Childe Ece To The Tatil Came

ece_tatilde_20070811_arturPazartesi sabah apar topar ve bir miktar da emr-i vâki ile ailecek tatile çıktık. Pzt-Sal-Çar Ece’nin dedesinin yanında, Altınoluk’ta idik, Per-Cum-Cts de Bengü’nün dedesinin yanında, Ar-Tur’daydık (i.e., her şeyin başladığı yer). Detayları -belki- sonra yazarım, “belki” diyorum, zira ne zaman bir şeyi buradan “sonra yazacağımı” duyursam, yazmıyorum, yazamıyorum, geçip gidiyor. İşte böyle. Bu hafta maraton var, evi 20’sinde boşaltıyoruz zira.

Gidiyoruz, hazırlanıyoruz, ayağımıza dolananlar..

Tanıdık/tanımadık herkese selamlar.. Bildiğiniz/bilmediğiniz üzere, eylül başından itibaren Hollanda’da yaşamaya başlıyoruz. Taşınmak genelde zevklidir – çocukluk yıllarımda bol bol taşınırdık, bir sürü kayıp eşyalar ortaya çıkar, koliler teker teker açılır aranan acil bir şeyi bulmak için. Tertemiz bir eve gidersiniz, keyfinizce yerleşirsiniz, hele o ilk günkü yerleşmenin sonunda, o evde ilk defa yapıp da içtiğiniz yorgunluk çayının tadı bile başkadır…

Bizim için pek öyle bir durum söz konusu olamıyor ne yazık ki… Eşyaları bizimle birlikte taa oralara götüremeyeceğimizden, elden çıkarmaya karar verdik. Satabilirsek çok mutlu olacağız. Satamazsak bağışlayalım diyorduk, “eski dost” Lösev’in sayfasına bakınca sinirim tepeme çıktı, sanırsınız ki biz onlardan bir şeyler istiyoruz. Neyse, sonuçta bize epey yakınlar, ama bildiğiniz “eşyaları bizzat gelip alabilecek” kuruluşlar varsa ve haber ederseniz seviniriz. Sonuçta eşyaları elden çıkarmamız zaruretten, yoksa severek kullandık, yeni de sayılırlar, ayrıca feng-shui, pozitif enerji, habitat filanla da doldurduk kullandığımız seneler boyunca 8)

Eşyaların listesine buradan ulaşabilirsiniz. Fiyatları hepsiburada.com’daki benzerlerine baka baka belirlemeye çalıştık. Pek boyut belirtmemişim, onu fark ettim, akşama ölçerim. Şimdi yavaş yavaş okula kayıt sezonu filan başlıyor ya, sizin ihtiyacınız olmasa bile tanıdıklara iletirseniz çok sevinirim. Kolay ulaşsınlar diye, soldaki Bağlantılar menüsünün en tepesine ekledim.

Boynu bükük puflar...

Herr Doktor ist in!..

Sevgili İdris’le, Austin Powers’ta en çok güldüğümüz sahnelerden biriydi şu:

DR. EVIL
In a little while, you’ll find out
that the Kreplachistani warhead has
gone missing. Well, it’s in safe
hands. If you want it back, you’ll
have to pay me…ONE MILLION DOLLARS!

The UN representatives are confused. Number Two COUGHS.

DR. EVIL
(frustrated)
Sorry. ONE-HUNDRED BILLION DOLLARS!

The representatives ARGUE amongst themselves.

UNITED NATIONS SECRETARY
Gentlemen, silence!
(to Dr. Evil)

NOW, MR. EVIL…

DR. EVIL
(angry)
Doctor Evil! I didn’t spend six
years in evil medical school to be
called ‘mister’.

UNITED NATIONS SECRETARY
Excuse me. Dr. Evil, it is the policy
of the United Nations not to negotiate
with terrorists.

DR. EVIL
Fine, have it your way. Gentlemen,
you have five days to come up with
one

hundred billion dollars. If you fail to do so, we’ll set
off the warhead and destroy the world.

UNITED NATIONS SECRETARY
You can’t destroy the world with a
single warhead.

DR. EVIL
Really? So long.

The screen goes BLANK.

