Harry Potter ve Black Adder Aberforth

Efendim, bildiğiniz (belki daha evvelden not düşmüşümdür) ya da bilmediğiniz (belki de düşmememişimdir) üzere, Ian M. Banks‘in Inversions adlı güzide Culture eserini bitirdikten sonra niyetim, seneler seneler boyunca sevgili İdris’imle dalga geçmeme sebep olan Castaneda‘nın Don Juan serisine başlamaktı, öyle bir anda aklıma gelip, gelmekle de kalmayıp düşmüştü ama elektronik formatta bulamadım, ben de onun yerine Culture’ın son kitabı olan Look to the Windward‘a başlamış idim. Diğer Culture kitaplarının aksine öyle 20. sayfaya geldiğimde halen daha beni içine almış değil idi. Öbür uçta ise Harry Potter efendi var, daha önce de söylediğim üzere, 4. kitaptan başlayarak düzenli olarak okudum. 5. kitap çok kötü bir şey olsa da, 6 fena değildi ve evet, 7’yi bekliyordum ama öyle “gelsin de hemen alıp okuyayım” da değildim. Sonra, kitap cumartesi günü piyasaya çıktı, pazar günü gazetelerde haber olarak yer aldı, şöyle bir göz gezdirirken, gazetelerin çaktırmadan konuya dair spoilerlarla dolup taştığını fark ettim. How I Met Your Mother’ın Super-Bowl bölümünde bunlar çok izlemek istedikleri halde bir cenazeye katılmak zorunda olduklarından kupa maçını kaçıracaklardır o yüzden maçı videoya çekerler ve gün boyunca skoru kazara öğrenmekten fena halde kaçınırlar. Benim Potter olayı da biraz buna benziyor. 5. kitap çok kötü olduğundan, 6. kitaba hemen başlamamıştım, benim okumam gecikince de başka kaynaklardan kimin kimi öldürdüğünü pek de istemeden öğrenmiştim, bu kitapta da benzeri olsun istemediğimden pazar günü kitabı okumaya başladım, dün gece de bitti. Güzel miydi, güzeldi, benim tahminlerim pek tutmadı. Sondaki Morpheus/Mimar – Neo olayı eğer bilinçli bir göndermeyse hoş, değilse çok sırıtan bir şeydi. Ayrıca ben okulun eski müdürlerini tasvir eden portrelerin o kadar başlı başına (karar verebilecek ve danışılabilecek) bir kapasiteleri olduğunu bilmiyordum, ayıp oldu. 6. kitapta görünüp de kilit isim olacağını düşündüğüm bir kişinin aslında olmadığını öğrenmek değişik oldu. Ayrıca başta Rita Skeeler ve Dolores Umbridge olmak üzere, 5. kitapta bizi Kemalettin Tuğcu ile Ömer Seyfettin’i mumla aratır duruma düşüren bütün terbiyesizlerin akıbetini tüm detaylarıyla öğrenmek istiyoruz!

Sonuç: Okumadıysanız okuyun, sonra başkasından duyarsınız. Öyle pek ahım şahım bir sürpriz yok ama kendini okutuyor yine de kerata.

Hamiş: Kitabı okurken, yanınızda internet bağlantısı olmasın. En önemsiz detaya bakayım dediğinizde bile spoilerlar üşüşüyor başınıza. Mesela öylesine adı geçen Death Eater’lardan birinin adı tanıdık geldi, sordum sarı Wiki’ye, “şudur budur ayrıca son kitapta şunu şunu öldürüyor, bu da şunu öldürüyor” diye harş şeklinde spoilerla bütünleştim. Akıllanmamış olacağım ki, yine öylesine bir adı geçen, boynuzu görünen bir hayvanı sordum, “şu şu şekildedir, şurada yaşar, son kitapta şu şu şu şunu şöyle satışa getirdiğinde şöyle böyle bir şeyler oluyor” çıktı karşıma. Evet, Wiki’de belli bir tarihte yazılanları da okuyabiliyorsunuz (History olayı) ben de biliyorum, tavsiye ediyorum, mesela sonlara doğru Harry bir anda bir yerde iki horcrux’ı şekliyle birlikte tarif edince, “iyi de nereden biliyor bu sıpa?” merakı ile ve Wiki’nin tarih opsiyonuyla pek de spoil etmeden (siz yine de benim yaptığımı, yani 21.07.2007’yi güvenlidir diye seçmeyi, yapmayınız efendim, 15.07.2007 civarında takılınız) detayları öğrenebildim. Bir de her kitabın mutlaka 50. sayfasında filan durup sonuna bakıveren ben kendimi kolay tuttum bu sefer. Gerçi bu son kitap için yaptığımız tahminleri tutturamadık ama yine de arsızca bir tahminde daha bulunayım: En geç 1998+19 = 2017’de bir kitap daha çıkacak, hatta daha büyük olasılıkla 1991+25 = 2016 : ilk kitabın 25. yıldönümünde. Bu kitapta Harry T.R. ya da V. adında bir bebeğe bakıcılık yapabilir. amaan, ya da yapmayabilir… 😉

