atlatayım, yazarım elbet.
beklerken, arada, bunlar da benim sevdiğim, beni sevindiren şeyler:
1. EST Film Festivali, 15 Temmuz 2013, Bilbao :: In the mood for love
2. EST Film Festivali, 11 Temmuz 2014, Bilbao :: Frances Ha
tekrar et, bugün günlerden cuma…
atlatayım, yazarım elbet.
beklerken, arada, bunlar da benim sevdiğim, beni sevindiren şeyler:
2. EST Film Festivali, 11 Temmuz 2014, Bilbao :: Frances Ha
Geçen gün çoktandır bağlanmadığım facebook’a Georgina’dan gelen bir mesaja cevap yazmak için bağlandım, gözüm Caner’in gönderdiği ("paylaştığı") bir videoya takıldı, basınca galiba başka bir pencerede açıldı, seyrettim, peki falan filan. Ertesi gün gerçek hayatta bir zamanlar aynı ortamları ve merhabaları paylaştığım facebook arkadaşlarım Heleen ve Göksenin’in hoşlanıp paylaşmış olduğum bu videoyu beğendiklerinin ve dolayısıyla ve meğerse bu videoyu paylaşmış olduğumun haberini aldım (facebook’un yemeyip içmeyip ban yetiştirmesi vesilesi ile…). Hayır o videoyu paylaşmamıştım, hayır, paylaşmışım işte.
Bu sabah patronla Kraliçe’nin kahvaltıya gelip gelmeyeceklerine dair mail var mı diye uykulu halimle cep telefonumdan internete bağlandığımda WhatsApp Nerea’nın bana hiçbir şey söylemeden sadece "Ver "Kiesza – Hideaway (Official Video)" en YouTube – Kiesza – Hideaway (Official Video): http://youtu.be/ESXgJ9-H-2U" yazdığı bir mesaja uyandım.
Hoşuma giden fakat yıllardır yazmadığım bir hikayem (taslağı) vardır; baktım şimdi daha evvelden bahsetmiş miyim diye, bulamadım şöyle üstünkörü bir aramayla, neyse, yazalım: dünyada bir şeyler olmuş, insan ırkı / ve diğer canlılar, hayat filan ortadan kalkmış fakat füzyon/fizyon/güneş enerjisi vs. ile çalışan bilgisayarlar ve diğer teknolojiler işlemeye devam ediyorlar. Hikaye iki makronun/betiğin yüzyıllara (belki de binyıllara) yayılan hikayesi: bizim şu anda kullanmakta olduğumuz oto-cevaplama makrolarının ("xx tarihinden yy tarihine kadar ofis dışında, seyahatta olacağım, mesajınızı okumam/cevap yazmam biraz zaman alabilir; anlayışınız için teşekkür ederim") biraz daha gelişmişi. Çocuk bayram kutlamasını otomatik olarak halletsin diye yazmış, geçen senenin gelen e-maillerini analiz ederek bu seneki bayram tebriği otomatik olarak yazılıyor, araya da gönderilen kişilerden (mesela büyükanne ve büyükbaba) daha önce gelmiş olan genel e-postaları incelenerek kişisel mesajlar da konuyor, böylelikle epey gerçekçi, elden çıkmışa benzer bir tebrik hazırlanmış oluyor.
Hikayenin birinci kısmında (katmanında) çocuk bu mesaj hazırlama makrosu/betiği ile tebriklerini düzenli olarak yolluyor, büyükanne ve büyükbabasından da şaşmaz biçimde tebriğine teşekkür mesajı alıyor. Fakat meğerse büyükanne ile büyükbaba da benzer bir betik kullanmıyorlarmış mı!… yaaa!…
Hikayenin ikinci kısmında, büyükanne de, büyükbaba da, çocuk da, insan ırkı ve diğer canlılar da oratadan kalktıktan sonra, onların bilgisayarları bu otomatik tebrik mesajlarını göndermeye ve gelen tebrik mesajlarına teşekkür cevaplarını hazırlamaya devam etmekteler…
Hikayenin üçüncü ve son katmanında (diyelim ki on bin yıl sonra), mesajlar ve içerikleri, önceki mesajlardan öğrenim algoritmasının gayet başarılı bir şekilde çalışmasından ötürü, giderek bozulan ve sonuçta tek bir karakterin baskın olduğu yeni bir dilde mesajlaşmaya devam etmektedirler ve the end.
