Puroyu bırakalı 6 seneden fazla olmuş, aralarda kaçamak yaptığım oluyordu hani (ama yine de pipo içtiğim zamanlarda ki, pipoyla da bir yıla yakın bir zamandır görüşmüyoruz). Bugün nereden esti bilinmez, canım çok puro çekti, bir tane tüttüreyim dedim, ağzıma burnuma doldu tadı, sinir oldum kendime de, puroya da. Yok arkadaşım, çekilecek şey değil. 8P Ayrıca bu girişe Hudsucker Proxy’nin melek olan ilk patronunun içtiği beyaz purolu bir resmi beyhude aradım..
İzmir yolcusu kalmasın
Bir aksilik olmaz ise bu gece buradan yola çıkıp, yarın sabah İzmir’e ayak basıyorum. İzmir’e daha evvel 1998 yılıydı galiba, teknik gezide gitmişliğim vardı. Hep “Ankara ile İstanbul’un en iyi yönlerine sahip ikisinden de güzel..” diye diye beklentilerimi yükselttiklerinden midir, bilinmez, ne yazık ki hiç beğenememiştim. Hatta etrafa en güzel yerini sorup Karşıyaka cevabını alınca orayı da denemiştik ama olmadı işte. Zevk meselesi sonuçta. Bu seferki gidişimdeki maksat, uzun zamandır görmediğim çok sevdiğim Hanife Yengemi görebilmek. Hanife Yengem, anneannemin merhum kardeşi Murat Dayımın eşi. Murat Dayım ben 12-13 yaşlarındayken vefat etti. .. Masmavi gözleri, çok güzel bir sesi vardı, onunla ilgili hatırladıklarım hep kesik kesik ama bir ikindi vakti güneşinde, hep çocuk neşesiyle dolu… Allah rahmet eylesin. Hanife Yengem ile sık görüşemesek de, çok severiz birbirimizi, bir gidip hatrını sorayım istedim, son zamanlarda ne yazık ki sağlığı biraz bozulmuş
Özgür Sunay’a Hamiş : Bu gelişimde bir sürpriz yapacaktım ama olmadı..
helva: yağ, un, şeker…
Bir süredir paralel ortamda çalışan bir moleküler optimizasyon kodu ile uğraşıyorum. Çoğu şeye sıfırdan başladım, temel sağlam olsun, ileride başka sistemlere de kolayca ayarlayıp aktarabileyim diye (şu anda yazmakta olduğum kod sadece grafit bazlı karbon yapıları konu edinebiliyor). Bu kod yazım sürecinde gerçekten şaşırdığım şeyler oldu ki bunların başında iki sene saçımı başımı yolmama rağmen pek bir şey anlamadığım Polak-Ribiere (Fletcher-Reeves‘i de dahil edebiliriz bittabii ki!) algoritmasını bir gecede hatim eder gibi ÇOT! diye kavramam oldu. Şu anda eldekiler:
1) Bir fonksiyonun minimumunu hesaplayan bir algoritma + kod
2) İş yükünü performansa göre bilgisayarlara dağıtan bir algoritma
3) Bir sistemdeki etkileşimleri bulan, bunları optimal bir şekilde işleme çeviren algoritma + kod
4) Allinger’in MM3 formülasyonuyla sistem enerjisini hesaplayan algoritma + kod
Şekilde görüldüğü üzere, helva yapmak için bütün malzeme var elimizde, inşallah helvayı da birkaç gün içinde yiyeceğiz.. 8)
Kodu standart C++’da yazıyorum. Başta şeytan çok dürtmüştü Visual C++ .NET Framework’de yazmam için ama iyi bir direniş sergiledim. Hatta onun editörünün envai çeşit otomatik-tanımlama lüksünden bile vazgeçip, doğruca VIM’in kollarına bıraktım kendimi. Derleyici olarak da g++ kullanıyorum, “Kod Linux’da da derlenir mi acaba?” derdinden uzak duruyorum.. 8) (koduyorum, çıkıyorum.. 8)
Hamiş Mesajı yazdım, aklıma geldi, bilim dünyasında şöyle bir kötü yönelim var: insanlar sanki makaleleri mümkün olduğunca anlaşılmaz, karışık yazmak için çaba sarfediyorlar. Hal böyle olunca da, seminer veren bir amcanın seminerini dayandırdığı ve bir türlü anlayamadığınız o “ağır” makalesi seminer sırasında “aaa, bu kadar kastırdığı şey bu muymuş!?!” nidanızla ve bir şekilde kazıklandığınız duygusuyla sizi başbaşa bırakıveriyor. Genelde kitaplar makalelerden çok daha açık bir anlatıma sahip ve dahi daha bir user-friendly olsa da, sevgili Elijah Polak’ın 1971 tarihli Computational Methods in Optimization adlı kült kitabı ne yazık ki gereksizce bilgiç takılıyor. Sonuçta bu kitapta hedeflediği şeyin bir Optimizasyon Teorisi kurmak olduğunu söylüyor, yani derdi sizin işinize yarayacak bir kitaptan çok, yeni bir dilin alfabesini ispatlarla temelden kurmak ama temcit pilavı gibi dönüp dolaşıp 3 tane algoritmayı 300 sayfa boyunca önümüze koyması biraz karizmayı çiziyor. 8( Bunun tam tersi bir örnek olarak ise rahatlıkla Peter S. Pacheco’nun Parallel Programming with MPI‘ını verebilirim. Peter Amca anlatacağı şeyleri o kadar doğallıkla ve sevecenlikle sunuyor ki! Hastası olduğum Michael Morrison’ın Understanding Quantum Physics : A User’s Manual‘ından sonra roman gibi bir solukta okuduğum ikinci fizik/bilim/lala kitabı..