Son

Son birkaç hafta içinde en çok güldüğüm şeyler:

1 – Bengü’den duyduğum Genç Parti’nin son vaadi:
“Şehrazat 1 YTL olacak!” (Bilmeyenler için Şehrazat of “Binbir Gece” dizisi)

2 – Hastası olduğumuz Üsame Beyefendi’nin yakın zamanda haberdar olduğum Uzay Yolu dublajları:
http://www.youtube.com/watch?v=AMvugGS01r0
http://www.youtube.com/watch?v=WltNh4dpy7M
http://www.youtube.com/watch?v=Hh8LiXbD0p0
http://www.youtube.com/watch?v=Ili0yOdX728

3 – Pulp Muppets:
http://www.youtube.com/watch?v=mSvJwUFI_es
yanında Dee’nin çektiği bu resimle züper gidiyor..

Ande, Arry ve Ampshire

(.. urricanes ardly hever appen! *)

Lisans yıllarımda, İTÜ’de, aldığım kredisiz seçmeli dersler arasında sevgili Christoph Neumann‘ın verdiği Osmanlı Kentinde Gündelik Yaşam dersinde bir keresinde bir Rabia Hanım’ı incelemiştik. O dönemlerde Ayfer Tunç henüz doğmamış olduğundan ve dolayısıyla “Bir maniniz yoksa hükümdarım size gelecek” tadında bir eser yazılmamış olduğundan, o döneme dair bilgiler genelde ele ne geçerse (mektuplar, bir şehzadenin sünnet düğününün menüsü, …) onlar üzerinden olayı açımlamaya çalışıyorduk. Tamam, Osmanlı Devleti’nin yazışmaları duruyor, iyi güzel ama bizim derste anlamaya çalıştığımız konu saray erkanının değil, sade vatandaşın hayatı idi. İşte, bir keresinde dersi yanlış hatırlamıyorsam Rabia adlı bir bayanın bir şeyhe yazdığı mektupları incelemiştik. Söz konusu bayan, rüyasında yılan filan görüyordu ve bu şeyhle irtibata geçmesi yolunda telkinlerde bulunuluyordu (ilgili makaleyi netten bulur muyum diye arattıysam da ulaşamadım. Bir ihtimal akşam evde ders notlarımı bulurum yıllardan sonra hala duruyorsa ama %90 Süreya Faroqhi’nindi — sonradan not: buldum, çok ilgiliyseniz bkz. dipnot). Şimdi bunları yazma sebebime gelince, derste teyzenin rüyalarında gördüğü imgeleri Freudvari bir yaklaşımla çözümlemeye kalktığımızda, teyzenin epey bir özeline girmiştik (bir şeyi Freudyen inceleyip de işin içinde cinsellik görmemek zaten imkansız! 8). Yani ne yazdığınıza dikkat edin, 300 yıl sonra, bambaşka çözümlemeler yapılabilir! Hal böyle olunca sanal alemde kapı komşum, gerçek alemde can dostlarımdan biri olan Hande’yle günde 5-6 ortalama ile gerçekleştirdiğimiz e-posta diyaloglarımızı çözümlemeye kalkacak olanın vay haline, zira aralarinda pek cok sürreal tarzda yazılmış olanlar barınmakta 8)

Yine çenem açıldı, iki çift laf söyleyeceğim, ona giriş olsun diye yazdıklarım o iki çift lafın önüne geçti. Neyse, geçenlerde Hande ile gündemimizde Mr. Harry Potter’ın akıbeti üzerine spekülasyonlar vardı, tabii bir de Hande’nin ve benim vaktiyle konuya ilişkin girişlerimiz de var, hazır kitap çıkmadan benimkileri bir özetleyeyim dedim. Bunu da Oscar tahminleri için ünlülere sorulan metodla yapacağım:

