the smiths: and if a double decker bus / crashes into us..

to die by your side, is such a heavenly way to die..
The Smiths – There is a light that never goes out

sabah evden geç çıktım, bengü ile bir güzel kahvaltı ettik, kahvaltı sırasında da, aslında cts kahvaltı geleneklerimizden olan NTV Arka Sayfa programını bilgisayardan izledik. program gene çok güzeldi (bu hafta misafir olarak Yiğit Özgür ve Erdil Yaşaroğlu çıktı), kapatırken de smiths’den Girlfriend in a Coma’yı çaldılar, Smiths’im geldi fena halde, evden çıkmadan evvel cd’yi kaptım, şimdi de güzel güzel dinlemelerdeyim..

Morrissey’in son albümünü o kadar beğenmemiştim, ne varsa eskilerde var. (Shyness is nice but shyness can stop you from doing all the things in life you’d like to.. 8)

ne diyebilirim ki,

ask me I won’t say no how can I..

kara kule – kötü haber

çizgi roman severim ama çooook uzun bir zamandır okuyup da sevdiğim bir Marvel olmadı. ortaokuldayken yoğun bir şekilde örümcek adam tüketirdim, keza fantastik dörtlü ve conan. ama ortaokuldayken. sonra DC’nin Vertigo serisi (tüm o grant morrison’lar, alan moore’lar, hellblazer, preacher..) ile tanıştım (lisede değil ama, yıllar sonra). America’s Best Comics (The League of Extraordinary Gentlemen), Dark Horse (Frank Miller’lar) filan derken, daha çok “indie” (aferin DC’ye) takılmaya başladım. gelelim bugünkü kötü haberimize:

Dark Tower / MARVEL COMICS

Stan Lee’yi de sevmem (Kevin Smith demeyin bana, onun yeri ayrı, o başka Marvel için -de- çalışsa da.)

yüksek yüksek tepelere kule yapmasınlar..

dün gece wolves of calla da bitti sonunda. “Sonunda” yazınca, sanki kurtulduğuma sevinmişim gibi oldu ama doğrusu, bu kitaba diğer kitaplardan daha zor bir şekilde ısınmıştım. önyargılar meselesi. neyse, bir kere sarınca, gerisi hızla aktı gitti bitti.

arka planda tori amos’tan precious things gitmelerde, canlı bir versiyonu (to venus & back). introdan bir müddet sonra, artık şarkı bariz bir şekilde çalınmaya başladıktan yaklaşık bir dakika sonra o konser kayıtlarından çok iyi tanıdığımız bir çığlık yükseliyor, “a-ha, ben biliyorum bu şarkıyı” çığlığı. ben de tam bu noktada dumura uğruyorum: sevdiğin bir şarkıcının konserine gelmişsin, e güzelim senin şarkıyı daha ilk notada bilmen gerekir. dikkat edin, neredeyse bütün konser kayıtlarında bunu görebilirsiniz. bilinçli olarak albüme aktarırken seyirci sesini mi kaydırıyorlar acaba? 8) olmuyor, olmuyor, cık cık cık.. hande bir de kendine grumpy diyordu, görün bakın kim daha grumpy 8) bu arada, grumpy old men’de genellikle aynı açı ve aynı kıyafetler oluyor. tahminimce, bunları bir kerede konuşturmuşlar 2-3 gün boyunca, amcalar bütün içlerini boşaltmışlar, sonra o çekimlerden cut/copy/paste kardeşleri çağırmışlar.. 8) iki hafta kadar evvel, filmlerini pek bir sevdiğimiz Richard Curtis amcanın son filmi The Girl in the Café‘sini seyrettik, hem ne güzel, Bill Nighy de oynuyordu, onu da çok severiz, ederiz. Film beklentilerimize uygun olarak başladı, Bill Nighy nefis bir oyun çıkartıyordu da, film beklentilerimize 180 derecelik bir açı koyarak ilerledi, mesajlar verdi bize, dünya barışı, afrika’daki açlar, kardeşlik.. olmadı yani. evet, bildiniz, kötüyüz biss, değerlimisssiii pise verinssss!

