(ya da sizin bilip de, benim önceden bilmediklerim ama artık biliyor olduklarım)
(ya da “… ve bilmek isteyip de soramadıklarınız…” 8P)
Burada uygulaması çok kolay olan ve hayatı kolaylaştıran pek çok şey gördüm. Misal için bkz. aşağıdaki resim:
En soldaki mor şey, fena halde TRT’de Ece’nin çok sevdiği çocuk programı olan “Elma Kurdu Nam Nam”ın baş kuklalarından Hopi’ye benzeyen elyakmaz (bu terimi sanırım ben uydurmuşum – hani şu eldivenler var ya, fırından bir şey alırken, eliniz yanmasın diye kullanırsınız…) Onun sağında, üzerinde bilmemne kaas yazan arkadaş, rendelenmiş kaşar peyniri olup, asıl sürprizi pakedinin açma/kapama kısmında zira amcalar bunu kilitli torba mantığıyla yapmışlar, her daim taze; lastik, tel, selobant uğraştırmıyor. Onun yanında, yandan gördüğümüz koyu yeşil paket Pandan Rijst (Rice). Burada Çinli nüfusun yoğunluğundan olsa gerek, 4-5 farklı çeşit pirinç var, bu Pandan Rijst hem dolgun, hem leziz hem de cinsinden olsa gerek, ne kadar su verirseniz verin (ve tabii ki makul ölçülerde), her daim başarılı sonuç alıyorsunuz. Bu pakedin mucizesi ise bir değil, tam iki tane! İlk olarak, en sağdaki mavi süt kutusunda da göreceğiniz üzere, yan tarafında ölçekli şeffaf bir bölge var, böylelikle pakette ne kadar kaldığını bir bakışta şıp! diye anlıyorsunuz. Pirinç için pek gerekli bir özellik olmasa da, sütün durumundan haberdar olmanız bazen nefsinizi kurtarabiliyor. Gelelim pirinç pakedimizin ikinci özelliğine: ben resme bakınca görebiliyorum ama belki bildiğim içindir. Pakedin ağzı hali hazırda kalınca ve uygun ebatta bir selobantla tutturulmuş geliyor. Siz de kullandıktan sonra, rahatlıkla kapatıyorsunuz, taşma sızma damlama olmuyor. Sütün solunda, üzerinde “Bar-Le-Duc” yazan kutuda su var. Şişeyle bir şey alırsanız, pet şişe bile olsa, şişe parası kesiyorlar. Burada İtalya’daki gibi soda düşkünlüğü yok ama pek su satılmıyor zira herkes harıl harıl musluktan içiyor. Ben pek tadını sevmedim, o yüzden biz dışarıdan alıyoruz ama bizden başka alan da görmedim şimdiye kadar. Yine dikkat ederseniz, süt kutusunda da, su kutusunda da dökme yeri eğimli. Türkiye’de bizi çileden çıkartan bir şeydi bu eğim, daha doğrusu eğimsizlik meselesi. Meyve suyu alırsınız, bardağa koyana kadar, içindeki sıvı ilk dökülme anında çıkışın hepsini kapladığı için hava sıkışır, üstünüz başınız oranız buranız keyfiniz zevkiniz batar, sinir olursunuz. ama işte çözüm bu kadar basit.
Gelelim ikinci resmimize:
Bu resimde daha iyi görünsün diye selobanta zum yaptım, ondan başlayayım: bantın çeperleri zig-zag gidiyor, böylelikle kullanacağınız bant kadarını açtıktan sonra, koparmak için ağzınıza götürüp salya sümük yapmak yerine, en yakın zig-zagdan biraz çekip, kolaylıkla koparıyorsunuz. En soldaki telefona benzer tuşlu beyaz alet ise, internet bankacılığında kullanılan kod üretici. Bankanın sitesine bağlanıp, hesap numarınızı ve kart numarınızı giriyorsunuz, o da size 7-8 haneli bir sayı üretip, bunu bu alete girmenizi istiyor. Siz alete kartınızı takıyorsunuz, şifrenizi istiyor (buradan da anlıyoruz ki, şifreniz dönüştürülmüş şekilde kartta tutuluyor. Eğer Meren burayı okusaydı ya da ben onun sözünü dinlemiş olsa idim, parola / şifre farkını çok zügel veren bir örnek vücuda getirmiş olacak idim ;), şifrenizi giriyorsunuz, bu sefer internet şubesinin verdiği sayıyı istiyor, sonrasında da sizin verdiğiniz bilgilerle bu bilgiyi yoğurup bambaşka bir sayı üretiyor. Siz de bu sayıyı giriyorsunuz, bye bye annemizin kızlık soyadı, bye bye doğduğumuz yer! Çaydanlık muhabbetine gireceğim şimdi ama ben de biliyorum, bunlardan Türkiye’de de var (tea-light olayı) demliyorsunuz çayınızı, koyuyorsunuz oraya, altına da bir tane mum, oh, siz içerken sıcak tutuyor deminizi. Lakin sorulması gereken soru, Türkiye’de 105 tane mumu 3 avroya alabiliyor musunuz (1), eğer alabiliyorsanız bile orada x kazanıyorken verdiğiniz 3 avro ile burada xxx kazanıp verdiğiniz 3 avro aynı mıdır? Bir de Lipton burada yeni bir seri çıkardı, piramit seri, oralara da gelirse tavsiye ederim, Earl Grey’inde yasemin var ve içtiğim en iyi Earl Grey’lerden biri. Bir de serinin orman meyvelerini aldım, kokusundan yenmiyor, nefis bir şey, tadı yoğun yalnız. Bir tane bu orman meyvelerinin piramitinden iki tane de Earl Grey piramitlerinden atıp demliyorum, ohh ohh ohh…
Bir de şu mesele var, okulla ilgili, aslında buna ayrı bir giriş yapacaktım ama iki aydır böyle deyip duruyorum, iyisi mi buraya alayım. Kaynağım TUDelft’in verdiği “International Student Guide”:
Teaching methods and Cultural Differences
Student – staff relationships
You will soon notice that Dutch people are very direct in their manner of speaking. They are also not afraid to criticize others. This assertiveness and directness is not limited to interpersonal relationships outside TU Delft. Also in student-staff relationships, the Dutch tend to find being honest and open far more constructive than being silent or indirect about something for the sake of peace of mind. If you know how to deal with this openness, it can allow for greater clarity in communicating with others, both within and outside TU Delft. Most important, remember it is (generally) not intended to offend.
Student-staff relationships are typically less formal than most non-Western countries. For example, students often call members of staff by their first name, professors as well as lecturers. This may seem a bit strange or even inappropriate to you, but it is not an expression of disrespect. In the Netherlands, people feel that respect is something you earn based on what you do and the personality you are; it does not stem from your wealth, your position or the size of your car. Informality, however, does not mean that lecturers and professors expect to have social contact with their students outside the University; it is purely professional working relationship. Members of the staff do not expect to be offered gifts of any sort. A lecturer must assess his students impartially, and anyone accepting a gift from a student may be seen as compromising his or her integrity.