Neko Case’in albümü The Worse Things Get, The Harder I Fight, The Harder I Fight, The More I Love You (isme bak! Neko değil de, Miranda July çalışması sanki) 3 Eylül’de çıkacakmış. Haydi bakalım.
Jon Hamm kim, bilemeyeceğim (Mad Men dizisindenmiş galiba – yoksa Office miydi? Baktım, Mad Men’denmiş) ama güzel demiş AV Club’taki röportajında:
Fleetwood Mac, “Don’t Stop”
JH: This is a perfect 41-year-old white guy song to end on. Bill Clinton’s favorite song. It’s the perfect end to this ridiculous mix of songs. But I do really like Fleetwood Mac. I unapologetically like those guys. I have a very soft spot in my heart for all late-’70s/early-’80s popular music, whether it’s Steely Dan or Fleetwood Mac or fill-in-the-blank. It was the formative years of my life, and I unapologetically, lustily celebrate it. So there.
AVC: Did you fall for Stevie Nicks or Christine McVie?
JH: I mean, forget about it. Stevie Nicks, you know? There’s a lot of scarves. She had a cool voice. And I just love Lindsey Buckingham’s work on “What Up With That?” What can I say?
———————————
yani özetle, AV Club soruyor: “Stevie Nicks’e mi vurulmuştun, yoksa Christine McVie’ye mi?”, Jon Hamm de “Bırak allasen, Stevie Nicks yahu! Bir sürü şallar filan, müthiş bir ses. Daha da işte Lindsey Buckingham’ın Saturday Night Live’daki “What Up With That?” skeçine nihayet -gerçekten- konuk olduğu çok komik sekans da var, daha ne diyeyim?
İşte pek bir alakasız blog oldu ama aklıma geldi yazdım. Zaten bu aralar kafam da, aklım da böyle, epey alakasız, epey karışık… Neyse, neyse ki Fleetwood Mac var, haydi sohbeti açalım biraz bari — bu aralar Lucky Soul dinliyorum bol bol, Florence+the Machine’in Ceremonials’ına sardım (o kadar laf ettikten sonra, biliyorum, biliyorum), lokal olarak Delafe y las Flores Azules’in albümünü aldık geçen gün, Ece ezberledi bile şarkıları. Bir de Danimarka’dan Agnes Obel diye bir hatun keşfettim, su müziği diye bir terim uydurdum kendisini tanımlamak için. Şarkılardan Spoon – Underdog, Chromatics’ten Running Up That Hill cover’ı. Doğum günümde Bengü bana süper mor kulaklık aldı, çok hoşuma gidiyor onlardan dinlemek… Ah, bir de Radiohead/Smashing Pumpkins/Pixies ruhum depreşiyor aralarda (kafamı da onlar karıştırıyor zaten). Massive Attack – Inertia Creeps‘i bilirsiniz tabii, peki Massive Attack – Inertia Creeps olduğunu biliyor muydunuz? No Doubt’ın yeni single’ını beğenmedim, üzüldüm beğenmedim diye, Greenday’in yenisine biraz daha şans vereceğim.
Buraya geçen hafta Garbage, Radiohead, Cure geldi, gitmedim tabii, aklım da kalmadı. Bob Dylan da geldi, Guggenheim’de lokal konser bile verdi sırf gideyim diye, gitmedim kardeşim, ne işim var.
Bu resim de getxophoto ile alakalı, çok ama çok beğendim:
Bugün aklıma güzel güzel Type O Negative’in "My Girlfriend’s Girlfriend"i takılmıştı, takılır a, ondan başladık, epey bir gittik beraber (2010 yılında solist/basçı Peter Steele ölmüş, grup da dağılmış, bilmiyordum, öğrenmiş oldum).
Sonra tam böyle hörröö hörrööö şarkıda giderken aklıma bu sefer de "Batı Yakası Hikayesi"nin şarkıları geldi. Ya bir yandan söyleniyorum kendime "bu ne perhiz, bu ne lahana turşusudur, Sururiciğim bu gidişin hayra değil, bu gidişin gidiş değil!" diye, bir yandan da açtım bir "Maria", peşinden de "America" dinledim, sonra gene Type O Negative’e döndüm, oturdum bu girişi döşendim, belki yaptığımdan utanırım diye, bak hala tık yok.
——————–
Alakasız hamiş: Geçen gün/hafta aklıma "These are not the droids you are looking for."la ilgili çok güldüğüm bir varyasyon gelmişti, ama çok spesifikti, galiba sadece Gürer Beyciğimle paylaşabilecek bir detay içeriyordu ama işte unuttum ne olduğunu. Bugün ilgili cümleyi ("These are….") bir başka yerde paragraf içinde kullanınca, böyle bir espri(m) olduğunu ve o espriyi unutmuş olduğumu fark ettim. Hayat işte. Löm.
