yıllar önce / yıllardan sonra : iki fizikçinin hikayesi

Başlığa bakıp da trajik ya da en azından ciddi bir şeyler beklemeyin. Bundan yıllar evvel, lisanstayken ben matematiksel fizikle (bütün o quantum alan teorileri ve vakum!) ilgileniyordum, Bora ise istatistik fizikle (modellemeler, olasılıklar, varsayımlar..). Ben bitirme tezimi Neşe Hanım’la (Özdemir) yaptım, Bera da Ayşe Hanım’la (Erzan). Sonrasında ben ODTÜ’ye gelince, ilgilendiğim konuda birlikte çalışabilecek olan iki kişiden birinin (Tekin Dereli) o sırada yurtdışında (İngiltere), diğerinin (Selçuk Bayın) de bu konuları bırakıp, ekonofizik adı verilen, borsayla ilgili ve pek bana göre olmayan bir mecrada yol aldığını öğrenince, sağolsun, Şakir Hoca’nın (Erkoç) teklifi üzerine, nano dünyasına adım attım.

Bera ise, lisansından sonra, Neşe Hanım’la birlikte çalışmaya başladı, sonra Emir de o konuda çalıştı, canavar gibi çözümler yaptılar. 8) Yani bir nevi “Ne oldum dememeli, ne olacağım demeli” vakası..

Bunlar nereden aklıma geldi / niye yazdım? Bugün Ayşe Hoca Odtü Biyoloji bölümüne, bu network sisteminin proteinlere, genlere uygulandığı bir modeli anlatmak üzere gelmişti, onun seminerindeydim de. Elime çiçeklerimi alıp gittim, bir yandan da beni tanıyacak mı acaba diye düşünüyorum – dile kolay, 6 sene oldu. Sağolsun, tanımakla kalmadı, eskiden kullandığım email adresim (cemalsureya@…) bile hatırında kalmış, çok şaşırdım.. Bera’nın, Emir’in kulaklarını çınlattık. Bera’nın bu yukarıda bahsettiğim “alan değişikliği” meselesinden bahsederken de, Bera’nın tez savunmasında “zaten ben de pek inanmıyorum bu yaptıklarıma..” benzeri bir şeyler söylediğini anlattı.. 8)) (Bera deprem modellemesi yapmıştı tezinde). Böyle işte.

Bu naçiz yazarınız Ayşe Erzan’ın seminerinden bir saat sonra da ilk makalesinin editörü olmak gibi bir özelliği de olan pek sayın Dietrich Stauffer’in (IJMPC) verdiği ekonofizik konulu seminerine gitti. Şu anda ben bu satırları yazarken, Stauffer de bizim labda, karşımdaki bilgisayarda bir şeyler tuşlamakta – eminim ki o da kendi blog sitesinde benden bahsetmektedir.. 😉

Me, myself and every Stauffer I know 8)

www ya da wicked witch of the west

ta-ta! öncelikle: istanbul’dan dün akşam döndük. bu sefer kimseye haber vermeden gittik (cuma günüydü), cumartesi günü ağabeyimi ‘nişanladık’, pazar günü yıllardan sonra sonunda zeynep ve [[fkk]] ile görüşebildik, ayrıyeten fatmagül’le tanıştık, pazartesi sabahtan da yola çıkıp, dün akşam ankara’ya döndük.

bir sürü şey yazacaktım, hiçbiri aklıma gelmiyor şimdi. mesela başlığın öyle olacağını hatırlıyordum ama niye öyle olduğunu değil. wizard of oz’dan tabii ki de, ne alaka? belki geçen hafta kavuştuğum ayşecik ve cüceler hakkındaydı, kim bilir?..

ayşeciksiz cüceler

‘öğrencilerim’

başlıktaki o tırnaklar bilerek konmuştur, yok aslında öyle bir şey. ama bir fahri öğrencilik/hocalık durumu diye bir şey söz konusu ise, o da budur. 2000 yılında İTÜ’den mezun olup, yüksek lisans için ODTÜ’ye geldim, sonrasında asistan olarak alındım ve ertesi sene de ileri fizik grubunun laboratuvarlarına atandım. ODTÜ Fizik Bölümü’nün böyle faydalı bir uygulaması var, fiziğe gerçekten isteyerek ve bilerek gelmiş öğrencileri seçip, onlara daha yoğun bir eğitim veriliyor. Ortalamaları belli bir limitin (3.0/4.0 idi yanlış hatırlamıyorsam) altına düşmediği sürece bu eğitim devam ediyor, bir sakatlık çıkarsa da, öğrenci normal eğitime kaydırılıyor. İşte benim hocalığım, bu öğrencilere laboratuvarlarda deney yaptırmaktı. Acaip kafa çocuklardı, birbirimize kanımız kaynadı, hala da görüşürüz. Geçen sene çoğu mezun oldu, işte Turan’la Murat Koç Üniversitesi’ne gittiler, Özlem İsveç’e, Ziya da New Mexico’ya gitti, Cesim ODTÜ’de kaldı, Sefa Almanya’da (ve evet, hepsi yüksek lisansta şimdi). Serkan, Emre ve Volkan bu sene mezun olacaklar gibi, Egemen ise İstanbul’a gidip menecer oldu. 8)

