İyilik kazanacak!.. (Dizi dizi inciyim)

Marifet diye söylemiyorum ama gerçekten dipten ve derinden iyilik, iyi bir şeyler geliyor. Gelmiyor olsa bile geliyor, gelmiyor gibi gelse bile geliyor! Bunu ben söylüyorum, o kadar yani. Siyasi bir şeyler yazacağımı düşünmediğinizi umuyorum, o kadar da değil sonuçta (ilahi kızılcık).

Kış bitiyor, kuzey rüzgarı gidiyor en büyük sırrı buydu zaten: bahar geliyor! Sonbahardan kışa Ted Lasso‘ları izledik, iyilik kaybetse bile kazandı, kötünün olmadığı bir dizi. Unicorn‘u izliyoruz, kötüler yok, sıkıntılar var ama arkadaşlar iyidir, biz de öyleyiz çok şükür, arkadaşlar süper. Doruk ile Dee 22dakika’ya döndüler, onları izliyoruz denk geldikçe, biraz da banttan.

Pushing Daisies‘de herkesi seviyordum ama Olive’i daha bir farklı seviyordum – kötü karakter olmaya her hakkı varken o acısıyla seviyordu herkesi, bir de Da Great British Bake-Off’a sardık 11,… 1 (anlayamadık, pas geçtik, tost makinesi çözünürlüğündeydi), 2,3,4 … on your marks, get set, bake!

Suits’de Meghan, New Amsterdam’da boyun doktoru var (o kadar çok boynunu, kafasını kaşlarını gözünü oynatıyorken, o mimiklerle sadece bir deve canlanıyor gözümde)…

Nope! Not a girl, not an Adrian Brody.

ve ayrıca New Amsterdam’ın Dr. Bloom’u, Unicorn’un Natalie’sinin teyzesi mi – o kadar benziyor!

ve evet: ece’nin babası dizileri fazla ciddiye alıyor.. 😉

Sonradan hatırladım (nasıl unutmuşum!)

Scrubs’da süper bir sekans vardır, Gilmore Girls’ün troubadour’una benzer Scrubs’ın da ara ara vardır, onun sekansı, şöyle bir şey:

Ne kadar güzeldir. Meğerse bu “who can it be now?”, “down under”ın Aussie Men at Work’ünün şarkısıymış. Hatta o kadife ses siyahi bir vokaliste de ait değilmiş, Sting’e benzeyen bir arkadaş, adı da… Colin Hay imiş! O’ my o’ my o my..

Kapanışı süper yapalım:

Haydi kalın sağlıcakla! (dans dans dans!)

Diziler, müzikler (ve burunlar)

Nergis Hanım’la bugünlerde dizisizlikten ve zamansızlıktan Crown’u seyretmeye başladık ((ben ders notu hazırlamak için bilgisayar başında harlarken, kendisi açıp takılıyor, ben de göz ucuyla ve kulak ortasıyla faydalanıyorum). Sonra o günkü ders notu hazırlığı bitince  (ya da uykuya yenik düşünce) dizinin sonuna doğru ben de koltuğa geçiyorum. Her seferinde (2 bölüm bitirdik şimdilik bu arada 8) “Ahh, keşke Düşes’le seyredebilsek bunu! Her karakterde, her sahnede engin bilgisiyle bizi arkaplanda dönen, öncesinde olmuş olan detaylarla aydınlatırdı.” Edinburgh’un “İdınbırağğ” gibi okunduğunu sağolsun bizzat düşesinden öğrenmiştik ama Greenwich’e “Gırııniç” dediler de, Nergis Hn. (35) bombastik saptamasını yapıverdi: “Aaaa, onların Greenwich deyişleri, Etimesgutlular’ın “Etimesut” deyişi gibiymiş!” – sonrasında kopmuşum, hatırlamıyorum ama ne çok güldük! (enter iki alakasız karikatür, nereden aklıma geldiyse, haydi bakalım…)

Umut Sarıkaya He Dayı He Finlandiya Erzurum
Umut Sarıkaya
Yiğit Özgür Güzel Eğlendim
Yiğit Özgür

Okumaya devam et “Diziler, müzikler (ve burunlar)”

Daha TENET’i görmeden paçaları sıvamak

Merhabalar, öncelikle: Gürer Bey geçen yorumuma yorum yazdı diye o gün bugündür sevinçliyim (‘Müdürkopter’ yaw, tabii ki! Nasıl unutulur öyle bir ad/kavram. Ayrıca The Corporate’i izlememişim, bilemedim bile, o derece.).

Charlie Kaufmann’ı hem severim, hem de korkarım. Bir kere müthiş zeki, bir o kadar da karanlık bir insan. Belki hatırlarsınız, Synechdoche, NY ile beni yerden yere vurmuşluğu vardır. Arada bir ne yapıyor diye kontrol ediyordum, hatta 2015’te çektiği Anomalisa’dan iki üç sene evvel haberim oldu da, Wes Anderson benim için zaten çok da popi olmayan (haydi Fantastic Mr. Fox iyiydi diyelim ama) Moonrise Kingdom’la stop-motion tekniği iyice itici kılınca (Isle of Dogs’a 7 dakikadan fazla dayanamadım ki, WES ANDERSON!!!’dan bahsediyoruz yani! OMG! filan…) ne diyordum, hah, Anomalisa’dan haberim olmasına karşın onu bile pas geçtim (sonunda mutluluk vaad etmediği aşikar).

Şşşş, bak bak, ne diyeceğim, bak, bi’, bi’ bak, çok komik hakikaten… şşşş!.. (CK, Adaptation)

Okumaya devam et “Daha TENET’i görmeden paçaları sıvamak”

Do you know where you’re going to…

İki hafta önce Nergis Hanım’la, Locke & Key’e başlayalım dedik (ben tam başlamıştım, o da ilgilenip izlemeye koyuldu), ilginç geldi ama bu zamanda kimde öyle o kadar bölümü izleyecek zaman! İlk bölümü izlediğimizle kaldık. Sonra geçen hafta tekrardan canım çekince aklımı kullanıp, çizgi-romanlarını binge-read yapıverdim (artık her ne demekse).

Locke & Key #4 : Keys to the Kingdom

Okumaya devam et “Do you know where you’re going to…”

if you’re out on the road, feelin’ lonely and so cold — all you have to do is call my name…

Bir süredir ailecek ve deliler gibi, Gilmore Girls izliyoruz (3. sezonun ortalarında bir yerdeyiz). Vaktiyle, tâ CNBC-e zamanında yayınlarlardı da, denk gelirsem, sonrasında Düşes’e takılmak için izlerdim (laf aramızda Düşes deruni bir tutkuyla bağlıdır). Ece ile Bengü’ye de belirttiğim üzere, bir Bera’yla Cure dinlediği için çok dalga geçip de sonrasında avid bir Cure hayranı olmuşluğum vardır; bir de işte Düşes ve GG hakkında…  Okumaya devam et “if you’re out on the road, feelin’ lonely and so cold — all you have to do is call my name…”