(Niyeyse, giriş başlıklarına karakter sınırlaması koymuşum lis: lisan, ins: insan. Neys.: Neyse.)
Eskiden, Chi McBride’ın gayet ciddi bir müdürü oynadığı, Ally McBeal’in yapımcısının (David E. Kelly) ciğerinden gelen bir okul dizisi olan “Boston Public” vardı, özel bir düşkünlüğüm olmasa da, yolum düştükçe izlerdim (Chi McBride bu arada yahu! 3 apayrı dizi, 3 apayrı karakter: Boston Public / House / Pushing Daisies).
İşte Michelle hanımefendiyi, orada ilk defa görüp, beğenmiştim, şimdi bu yazıyı yazarken, wiki’den yaptığım yoklamalar sonucunda Boston Public’te sadece 9 bölümde oynadığını öğrenmiş olsam da, bir stroboskop efekti sonucunda benim izlediğim bölümlerde az ya da çok var idi. Kendisiyle sonradan gayet keyifli bir film olan “Kiss Kiss Bang Bang”de tekrar karşılaşınca, hemen tanımakla kalmamış, adına sevinmiştim de “kızcağız yükselişte, aman ne güzel” diye.
Öğretmenim canım benim canım benim, seni ben pek çok, pek çok severim…
Zach Galifianakis’i, Jonathan Ames’in “Bored to Death” dizisi vesilesiyle tanıdık, o sırada sevdiysek de (biz: Birleşik Krallık), “Between Two Ferns with Zach Galifianakis”in birkaç bölümünü (Natalie Portman, Jennifer Aniston, Bruce Willis, Sean Penn) seyrettikten sonra buzzz gibi soğudum kendisinden (“Between Two Ferns”in danışıklı döğüşük olduğunu söyleyip beni rahatlatacaklara teşekkür eder, büyük ihtimalle öyle olduğunu bildiğimi fakat bunun yine de durumu kurtarmaya yetmediğini belirtirim). Hangover’ları izlemedim, izlemem de büyük ihtimalle. Seyfettin “Due Date”i önermişti, ama artık adam ne yapsa (ya da yapmasa, sadece öyle dursa bile) bana batıyor oluşundan.. olmadı. Dün izlemeye başladığımız “The Sarah Silverman Program”ın ikinci bölümünde ağzı burnu dağıtılınca da New York Stories’in “Oedipus Wrecks” kısmında sihirbazın annesini kaybederken sevinçle kikirdeyen Woody Allen misali keyiflendik koltuğumuzda. Karne hediyesi olarak Barton Fink’ten fırlamış bir John Goodman’ın, Zach Galifianakis’e “aklın yaşamı”nı gösterdiği ateşli bir sahne istiyoruz (John Goodman’ı tip ve duruş olarak Zach G…’e (sıkıldım soyadını yazıp durmaktan – başlıkta da zaten iki karakteri (‘ia’) atlamışım) benzetiyorum da, oradan kurdum o bağlantıyı/fanteziyi – John Goodman’ı çok severim bu arada, yanlış anlaşılmasın, aslında “Between Two Ferns” olmasaydı, Zach G.’i de az biraz da olsa sevecektim büyük ihtimalle / ve bir yanlış anlaşılmasın notu daha: Between Two Ferns’i beğenmeyerek fakat gülerek izledim. Yani komik ama hoş değil – tıpkı Karmakarışık versiyonundaki Rapunzel’i büyüten Gothel Ana gibi).
Tam “program bundan daha kötü olamaz” demişken Z.G. bizi yalancı çıkarır.
Bildiğiniz/bilmediğiniz üzere, “Up in the Air”i geçtiğimiz senenin ennnn bir filmi ilan etmiş idim. Senaryo, yönetim, oyunculuk, hepsi müthişti. Herkes rolüne tam uymuştu ama en güzel sürpriz Vera Farmiga’yı tanımak olmuştu. Hakikaten de, ne etkileyici bir karakterdi Alex. Baştan sona. Şimdi Vera Farmiga’nın filmografisine baktım da, pek rastlaşmamışız izlediğim filmlerde, Departed’daki psikiyatrist rolünü de es geçmişiz nasıl olduysa.
Daha ne olsun? Bu nasıl bir endamdır?
Dün akşam “Source Code”u izledik, pek bir beğendik. Film hakkında bir iyi olduğunu, bir de “Groundhog Day” (ki canımız ciğerimizdir kendisi) ile “Murder on the Orient Express” melezi olduğunu biliyorduk oturmaya koyulmadan, o yüzden filmi izlerken oyuncu kadrosu (kadro dediğim beni ilgilendiren 3 kişi: Jake Gylenhaal, Michelle Monaghan ve Vera Farmiga – ki Vera Farmiga’yı ilk anda değil de “çok tanıdık geliyor… neredendi, neredendi…” şeklinde birkaç dakikalık bir uğraştan sonra çıkarabildim) ve film bittikten sonra yönetmenin kimliği (Duncan Jones – Moon’un yönetmeni ve David Bowie’nin oğlu ama ilk sıfatı artık çok daha ağır basıyor bende) hoş güzellikler oldu (peki hoş olmayan güzellikler var mıdır? Vardır, mesela Pamuk Prenses’in üvey annesi ve geçmişimden bir iki isim daha). Sevgili Patron, inşallah filmi izlemişsindir bunları okumadan evvel ama öyle değilse bile lütfen bana kızma, bunlar spoiler değil, hakikaten (yani bence). Zaten ilk 10 dakikada “Groundhog Day” ve “Murder on the Orient Express” bağlantıları eve teslim ediliyor. Zaten bence onlardan başka “12 Monkeys” ve asıl “Quantum Leap” ağırlığını koyuyorlar ki, filmin sonundaki Credits ekranından Scott Bakula’nın varlığını öğrenince de ayrı bir sevindim.