bu aralar

odada oturuyorum, bengü kanapede uyukluyor. televizyon kapalı, ayça şen başlamış olmalı, içerdeki bilgisayarı ayarladım, o kaydediyor, hem ayça şen harikalar diyarında‘yı, hem de ardından gelecek olan arka sayfa‘yı, artık yarın sabah uykusuz bir şekilde seyrederiz (ki yine de uykulu olunca tadı daha bir artıyor mu ne..)

bu aralar civIII / alpha centauri oynayasım gelmişti, tesadüf eseri elime civIV geçti, bir hevesle kurdum ama benim emektar laptop (IBM Thinkpad R40 / ATI Mobility Radeon 7500) abuk sabuk çalıştırdı. Esas tesadüfse, bu oyuna ulaşmamı sağlayan e-mail listesindeki arkadaşın aynı zamanda üst kat komşum olmasında!.. dünya büyük bile olsa, global köy hakikaten köy! Neyse, sanırım civIII oynayacağım.

Bugün ayrıca Sezen (Sekmen) geldi Bursa’dan, parış’la yeterlilik çalışacaklarmış, allah yardımcıları olsun. ben yeterliliği geçen sene verdiğimden beridir rahatım..

başka, başka?.. öyle işte. dark tower’a ilgim epey azaldı, yarın uzun uzun okuyayım da, en azından aksiyon kısımlarına geleyim, bir ihtimal sarar belki o zaman. ha, bir de miranda‘ya söyleyeyim de, blog’una bir şeyler girsin artık! 9 eylül’den beri aynı sayfa!..

tom waits: bir delikanlı abimiz..

haftabaşına tom waits girişiyle başlamak ne derece normal bilemiyorum ama şu sıralarda, vaktiyle dinlediğim ilk tom waits albümü olan the heart of saturday night‘ı hele de san diego serenade‘i dinliyor olmam şüphesiz güzel bir şey:

San Diego Serenade

I never saw the morning ’til I stayed up all night
I never saw the sunshine ’til you turned out the light
I never saw my hometown until I stayed away too long
I never heard the melody, until I needed a song.

I never saw the white line, ’til I was leaving you behind
I never knew I needed you ’til I was caught up in a bind
I never spoke ‘I love you’ ’til I cursed you in vain,
I never felt my heartstrings until I nearly went insane.

I never saw the east coast ’til I move to the west
I never saw the moonlight until it shone off your breast
I never saw your heart ’til someone tried to steal, tried to steal it away
I never saw your tears until they rolled down your face.

ya 1993, ya 1994… lise sondayım, eXpress sayesinde haberim olmuştu Tom Waits’den. ilk olarak, dediğim üzere, The Heart of Saturday Night‘ı dinlemiştim, arkasından da büyük bir şans eseri Frank’s Wild Years‘ı.. Innocent When You Dream, doğal olarak kafama fena vurmuştu.. iki sene sonra da Jarmusch gelmişti festivale, ne güzel günlerdi onlar.. Daha önce de yazmıştım, Tom Waits, müzikal dehasının yanında, ne yazık ki aktörlük kabiliyetinin 0 olduğu bir abimiz.. bir de şöyle bir olay oluyor, öylesine televizyonu açıyorum, alakasız bir şekilde, alakasız bir filmde Tom Waits’i görüyorum, dumur yaşıyorum.. dün de bengü’yle gilliam’ın ‘Fisher King‘ini seyrederken pat diye giriverdi adam görüntüye, ondan önce, cuma günü ben stiller’ın, geoffrey rush’ın filan oynadığı ‘Mystery Men‘ adlı abuk bir filmde gene gösterdi kendini.. ah ah! bir de ‘Cold Feet‘ dumuru var ki, hiç girmeyeyim!..

tom waits / fisher king

tom waits / mystery men

tom waits / cold feet