Ece Baby RÖÖÖAAAARRGGHH! (ya da Nenni Kuzu)
Ece yeni doğmuştu, bir akşam o omzumda, klasik pozisyonda iken, NTV’de çok merak ettiğim Punk Attitude isimli belgeseli seyreyliyordum ben de. Müzik en gürültülü hale gelmişti ki (galiba Misfits vardı o sırada ekranda), kuzu rahatsız olmuş mu diye şöyle bir baktım ki, bizimkisi mışıl mışıl uyuyordu! Genelde Ece’yi (Varttina’dan arak) Fince olduğunu düşündüğüm uydurma ninnilerle uyuturum ama gürültülü müzikten de hayli hoşlandığını rahatlıkla söyleyebilirim. Dün uykusu olduğu halde bir türlü uyumuyor, sürekli huysuzlanıyordu ki, Therion – Crowning of Atlantis‘i çalmaya başladım ve albüme de adını veren ilk şarkının sonuna gelmeden kuzu mışıl mışıl derin bir uykuya daldı. Yalnız CD’yi bölümde bırakmışım, bu sabah yine huysuzlanınca, hazırda Deep Purple vardı, oradan Rush‘ı çaldım ama bana mısın demedi. Ancak uzun arayışlar sonucu bulduğum Death – Individual Thought Patterns‘i koymamdan sonradır ki, gene mışıl mışıl bir uykuya geçiş yaptı. 8) Sonuçta Bengü hamileyken kıza bol bol dinlettiği Mozartların arasından ona Therapy? – Never Apologise Never Explain‘den Die Like A Mazhar-Fuat-Özkan’ı dinleten ben değil miydim, şimdi niye şaşırıyorum! 8) Eee bir de kız halaya.. faktörü var tabii ki: Neslihan, Çetin, Ulaş Halalarından Therion’u, Sezen Halasından da Therapy?’yi kapmıştır mutlaka (Bu minvalde Barış Halasından da After Forever’ı kapmış olsa gerek, bir dahaki uyku saatinde bir tatbik edelim bakalım ;)…
Raymond Carver
Bugün, tatilde Side’de okumaya başladığım Raymond Carver’ın Will You Please Be Quiet, Please?‘ini bitirdim. Raymond Carver, O. Henry ve Roald Dahl ile birlikte, hikayelerini okumaktan epey hoşlandığım bir yazar (O kadar çok hikayelerini okumamış olsam da). Beni gençliğimde Aşktan Söz Ettiğimizde Sözünü Ettiklerimiz ile vurmuştu yerden yere… Zaten onun edebiyatta yaptığı şeyi Edward Hopper resimde, Tom Waits de ilk albümlerinde yapmakta (Ayrıca Tom Waits’in hem Short Cuts‘da oynuyor oluşu, hem de Nighthawks at the Diner‘da kapak olarak Hopper’ın Nighthawks‘ını kullanması iyice köprülüyor bu üç ismi. Bir detay daha : Hopper İletişim’den çıkan Aşktan Söz Ettiğimizde Sözünü Ettiklerimiz‘in de kapağını süslüyor ki, bu detay Amerikan ve İngiliz baskılarında bile yok!)