kkkkkkkk kkkkk,
kkkk kkkkkk kkkkkk kkkkkk kkkkkkkkk kk kkkkkkkk kkkkk kkkkkkkkk kkkkk kkkkkk
kkk kk kkkkkk kkkkkkk kkkk kkkkkkkkk kkkkk kkkkkkkkk.
kkkkk kkk kkkkk kkkkk
kkkk kkkkkk kkk kkk.
kk: kk kkk kkk kkkkk kkkk kkkk kkk kkkkkk
İndirmek için bu bağlantıyı takip ediniz / Please follow this link to proceed with download.
Bu sefer mikrofon sorunsuz çalıştı, ben de iki ülkeden kayıtlarla işi kotardım, beğendim de ama yine elde bir dolu 80 şarkısı kaldı, $izoSuru ’83te görüşeceğiz gibi (ondan önce 3-4 tane başka liste var, bakalım, bakalım…)
Podcast’te değindiğimi hatırladığım şeylere dair değinmek istediğim şeyler
Jimmi Fallon / o hatırlamaya çalıştığım şey "Playback" idi ama "lip sync"i de kabul ediyorduk. Ad-lib de ad-lib – böyle ses kartı vardı Creative’indi herhalde, SoundBlaster’a paralel yapılanma (google’dan bunu mu arayıp geldiniz allah aşkına! 8P)
Başka neler vardı? Dinler söylerim yine bir şey gelirse aklıma. İyi dinleyişler falan filan…
İndirmek için bu bağlantıyı takip ediniz / Please follow this link to proceed with download.
İçeriğe gelince, içerik yukarıda ama mikrofonun dandikliğinden alışageldiğiniz über süper sururi billur ses kalitesini(!) beklemeyiniz (ondan bile kötü olmuş olabilir aradaki anonslar, şarkılar copy/paste olduğundan onlarda sorun yok).
Podcast’te değindiğimi hatırladığım şeylere dair değinmek istediğim şeyler (Anastas mum satsan a! — bir ihtimal hatırlamaya çalışmakta olduğunuz terim: palindrom).
Dr. Who Cast & Proclaimers – I’m Gonna Be (500 miles)
Buna gelen yorumlardan biri (şimdi youtube’deki orijinali bulamadım, o yüzden bizzat kraliçe’nin (the kraliçe herself!) 22dakika.org’daki ilgili haberinden alıntılananı alıntılayacağım (bkz. "tutacakları tutmak"): Timothy Dalton’ın, "Bir zamanlar saygı duyulan bir aktördüm!" diye düşündüğü neredeyse duyuluyor! (Ayrıca 22dakika’daki resimde basitçe "Timothy, David & John" dense de, her biri bir… siz nasıl diyoğ, meister! (John Simms, Dr. Who’da bir zaman lordunu oynasa da, kalbimizdeki sarayını Life on Mars‘la kurmuş idi…)
Sandra Kim, J’aime La Vie 25 yıl önce, 25 yıl sonra (25 yıl — 1986+25=2011 imiş bu arada, 20 değil)
DAAS’ın "Throw your arms around me" cover’ı
Başka nelerden bahsetmiştim? Dinleyip hatırladıkça buraya eklerim…
Yarın sabahtan iki haftadır kalmakta olduğum Blas de Otero‘dan ayrılıp, kalan üç haftamı geçirmek üzere BBK Talent‘e yollanacağım (bağlantıları arşiv amaçlı olarak kendim için veriyorum bu arada 8). Daha önceki gelişlerimde Hotel Nervión‘da kalmıştım, bu sefer de oranın olmayışına en çok Ece üzüldü; gerek kahvaltıları, gerekse akşam yemekleri çok lezizdi – kahvaltıya yetişmek zor ama akşam yemeklerini yine orada yiyebiliriz, yeriz de herhalde.