Eleanor Friedberger – I Won’t Fall Apart On You Tonight (2011)
Vampire Weekend – Jonathan Low (2010)
Mr. Big – Wild World (1993)
Blondie – Maria (1999)
Takalo, Pirritx & Porrotx – Maite Zaitut (2006)
La Oreja de Van Gogh – La Niña Que Llora en tus Fiestas (2011)
Stevie Nicks – Rock and Roll (2007)
Elastica – Smile (1995)
Therapy? – Sister (1999)
+ Emre Sururi’den terennümler, bir şeyler, bir şeyler…
İndirmek için bu bağlantıyı takip ediniz / Please follow this link to proceed with download.
Çözülmesi gereken gizemler:
# Neden ansızın Lamia’dan bahsediliyor, bağlantı nedir? Neden o ana kadar kısık olan ses, normale dönüyor? (ya da dönüyor mu?)
# Eclipse ile Twilight aynı vimpir şeyleri midir?
# "Steve Nicks’in Led Zeppelin’in Rock and Roll’unun cover’ını koymak" tümcesi, kaçıncı dereceden bir zincirleme isim tamlamasıdır, Scrabble’da kaç puan getirir?
"Sister" Semi-Detached‘den değil, Suicide Pact – You First‘ten. Lean into it‘in kapağı binaya geçirmiş bir lokomotif değil, duramayıp istasyon binasından çıkmış bir lokomotif. Bu B.’nin (N.’nin) ilgili blog girişi, bu da Noche De Paz (Stille Nacht). Üçleme fikri devam ediyor, listeler hazır, bakalım…
Bir önceki yılın müzik listesini, vaktinde, 31 Ocak’ta yapmışım, Pixies filan demişim, ardından da bildiğiniz üzere $izoSuru’larla devam etmiştim. İyi yapmışım. Şimdi de, geçen sene yaptığım gibi, last.fm’deki sayfamı açıp bir bakayım müsadenizle:
Eleanor Friedberger ile The Concretes, biri yeni, taze, diğeri eskilerden (~2000) hanım arkadaş, arkadaşlar. Bu sene bir de Lucky Soul‘u keşfettim (onlar da 2000lerin ikinci yarısından). Eleanor Friedberger’i sevme sebebim -tek başına olarak- saç modeli olamaz tabii ki, şarkıları da güzel (hele de I won’t fall apart on you tonight‘ı!). Bu sene bir sürü (bkz. adı geçen eserler + -"kontraversiyonel" Beth Orton, mesela) hanım şarkıcı ile tanıştım, az bildiklerimizle kaynaştık. Sevdiklerimizden bir tanesi ile (Florence + the Machine) bozuştuk, diğerleri (Neko Case, She & Him) ile el ele göz göze devam ettik.
Bu sene sormayın, geçen seneden beter yumuşadım. Geçen sene bir yerlerden Warbringer’ – Waking into Nightmares’ı bulup vaziyeti kurtarmıştım, diyordum, baktım şimdiŞ Mayıs 2010. Geçen sene Pixies’le durumu kurtarmışım. Bu sene fena, çok fena. Neyi desem ki: Metallica’nın hakkını vermeye çalışıp durduğum Death Magnet’ini mi (özellikle de taka taka taka taka… durmaksızın giden All nightmare long / bir de ara ara St. Anger’dan Invisible Kid dinlemek hobilerim arasındadır, ben Uygar, 24 yaşındayım, yarışmacı arkadaşlara başarılar dilerim)? Ara ara dinlediğim, gençliğimin favorilerinden Exodus – Impact is Imminent albümünü mü, yoksa bu sene dinlemeye başladığım Dog Eat Dog – All Boro Kings’i mi? Yadsınamaz tabii ki bunlar – Slayer – South of Heaven, Anthrax – Persistence of Time (ve dadaşlar), Bad Religion – Stranger than Fiction (Emir Ar-tur’a geldiğinde, böyle çok güzel Bad Religion’lı sweatshirt’ü vardı / Emir Ar-tur’a geldiğinde bir sürü biri sürü şey vardı olmaya bekleyen / Emir’in bir saati vardı / Hiç durmadı) sık sık, yıllardır dönüp durduğum liseniversite göz ağrılarım sonuçta.
