Bu aralar normal müzik güzergahımda ilerlerken, yolda yeni gruplarla tanışıyorum: Editors, Mission of Burma, The Chameleons, Interpol (gerçi Interpol’ü Joy Division araklarından dolayı ancak uzaktan seviyorum (guilty pleasure). Yani 25 yıl öncesinin müziğini bugün de dinlenebilir şekilde yapmak başarı ama özgünlükleri yok (onun arabası var)). Zaten Chameleons ile Interpol’ü çok yeni duydum, Editors’ü Neslihan salık vermişti, Mission of Burma “kendi” keşfim. 8)
Biraz önceki birinci paragraftı. Şimdi biraz başka bir şeye geçelim: Paul Rodgers ve Queen olayına. Geçen haftaydı galiba, patronun aklını Led Zeppelin’le çelmeye çalışıyordum (“All My Love” – onda başarılı olamayınca bu sefer Supertramp – “Give a little bit”le şansımı denedim, onu da yemeyince, alttan vurdum: “Freud – Freudiana” ile ama biraz zorlansa da, savurmayı becerdi), o da bana karşılık olarak Free ile salvoda bulundu. Ben Free bilmem, pek hipi olmadım (patronun da, o sohbetimizde belirttiği üzere, ona fonetik olarak yakın bir şey olduysam da). Baktım neymiş bu Free diye, oradan Paul Rodgers’a geçtim, oradan da Queen+Paul Rodgers’a (Türkçe’ye Dadaşlar ve Cem Karaca olarak çevrilebilir nitekim). Merak ettim, youtube’e dadandım videoları için, ya var ya, içim kurudu, böyle bayat bir şey yemiş gibi oldum.. Çok fenaydı, çok. Bir kere Paul Rodgers Cenk Eren gibi bir şey, ayrıyeten Brian May’in de, Roger Taylor’ın da mumyalanma vakitleri gelmiş, insan hakikaten üzülüyor onları bu halde görünce (John Deacon hiç beklemediğim halde en akıllıları çıktı bak!). Hele Roger Taylor’ı görünce, Allah benzetmesin ama aklıma Simon LeBon ile Paul MacCartney geldi (bir de John Lithglow ama o hep öyleydi). Ya yaşlılık tamam iyi bir şey değil, olmayabilir belki ama farklı bir şey, o yüzden sınıflandırıyoruz “yaşlı” diye. Çok acınası ya. Sonra “We will rock you”nun orijinal klibini açtım, ahh ahh, eski günleri yad ettim. (Bir de, Paul Rodgers lütfen alınmasın, kendisini pek tanımışlığım yoktur, ve hakikaten de iyi bir insan olduğuna eminim ama bu yaşta sen o pembe gömlekle şarkı söylersen, hele de o sakalla al sana Cenk Eren al sana).
O da ikinci paragraftı, bitti. Esas perhiz-turşu suyu olayına şimdi girmekteyim: Son bir haftadır, death ve speed aşkım depreşti. Trash derseniz, her zaman arka planda çalar (Metallica ile Anthrax arasında gidip gelir playlist) ama Slayer müstesna diğer aşırı uçlara pek gittiğim olmaz (for practical reasons). Ama şimdi? Napalm Death, Death, Deicide, Kreator, Judas Priest. Gelin çıkın işin içinden. Bu arada, Napalm Death’in Live Corruption’ını dinliyorum, kendisi bir konser albümü olur, işte çocuklar hazırlanmışlar, heyecanlanmışlar, konser kaydımız yapılacak diye, ama gel gör ki, izleyicilerin arasında bir sarhoş var, daha ilk dakikadan başlıyor laf atmaya, sonuna kadar da istikrarını sürdürüyor, hakikaten çok acıdım gruba. Tamam, sonuçta anne-babalarına dinletmeyecekler, anneleri de gün yaptıkları zaman, “bakın bizim oğlanların konser albümü çıktı teyzeleri” diye gururla söylemeyecekler belki, yani öyle olur ya, işte oğlunuz önemli bir olayda yer alıyordur, onu kameraya çekersiniz ama tatsız bir olay vuku bulur, (misal münasebetsiz bir izleyici ona laf atar) tadı kaçar bu başarısının. Neyse, gereksiz yere uzattım. Komik işte. Bir de şarkı aralarında normal konuşup “…and our next song is called (brutal vocal mode on) Bröö Bröö Bröö (b.v.m. off)” ilginç oluyor..
Ya bir de bir de, şimdi aklıma geldi: Neden bu adamların klipleri bu kadar ama bu kadar korkunç kötü? Misal için bkz. Candlemass – Bewitched : http://www.youtube.com/watch?v=-3uvf0cn0jo