Otellerle, konaklamalarla genelde pek özel bir ilişkim yok. Yine de, işte yarın gideceğim BBK Talent’in hemen yanında yer alan EHU/UPV’ye ait Unomuno yurdu/misafirhanesi, İspanya’daki ilk 17 günümü geçirdiğim yerdi. Şimdi on yıllar geçmiş gibi (gerçekte: 5). Nihayet İspanya’dan vizemi alıp, Hollanda’dan İspanya’ya varabilmiştim. Yalnızdım, bir aydır Bengü ile Ece’den ayrıydım, bir an önce ev bulmalıydım. Aralık başıydı, yakında Noel nedeniyle her yerin kapanacağını öğrenmiştim, dilini bilmediğim, üniversite dışında kimsenin İngilizce bilmediği bir yerde, pek çok zorlukla baş etmem gerekiyordu. Sağolsunlar, "yeni" arkadaşlar bütün içtenlikleriyle yardımıma koştular, beni hiçbir noktada yalnız bırakmadılar.
Dünyanın en küçük kemanı çalmaya başladığından, bu gidişata dur dedim ey kâri!.. Boşver, sonuçta bol maceralı, ("acısıyla tatlısıyla" klişesini kullanacaktım ki, bir anda farkına varıp kendimi tuttum 8) 3 süper yıl geçirdik, şimdi de hasret gideriyoruz, özeti bu.
Eşyalar, yenileriyle birlikte bavula sığacak gibi görünüyor. Yarın buradan metro, hop Sarriko, yeni hotel.
Başlığa bakınca hatırladım, esas San Fransisco Sokağı’nı yazacaktım: şu andaki misafirhanene bu "infamous" sokağın girişinde yer alıyor; sokak bizim Beyoğlu’nun arka sokakları gibi – burada yaşadığım 3 sene boyunca çok adını duymuş olsam da, hiç yolum düşmemişti (halbuki şehir meydanına iki adım ötede / hoş zaten Bilbao’da her yer şehir meydanına iki adım ötede). Ağırlıklı olarak göçmenler oturuyor, onların arasında da ağırlıklı olarak Afrikalılar ve Araplar var. Geçen gün limon almak için köşedeki bakkala girdiğimde, 3 sene boyunca hiçbir yerde bulamadığım kiloluk yoğurtları vitrinde gördüm de, 6’lı küçük pakette (Türkiye’deki danonino paketleri gibi) alıp da bir kaba "kırdığımız" ufak yoğurtları hatırlayıp, geçen yıllara yandım! Hele bir de evvelsi gün Carrefour’da bir sebzenin peşine düşmüşken, bir baktım şeffaf plastik bir kutunun içerisinde can erikler bana bakıyor! Değilmişler neyse ki, meğerse iri bir cins üzümmüş; zaten erik olsalardı Türkiye’ye… neyse, bu kısmı da burada bitirelim.
Yurtdışındayken kendime puro ve coca-cola light içme hakkı tanıyorum, puroda tercihim Vegafina’nın corona’ları idi ama bir gıdım fazla (/uzun) geliyordu, neyse ki geçen gün perla’larını keşfettim, boyum uzadı. 8)
Her şey eskisi gibi, insanlar değişmiş (akademik(doktoral/post-doktoral) hayatın da kötü yanı bu: insanlar bir yerden başka bir yere gitmeye mecburlar, çoğu zaman da gelecek sene nerede olacağını bilmeden. (çıktı gene küçük keman).
Bari yatayım ben artık, yarın çok iş olabilir.
…demiştim ki, bir şeyi daha söylemeyi unuttuğumu fark ettim (uyku da epey bastırdı ama son bir beş dakika daha): Bilbao, sıcak fakat çok yağışlı bir yer. Bize Londra’dan daha çok yağmur aldığını söylemişlerdi de "haydi canım!" demiştik, geçen gün kontrol ettim, hakikaten doğru söylemişler (Bilbao vs. Londra). Olur a, böyle bir ortamda insanların nasıl çamaşır kuruttuklarını merak edebilirsiniz diye buradaki çok tipik bir sistemin geçen gün resmini çektim:
bu da benim doğumgünü resmim (arka planda Tanju Okan’dan "Benim en iyi dostum coca-cola lightım, vegafina purom…" başlar)
İyi geceler (bu sefer gerçekten uyumaya gidiyorum).