DR. EVIL
(to evil associates)
Gentlemen, in exactly five days from
now, we will be one-hundred billion
dollars richer.
(laughing)
Ha-ha-ha-ha.
(slightly louder)
Ha-ha-ha-ha.

EVIL ASSOCIATES
(laughing with him)
Ha-ha-ha-ha.

DR. EVIL & ASSOCIATES

(LOUDER AND MORE STACCATO)

HA-HA-HA-HA-HA!

(louder again, and even more evil and maniacal)

HA-HA-HA-HA-HA-HA-HA-HA!

(PAUSE)
Ohhhh, ahhhhhh…
(pause, quieter)
Ohhh, hmmmm.
(pause, very quiet)
hmn.

There is an uncomfortable pause, because clearly we should
have FADED TO BLACK. The evil associates look around the
room, not knowing what to do with themselves.

DR. EVIL
Okay…Well…I think I’m going to
watch some TV.

EVIL ASSOCIATES
Okay. Sure.

They exit the frame awkwardly.

Sonunda, ne zamandır beklenen oldu ve ODTÜ Fizik Bölümü tarafından Nükleer Başlık olmasa da, en az onun kadar etkili (show me the button, I’m the Doctor..) bir “şey”le ödüllendirildim. Artık sokaklarda, karanlıklarda, karanlık sokaklarda (yeter şart) yalnız başınıza dolaşırken daha dikkatli olmanızı gerektirecek bir gerçek daha var… Evet, evet, tam da o.

[Ayrıca] Savunmam sonrasında çekilen güzide bir resim, buyurunuz, buyurunuz:

Doktora Savunmam, 20070718
Zeynep Deniz Eygi, Özge Amutkan, Emel Kilit, Rengin Peköz, Ece, Bengü, Deniz Tekin, Hande Üstünel, Nazım Dugan, Elif Yurdanur

Yani kısaca: Gelebileceğim en güzel yerde idim şu 7 senedir. Meğer O güzel insanlar bu güzel bölüme gelmişler.

Severiz Biz Seda’yı.

Blog yazarken insan, öncelikle arkadaşlarının okuyacağını düşünüyor, sonrasında tanımadığı insanların bir şekilde bir şey arayıp geldiklerini, bir kelebek misali sayfaya konduklarını, sonrasında da belki şu servisteki kızın, “kim arıyordu diyeyim?” diye sorunca, isminizi, cisminizi belirttiğiniz şu sekreterin, bir şekilde bir yerlerde isminizi duyan bir kişinin okuduğunu düşünüyor. Sizin blogunuzu okuduğunu düşünmediğiniz / var sayamadığınız / ön göremediğiniz ve dahi tersaneleri zapt edilmiş olan akrabalarınız klasman dışı her zaman! O yüzden de sürprizleri daha bir etkili oluyor.

Seda, Bengü’nün akrabası, “bunun dışında” çalışmalarını hayli beğendiğimiz bir sanatçı (grafik sanatçısı yeterli olmuyor, değil mi tanıma). Nesri de güçlüymüş, şimdi bloguna bakarken keşfettim:

Akrabalık olayları, akrabalık vasıtasıyla tanışma olayı (“akraba in law”) hakikaten garip olaylar. Bonus gibi 8)

Seda Hepsev, Yutan Eleman, 2007

“Yiyiyorum yiyiyorum bitmiyor” dedim.
“Gidip gidip varamamaktan iyidir” dedi.
“Öyle söyleme” dedim ben de. “Gitmek iyidir, hem yolda olmak zaman kaybı degildir ki.”
Sonra bir gün yolda karşılaştık. Ama gittiğimiz yönler farklıydı. Tam da bu yüzden karşılaştık.
“Aynı tarafa gitseydik birbirimizi göremezdik ki” dedim.
“Hep iyimserdin sen” dedi.
Zaten biz de kucaklaşmadık, selamlaştık sadece.

“Hangisi daha kötü hissettirir sence?” diye sordum. Çok güzel bir rüya görürken uyanmak mı, yoksa kabus görüp uyanmak mı?”
Cevap vermedi.
Galiba en son gördügü rüyayı hatırlamaya çalışıyordu.

