havale yaz, 777’ye gönder.

Geçen gün bahsetmiştim (bahsetmiş miydim?), işte Kurt Vonnegut (Jr.), "şimdiye kadar bulabildiğimiz bir tek iyi düşünce var, o da merhamet göstermek (affetmek vs..)", işte bugün ondan değil de kötü ikizi Hammurabi’nin "göze göz, dişe diş" intikamından, adalet duygusundan, hak yerini buldusundan bahsedeyim dedim ama şimdi düşününce ondan da değil, daha çok "ödetme"den bahsedeceğim. Sanırım.

Sizi bilmem, ben ne istiyorum? İlk kertede ilahi adalet, yanlarına kalmayacağını bilmek (ölümden sonra yaşamı destekleyen dinlerin mensupları puan kartlarına bir puan eklesinler, diğerleri biraz daha sabırlı olsunlar lütfen). Bunu, başlıkta ve bu cümlenin başında belirttiğim üzere, ilahi merciye havale etmek suretiyle yapabiliriz, bakın yapıyorum, oldu. Bunu başka varyantları da var (inanışınıza ve/ya sinema/manga kültürünüze göre): mesela bütün saflığıyla ve iyiliğiyle bir köye gelip, orada her türlü (maddi und manevi) sömürüye uğradıysanız, belki filmin sonunda paşa (mafya) babanız (James Caan) gelip, bütün köyü ateşe verir (Lars von Trier – Dogville); ya da yanınızda sizi kayıtsızca seven, canınızı sıkan, size kötülük yapan, yolunuza çıkan kim olursa olsun gözünün yaşına bakmayan bir robot/deney ürünü bir şey vardır (James Cameron – Terminator 2; Adam Wingard – The Guest); hiçbiri olmadı, bulursunuz bir defter, oraya kimin ismini yazarsanız ertesi gün o kişi ölüverir (Tsugumi Ohba – Death Note). Benim kişisel tercihim sonuncunun biraz daha ince işlenmiş hali: daha evvelden de bahsetmiştim, bunun bir sanal dünya, bir simülasyon olduğunu düşünün, facebook/twitter gibi sosyal bir medya gibi bir şey: şu takdirde ben, benim canımı sıkanı "yok sayabilir" (ignore), çok da uğraşmak istemiyorsam o kişinin n. dereceden arkadaşlık çevresinde olanların da benim sayfamı ("yaşamımı") görmelerini engelleyebilirim. Problem çözüldü, çok katılımcılı cennet. Biraz daha rafine versiyonda, benim bu sistemin veritabanına (mümkünse MySQL olsun lütfen)  erişimim var, bütün parametrelerle oynayabiliyorum, aşağıdaki xkcd bantının aksine, geri de alabiliyorum (always backup! yoksa SELECT * FROM GHOSTS;):

Tabii ki en iyisi, sadece sizin olmanız (pörsınıl hivın), her şeyin size bağlı parametrelerle kontrol edilmesi, biraz yapay zeka, biraz hüzün… Neyse, ne diyorduk: böyle bir şey yok (şimdilik – olursa haber veririm tabii ki mutlaka, aşk olsun!)

Bu girişte yeni bir şey yok aslında: ilahi adalet için ilahi merci konusunu şurada (şurada = "İyi ile kötünün bahçesinde geceyarısı. (23/07/2009)"); veritabanı mevzuunu burada (burada = "Şeytanın SQL Queryleri (20/05/2008)"); sanal kişisel cennetleri orada (orada ="deja vu, oyunlar simülatörler..(ve intikam! intikamımız ne olacak?) (08/12/2010)") tırtıklamışlığım vardır vaktiyle. Banks (Iain M.) taa seneler önce Feersum Endjinn‘de (1994 mü neydi, daha Wachowski’ler matrix’e vektör diyorlardı), hele Stanislaw Lem Gelecekbilim Kongresi ile 1971’den huuu! çeker, o yüzden pek böbürlenecek bir şeyim, bir orijinalliğim de yok hani (ama xkcd’den 6 sene önce yazmışım ilahi veritabancılığı olayını har har har, ho ho ho! ühü ühü ühüüü!..)

Neyse, boşverin şimdi bunları, bir de-… (TL;DW)

Ha gayret, az kaldı düze çıkmaya…

Haberin* çoğu su, azı vişne konsantresi ama olsun. Bunlar başlangıç. Hayırlısıyla ölmeden görsem şu evrenin sanal olduğunu, daha ben ne isteyeyim.

* Physicists say they may have evidence that the universe is a computer simulation (Fizikçiler evrenin bir bilgisayar benzetimi olduğuna dair kanıt bulmuş olabileceklerini söylüyorlar)
http://truebook.org/?p=423

bir de "Büyük J" vardır, candır (kargaya yavrusu kuzgun görünürmüş).

Gürer ve ben, bir zamanlar, lüks tüketim maddeleri üzerine

– Doğrusunu istersen pek bilmem orasını Sokrates, ama insanların alışveriş işlerinde olsa gerek.

– Evet, dediğin doğru belki; ama gel üşenme de bu işi inceleyelim. Böylece düzene giren insanların nasıl yaşayacaklarını düşünelim önce, onlar ekmeklerini, şaraplarını, yiyeceklerini, kunduralarını yapacaklar; evlerini kuracaklar, yazın çoğu zaman çıplak, yalınayak, kışın da üstlerine, ayaklarına bir şeyler giyip çalışacaklar. Arpadan, buğdaydan yapacakları unları kâh pişirip, kâh yoğurup güzel çörekler, ekmekler hazırlayacaklar. Yanlarına serdikleri hasırların, temiz yaprakların üzerine dizecekleri bu ekmek ve çörekleri sarmaşık, mersin yaprakları üzerine uzanıp, çocuklarıyla beraber keyifle yiyecekler; üstüne de şaraplarını içecekler. Aç kalmaktan, savaştan çekindikleri için de gelirleri ölçüsünde çocuk yetiştirecekler, değil mi?

Glaukon söze karıştı:

– Görüyorum ki, sen de insanlara kuru ekmekle ziyafet çekiyorsun.

– Haklısın, Glaukon, dedim; unutmuşum. Tabii onların tuz, zeytin, peynir gibi katıkları da olacak. Soğanla, lahanayla köy yemekleri de pişirecekler. Önlerine incir, nohut, bakla gibi çerezler de koyacağız. Bir yandan mersin yemişiyle palamudu küle gömecekler, bir yandan da azar azar içecekler. Barış ve sağlık içinde böyle tabii bir yaşayıştan sonra, ihtiyarlayıp ölecekler (kötü kalpli ninjalar). Ölünce de (kurtlar etlerini yerken "şiiişt!" diye bir ses çıkarıyorlardı, korkunç bir sesti, hayatınızda hiç böyle bir ses duymamışsınızdır / yanılıyorsunuz, çok duydum, eski polisler buna "azrail’in sesi" derler), aynı yaşayışı çocukları sürdürüp gidecek.

Platon, Devlet, İş Bankası Yay. çeviri:SE – MAC, ikinci kitap, 372. kısım.

Demek ki neymiş? Tuz, zeytin, peynir; soğan, lahana; incir, nohut, bakla; mersin yemişi ile palamut… Daha ne istiyorsunuz! (Schopi de böyle demekle birlikte o Hindulardan aktarmalarda…)

😛