlamış oldum. Ah bilinçaltım, sen yok musun (bir de vaktiyle beni Venedik’te Ölüm‘e yöneltmişliği vardır, efsane)! Ayrıca Türk’ün burnu yaw, edep yahu Şekspir!)

Okumaya devam et “Kader ya da Dark. (Ya da: The winter of our discontent)”

Bilbao, hâlâ aynı Bilbao. (ya da çantada keklik, çavdardaki tutucu)

Pazartesi geldiğim Bilbao’dan yarın sabah ayrılıyorum. Gene yoğun bir çalışma programı içerisinde, kola-süt-puro diyetinde geceli gündüzlü kod yazdım. Bu sefer, geçen seferki gelişimin aksine net bir hedef olmasa da, epey yol kat ettik.

Okumaya devam et “Bilbao, hâlâ aynı Bilbao. (ya da çantada keklik, çavdardaki tutucu)”