“Çok yalnızım ben” diyerek geldi bir gün. “Hatta o kadar yalnızım ki, dünyada bir tek ben yalnızmışım gibi hissediyorum.”
“Gidip bir köpeğin gözlerine bak, iyi gelir” dedim.

“Görüşürüz demek gerçekten görüşmek anlamına gelmiyor biliyor musun?” dedim.
Alaycı bir biçimde hafifçe gülerek, “bu bir soru mu simdi?” dedi.

“Aklıma gelmişken” dedim. “Ben sandığın kadar iyimser değilim. Mesela bahar aylarını hiç sevmem.”
“Zaten o yüzden iyimsersin” dedi. “Bahardan başka üç mevsim daha var.”

Gelip, kulaklıklarımı kulaklarımdan çekip bağırarak birşeyler söyledi. Ama o kadar yakından söyledi ki, ben yine duyamadım. Daha doğrusu anlamadım.

“Belki de bunların hepsi birer isarettir” dedi. “Prenses Mononoke’de de öyle söylemiyorlar mıydı: Kaderini degistiremezsin ama onunla yüzlesebilirsin.”
“Boşver, hepsi tesadüf” dedim.
Herkes gibi o da inanmak istemedi. Ben de, herkesin bir bildiği var mıdır acaba diye düşündüm.

Aradan uzunca bir süre geçti. Tekrar bulusup konuştuklarımızı hatırladık.
Gülüp geçtik.
Bir baktık, büyümüşüz.

Seda Hepsev

Bugünlerde

Bugünlerde ve bugün bol bol bisiklete bindim, Nazım sağolsun. İki tekerlekli, yarış bisikleti, öyle yanlarda destek tekerleri de yok, ayrıca oturunca seleye, ayaklarınız yere değmiyor, o derece yani. ODTÜ’yü turladım turladım bir güzel. Doktora komitemdeki Oğuz Hoca’ya (Gülseren) gitmeme gerekiyordu Bilkent’e, kapıya kadar bisikletle gittim, oraya park ettim, minibüse gittim, Bilkent’e gittim, işimi hallettikten sonra minibüse gittim, ODTÜ kapıda indim, o güzel bisiklete bindim, çevirdim çevirdim pedalları. Hollanda’ya sağ salim aksilik olmadan gidebilirsek eğer, yapacağım ilk işlerden biri bisiklet almak olacak. Zaten son bir aydır Bengü ile yediğimize içtiğimize dikkat etmiyor, Nasılsa Hollanda’da bol bol pedal çevireceğiz, veririz..” diyoruz, haydi hayırlısı.

Culture’dan Look to the Windward‘a döndüm, tempo biraz artıyor gibi. Ayrıca dün Bengü ile Hot Fuzz ‘a başladık, kadro tipik İngiliz komedisi fiks kadrosu. Orada, ufak bir roldeki Black Books’un Manny’si, Ian Banks okurken görülüyor, hatta ikinci görünüşünde galiba Culture okuyordu.

Yoruldum, bir de terledim, acıktım da. Saat 17.13 olmuş, birazdan servis için toparlanmaya başlayacağım. Fkk’dan yorum aldım ayrıca, diyeceğim odur ki, benden iyisi yok! 8)

Ha, bir de: Linux’çulara ayın bilmecesi:

Bir ftp sunucum var, SSH’ı yok, FTP’si var
ister ki deli gönül, buradaki dosyaları kendi bilgisayarımdan güzelce editleyebileyim vim ile
ama
her seferinde
vim ftp://lol:olo@xxx.xx.xx.xx/1/2/3/4/5.php
benzeri uzuuuun dosya adları yazmayayım… ya gui’si olsun ya da tercihen ncftp’ninki gibi auto-completion’ı. Fişek patron FUSE ile entegre etmemi önerdi, ben ncftp’den memnun kaldım ama bir sorun var
ncftp default nano kullanıyor, “edit” komutunu vim’e bağlamayı beceremedim.

var mı önerisi olan?

(ödül: Dennis Brown’dan güzel mi güzel reggea şarkıları -ki bu havalarda onlardan iyisi yok!-)