Carver sakince, dipten giderek, bütün o önemsiz ayrıntılara şöyle bir değinerek anlatıyor anlatacağını. Sanki size bir hikaye anlatırken sigarasını içeduran, gözü ötelere dalan, etrafından geçenlere bakıp da anlatıya ara veren yaşlı bir dayı gibi. Sonra bazen göstererek, bazen hiç çaktırmadan yapıyor yapacağını. Bazen tek bir cümlede hatta bir tek sözcükte saklıyor bütün manayı, hikaye bittikten sonra olacakları.
Ve bazen onu bile yapmıyor. Hayat gibi.
Hayat gibi sıradan.
Aşağıdaki alıntı toplamaya adını veren “Will You Please Be Quiet, Please?” hikayesinden. Ralph, ısrarlı zorlamaları sonucunda karısı Marian’a vaktiyle onu aldattığını itiraf ettirtmiş, şüphelendiği bu gerçek yine de onu çarpmış, bir müddet sebepsizce gezdikten -ve bir kavgaya karıştıktan sonra- evine dönmüştür:
[…]He came at last to his house, porch light on, windows dark. He crossed the lawn and went around to the back. He turned the knob, and the door opened quietly and the house was quiet. There was the tall stool beside the draining board. There was the table where they had sat. He had gotten up from the couch, come into the kitchen, sat down. What more had he done? He had done nothing more. He looked at the clock over the stove. He could see into the dining room, the table with the lace cloth, the heavy glass centerpiece of red flamingos, their wings opened, the draperies beyond the table open. Had she stood at that window watching for him? He stepped onto the living-room carpet. Her coat was thrown over the couch, and in the pale light he could make out a large ashtray full of her cork cigarette ends. He noticed the phone directory open on the coffee table as he went by. He stopped at the partially open door to their bedroom. Everything seemed to him open. For an instant he resisted the wish to look in at her, and then with his finger he pushed the door open a little bit more. She was sleeping, her head off the pillow, turned toward the wall, her hair black against the sheet, the covers bunched around her shoulders, coven pulled up from the foot of the bed. She was on her side, her secret body angled at the hips. He stared. What, after all, should he do? Take his things and leave? Go to a hotel? Make certain arrangements? How should a man act, given these circumstances? He understood things had been done. He did not understand what things now were to be done. The house was very quiet.
In the kitchen he let his head down onto his arms as he sat at the table. He did not know what to do. Not just now, he thought, not just in this, not just about this, today and tomorrow, but every day on earth. Then he heard the children stirring. He sat up and tried to smile as they came into the kitchen. “Daddy, Daddy,” they said, running to him with their little bodies. Ralph stepped quickly into the bathroom and locked the door. “Is your father here?” he heard Marian calling. -Where is he, in the bath¬room? Ralph?” He heard her waiting at the door, he saw the knob turn again, and then be could hear her moving around the kitchen, getting the children break¬fast, trying to answer their questions. He looked at himself in the mirror a long time. He made faces at himself. He tried many expressions. Then he gave it up. He turned away from the mirror and sat down on the edge of the bathtub, began unlacing his shoes. He sat there with a shoe in his hand and looked at the clipper ships making their way across the wide blue sea of the plastic shower curtain. He thought of the litde black roaches in the tablecloth and almost cried out Stop!. He unbuttoned his shirt, leaned over the bathtub with a sigh, and pressed the plug into the drain. He ran hot water, and presently steam rose. He stood naked on the tiles before getting into the water. He gathered in his fingers the slack flesh over his ribs. He studied his face again m the clouded mirror. He started in fear when Marian called his name. “Ralph. The children are in their room playing. I called Von Williams and said you wouldn’t be in today, and I’m going to stay home.” Then she said, “I have a nice breakfast on the stove for you, darling, when you’re through with your bath. Ralph?” “Just be quiet, please,” he said. He stayed in the bathroom until he heard her in the children’s room. She was dressing them, asking didn’t they want to play with Warren and Roy? He went through the house and into the bedroom, where he shut the door. He looked at the bed before he crawled in. He lay on his back and stared at the ceiling. He had gotten up from the couch, had come into the kitchen, had … sat… down. He snapped shut his eyes and turned onto his side as Marian came into the room. She took off her robe and sat down on the bed. She put her hand under the covers and began stroking the lower part of his back. “Ralph,” she said. He tensed at her fingers, and then he let go a little. It was easier to le go a little. Her hand moved over his hip and over his stomach and she was pressing her body over his now and moving over him and back and forth over him. He held himself, he later considered, as long as he could. And then he turned to her. He turned and turned in what might have been a stupendous sleep, and he was still turning, marveling at the impossible changes he felt moving over him. Raymond Carver, “Will You Please Be Quiet, Please?” |