Şimdi de gelelim bu haftaki İnsan Kaynakları Merkez Borsası verilerine:
Zach Galifianakis ile Michelle Monaghan, Robert Downey Jr. ile birlikte Due Date’de yer aldılar.
Michelle Monaghan ile Robert Downey Jr. Kiss Kiss Bang Bang’te bir arada idiler.
Chi McBride, Robert Downey Jr’ın babası Robert Downey Sr.’ın (ya ne olacaktı?) yönettiği “Nagataki Sake” adlı tiyatro oyununda 8 farklı karakteri oynamış (bu arada, Zach Braff da “All New People” adında yeni bir oyun yazıp sahnele(t)miş).
Kiss Kiss Bang Bang’in yazar/yönetmeni Shane Black de Iron Man 3’ü yönetecek imiş (2013) (bu amcanın o sıkı (cool?) erkekler arası geyiklerin ağırlıkta olduğu filmlerinin ayrıca hastasıyımdır (sucker for them?) – misal: Lethal Weapon 1&2, The Last Boy Scout (ki müthiş bir açılış sahnesi vardır, bir de küçük bir rolde Stacy Keach’i 8), The Long Kiss Goodnight (Geena Davis yaw! – erkek geyiği olmasa da 100% “erkekadam” filmidir)).
Bu girişe son vermeden evvel, Michelle Monaghan vesilesi ile, benzer hisler beslediğim bir hanım kızımız olan Maria Bello’dan söz açmak isterim: kendisini E.R.’daki rolü ile sevip beğenmiştik, 2005’te izlediğimiz Assault on Precinct 13’te (2005 versiyonunda) psikiyatrist rolünde görünce ne çok sevinmiştim (Gabriel Byrne’ü çok sevdiğimi de, o filmde kızcağıza yaptığı eşekliğe (2005 filmini spoil etmeyeyim diye uğraşmak da nereye kadar — film/spoiler olayına da standart bir zaman aşımında anlaşmak gerekir kanaatindeyim) çok üzüldüysem de, yine de kızamadığımda anlamış idim). Şimdi, işte dediğim üzere, Michelle Monaghan vesilesi ile o da aklıma gelince, gittim baktım filmografisine, olmamış, üzüldüm biraz ama hayat tabii ki. E.R., George Clooney’i çıkartınca, kapasitesini gani gani doldurmuş oldu (ama yine de diziler faydalandı tabii ki diğer karakterlerden – Bir de tabii sinemadan dizilere kayanlar var, ana karakter değil, yan karakter olarak hem de – geçtiğimiz haftalarda Castle’da Michael Ironside’ı, Leverage’da Danny Glover’ı (ki ne bayık bir bölümdü o) ve hede hödö’de Hede Hödö’yü gördük mesela).
Bu girişten tam olarak tad alabilmek için, bu resimdeki 9 kişiden en aşağı 5’ini başka dizi ve filmlerden hatırlıyor olmalısınız.
Bu kadar bu kadar yazıp da resim koymasam olmaz, değil mi… Gidip toplayıp serpiştireyim aralara bari. (“Ece’nin babası dizileri fazla ciddiye alıyor” başlık değil, kategori olmalıydı). Bu giriş hazırlanırken, kabaran nostalji duyguları Mr. Big “Wild World” yorumu ile “To be next to you” başta olmak üzere, diğer şarkıları ile desteklendi, resimleri ararken de Extreme dinliyor olacağımdır.
Kalın Sağlıcakla,
İmza: Sabun Köpüğü / TV Kafa.
Son not(lar) (yeter artık alt başlığı ile sunulur, soğuk olarak tüketilir) Michelle Monaghan / Maria Bello hatırlatmasının benzeri Vera Farmiga / Vinessa Shaw (Two Lovers) olarak tekabül etti. O da öyle sapasağlam bir rolün altından kalkmasını bilerek, filme damgasını vurmuş idi.
Jake Gleynhaal, bu filmde Clive Owen’a değil ama onun gibi birine benzemiş (dilimin ucunda). Bir de geçen ay ne zamandır aklımızda olan tuzluk/kara biberlik setini aldık, adını da Donnie koyduk (neden acaba?)
“Neden içindeki aptal tuz ve biberleri çıkarmıyorsun?”
“Sen neden içindeki aptal mineralleri çıkarmıyorsun?”