Sert arkadaşları böyle bir kalemde geçtiğimize göre pop’a dönebiliriz. Kate Nash, Merry Happy ile tuttu, yakaladı bizi. Kendisini taa ilk zamandan, Foundations’dan tanıyoruz tanımasına ama daha bir merak etmemiz işte Merry Happy sonrasına rastlar. Do-wah-do, Kiss that grrrl, Paris, I just love you more, hele ki Take me to a higher plane, fantastik bombastik Later On, … sizin de fark ettiğiniz üzere neredeyse bütün albümü saydık döktük. İşbu nedenledir ki, bu yılın albümü açık ara ile: Kate Nash – My Best Friend is You. Buraya da vaktiyle yazdığımız üzere, ki ona da baktım az evvel, yazmamışım (en azından blog girişi olarak, dur bir de yorumlara bakayım… -Hande’nin deyişiyle/yazışıyla ncık, yorumlarda da bulamadım, e deyivereyim (gayrı): Dancing at discos / Eating cheese on toast’u kafiyeliymişçesine söyleyebilen kim olsa yılın listelerinden bir payeyi hak eder. Üstelik sanatçı kişiliğini ayrı, normal (sakat) kişiliğini ayrı seviyoruz (kendisini yakınen tanırız, yanaklarını sıktırırız her gördüğümüzde). İyi kız, bahtı da açık olur inşallah. Resim koyayım, blog şenlensin, kalbime gir bahar ol (canımı ye).
bkz. terbiyesizin önde gideni. ama seviyoruz, ne yapalım.
Bu senenin sonlarına doğru -utana sıkıla okunacak buralar- Bengü Lady Gaga’ya (Alejandro ve Bad Romance ekseninde, yalnız mutlaka her dinleyişte Lady Gaga’ya merhamet dolu bir şekilde acınacak, "yazık…" nidaları ağızdan dökülecek 8), bense (ve gene bir Sururi-Nergis işbirliğinde) Kate Perry – Hot’n Cold’a fena halde takıldık. Siz bizi boşverin sevdicekler, kaçın, kaçın kendinizi kurtarın. Eğer Bengü’nün bir blogu olsaydı, eminim La Oreja de Van Gogh – Partilerde ağlayan kız macerası hakkında da yazardı, hatta belki de şarkıyı bile koyardı o girişe. Ah keşke, keşke bir blogu olsaydı! (Tanrım size bir salıncak).
Başka neler yazacaktım ki ben (bugün günlerden pazartesi). Listeye bir daha göz atalım… Ah tabii ya, yılın şarkısı. Yılın şarkısı açık ara Martin Solveig – Hello (Belçika’da Ece’yle marketteyken bunun böyle Nouvelle Vague tarzında bir cover’ı çalıyordu, beklenenin aksine fena da değildi, aradım sonradan (bu [Marieke de Haan – her büyük göz makyajlı hanım sheryl manson olmak zorunda değil, değil mi?] olabilirdi, olsa idi ama değil idi, hello – a – a – ah…), bulamadım internetlerde bile – Orçun Künek albüm adlarına benzedi). Yılın müzik olayı, tabii ki $izoSuru podcastlerim (Avrupa’da yankıları hala sürüyor 8P).
Benim güzel kız kardeşim the national all, John Grant – Queen of Denmark ve Morphine – Like Swimming dinlemiş bu sene, $izoSuru’dan gayrı — bir tek Morphine’i biliyorum (ama onu da iyi bilirim hani), ilahi kızılcık, ne olacak, biz de bu sene dinleriz, öğreniriz, tıpkı Room Eleven, Mark Foggo, the Unthanks, De Staat’ı öğrendiğimiz gibi kendilerinden. Aslan Brian neler dinlemiş? derseniz, o da mektubunda (ki yılın mektubu seçildi 30 Aralık tarihli ilgili mektupları), [sururi bu noktada yakın gözlüğünü takar, mektubu gözlerine iyice yaklaştırır, gözlerini de başını eğmek sureti ile mektuba] Primus – Green Naugahyde, Arcade Fire – the Suburbs, de Kift – Brik, PJ Harvey – Let England shake, ve Barry Adamson’dan Stranger on the Sofa / ya tesadüfe bakar mısınız, bu paragrafı yazarken benim pikapta da Ryan Adams – The Shadowlands çalıyordu ki, yazınca fark ettiğim üzere, Barry Adamson değil imiş ama olsun, kem küm gak guk.
Efe’yle Belçika’daki akşamlarımızdan birinde birbirimize -başka birkaç şeyin yanısıra- dinlediğimiz müzikleri de gösterdik. Onun gösterdiklerinden bir tek Carrousel – Reviendra kaldı aklımda, bir de Olivia Ruiz’in bir zenci kardeşimizle yaptığı rap bir şeysi (ki pek beğenmemiştim o ikinciyi). Ama Carrousel güzel, bizim buraların (Bask elleri) müziğini de andırıyor (akordiyon münasebetiyle, Kepa Junkera bu arada, merak ederseniz).