Bir aksilik olmaz ise, martın 11’inde bizde toplanacağız. Seneler geçip gidiyor.. Hocalık (ki bu kadarı bile) güzel bir şey..

lab 218 14.01.2002
‘Orijinal’ Tayfa: Emre, İsmail Atılgan, Turan, Ziya, Özlem, Serkan,
Egemen, Mustafa, Murat, Volkan, Sefa, Ben / 14 Ocak 2002
bizim evde 218 toplantısı 30.9.2004
Bizim evdeki toplanmaların birinde: Murat, Özlem,
Cesim, Bengü: Volkan, Turan, Serkan, Ziya, Ben / 30 Eylül 2004

başımdaki işler..

Bu aralar (3-4 aydır) temel olarak 3 iş var başımda ve bunları bitirebilirsem daha mutlu, daha iyi bir insan olacağıma canı gönülden inanmalardayım:

1. [[MPI]] kılavuzu. Aralık’da, rektörlüğün toplantısından beridir uğraşıyorum, %90’ı bitti, kendisi bitmedi hala..

2. Moleküler optimizasyon, cenerasyon programı (Molecular optimization, generation software yazayım da anlaşılsın 8P). Bu, benim aynı zamanda tezim ve olası bir Japonya başvurumun assolist parçası. Şimdiye kadar yaptığım çalışmaların derlenip toparlanması olarak özetlenebilir. Nedir bu çalışmalar? Efe’yle kodduğumuz torus üreticisi, benim eklem yapıcım. Optimizasyonu bir türlü beceremiyordum, HyperChem’e mahkum oluyordum, oturup iyice öğreneyim, ben yazayım diyordum ama bir türlü yazamıyordum ki, geçen ay İran’dan bizi ziyarete gelen Dr. Seifollah Jalili’nin tavsiye ettiği TINKER programının tam da işime yarayacak modülleri olduğunu görüp, rahatladım. Bu dönem ve yazın çok kasıp, ders notları şeklinde, hem moleküler dinamik, optimizasyon, üretim, hem de paralel programlamayı şöyle bir güzel harmanlayıp, seneye bir ders açtırabilmeyi çok istiyorum.

3. Bölüm için personel kaydı, gözetmenlik atama, duyuru, vesaire vesaire programı. Bu programı çok severek, Visual C++.NET ve MySQL kullanarak koduyorum. Başta çok küçük bir amacı vardı, giderek genişletiyorum ama artık bitirmem lazım.. 8)

Günün hamişi: Ben bugün rezil oldum. 8) bkz. Mert Emcan. (bakmayınız aslında, benaptalım – bunu ileride bakıp da, “ne olmuştu o gün sahi yahu?” diye kendi kendime sormayayım diye girdim. 8P)

dilemma.

Bizim Esat – Nenehatun servisindeki kırmızı eldivenli, kemik gözlüklü, kıvırcık saçlı bayanın Me and You and Everyone We Know’u görmesi lazım. İçimde, filmi ilk seyrettiğim günden beri böyle bir his var. Belki çok sevecek, belki hayatının filmi olacak, belki hiç sevmeyecek ve belki de hayatının filmi olmayacak ama bir şekilde bu filmi izlemesi lazım. Bu arkadaşla tanışıklığımız, (bir kere ondan tükenmez kalem sormuştum, onun haricinde) konuşmuşluğumuz yok, çok iyi bir insana benziyor, güzel bir insana benziyor ama o kendi dünyasına, ben kendi dünyama. Yani tanışmayı açıkçası pek istemiyorum – tanışsak ne olacak ki, “merhaba, merhaba”. Zaten çok uzunca bir süredir yeni insanlarla tanışmak da pek hoşuma giden bir şey değil. Sonuçta, çekingen bir insan türü değilim, sonuçta, o kadar rahatça olmasa da, bu hanımdan bu filmi görmesini rica edebilirim, -onu hiç tanımadığım için- biraz garip olsa da, bu filmi seveceğini düşündüğümü belirtebilirim ama işte sonrasını istemiyorum. Sonrası şu: her akşam “İyakşamlar, iyakşamlar”, zorlama bir tebessüm.

O halde deus ex machina‘yı çıkartalım çuvalımızdan: hasbelkader, şu işe bakın ki, bir de ne görelim, o bayanın kendisi ya da bu yazının onun hakkında olduğunu anlayabilecek kadar onu tanıyan bir arkadaşı bu yazıyı okumaktadır. Sonuçta filme gider. Ya da filme gidemez fakat filmi bir yerden bulur (bulamazsa, bendeki kopyayı ona seve seve verebilirim). Sonuçta filmi izler. Bana bir spagetti mesajı atsın, ben de onun filmi izlemiş olduğunu bileyim, ne mutlu bana. Sonra biz yine görüşmeyelim, statu quo’yu koruyalım, perfait etrange kalmaya devam edelim güzel güzel. 8P