Soru: Sizce Harry Potter serisi nasıl bitecek?
Cevap: Öncelikle bana bu imkanı verdiğiniz için çok teşekkür ederim. Bence Rowling, Bay Potter’a kıyamayacak ama o “gökteki quidditch maçına” fakir oğlan (adını vermeyeyim) yollanacak. Draco Malfoy 6. kitapta işaretini verdiği üzere son dakikada iyilerin tarafına geçecek ve hayatını Harry için (ya da daha mantıklı olarak en nefret ettiği kişilerden biri olan Hermione için) feda edecek. Harry büyü yeteneğini kaybedecek (serinin son kitabı olması şerefine). Sirius Black’in kardeşi olan ve 6. kitapta baş harflerini gördüğümüz Regulus Black (R.A.B.) Harry’yi sahiplenecek, Hollanda’da nikah kıyıp, bir ömür boyu mutlu yaşayacaklar.. Ha, bir de yazmama gerek yok ama yazayım yine de, Snape hep iyilerin tarafındaydı, hala onların tarafında (ne şaşırtmaca ama! 8P )

Soru: Peki siz serinin nasıl bitmesini istersiniz?
Cevap : Çok güzel bir soru, akıllıca… Efendim, ben Neville’in asıl oğlan olduğunun ortaya çıkmasını, Snape’in, Yüzüklerin Efendisi’nin sonunda Frodo’nun yüzüğü atmaya yanaşmaması gibi, 6. kitabın sonunda “Başlarım böyle işe! Para mı veriyorlar kal diye ülen!” haykırışıyla bu sefer hakikaten kötülerin yanına geçmiş olmasını, Harry’nin kitabın 30. sayfasında öldürülmesini ve buna rağmen kitabın oylumunun 700 sayfa civarında olmasını, Hermione’nin Ron’dan hamile kalıp (malumunuz, İngiltere istatistiki olarak en genç yaşta doğum yapılan ülke) aksiyondan bu nedenle mahrum kalmasını ve Sirius Black’in mezardan, öte dünyadan oradan buradan şuradan bir yerden çıkıp, kick ass yapmasını, … isterdim.

Cevaplarınız ve yorumlarınız için çok teşekkür ederiz.
Asıl ben teşekkür ederim efendim. Son yıllarda yaptığım en seviyeli söyleşiydi.

Son olarak okuyucularımıza söylemek istediğiniz bir şey var mı? Mesela bu söyleşinin formatını aslında hastası olduğunuz Dan Tobin’in bugünkü girişinden esinlendiğiniz hakkında?
Kem küm.. Ben zaten inecektim. [Arkasına bakmadan kaçarak uzaklaşır]


Robot Chicken’da Harry Potter’ın Quidditch Süpürgesi ile geçirdiği bir kaza sahnesi vardır, internetten bulamadım, akşam (bunu da) unutmazsam capture eder koyarım. Onun yerine az bilinen, piyasadan toplatılmış HP kitabı olan “Harry Potter and the Half-Horse Prince”in kapağını koyayım Peter Shaffer‘den özürlerimle.

DR - Equus


Dipnot
Öncelikle: isim Rabia değil, Asiye Hatun imiş, kaynak da Süreya Faroqhi değil, Cemal Kafadar çıktı.

[…]İşte bu şehirde, 1630’lu yılların sonlarında, Kadri Efendi’nin kızı Asiye Hatun, Veli Dede adlı bir şeyhe bağlanmış ve iki seneden kısa bir sürede birer birer ilerleyerek esma-yı seb’ayı (Allah’ın yedi ismini) zikretmeye icazet alacak kadar mesafe katetmişken, şeyhinden soğur. Tasavvufi bir yola girerken beklediği şekilde “kalbi [nin] gözü tam bir mikdâr açılmağa başlamışken” ruhî gelişmesi duraklar, nefsiyle giriştiği mücadelede gerilemeğe başlar. Sebebini kendisi de bilmez ama şeyhe bir suç atfetmekten çekinir, kabahatin kendinde olduğunu düşünür. Hatun böyle “gamkîn ve mahzûn” iken bir başka şehirde,,Uziçe’de bir Halvetî dergahında postnişîn olan Muslihüddin adlı bir şeyhin ünü ver herhalde çeşitli kerametleri kulağına gelir. Belki de karizma denilen kavrama her zaman bir nebze katılması gereken bir diğer yanı duyulmuştur şeyhin, yakışıklılığı. Cezbe ile cazibenin örtüştüğü alanı kestirmek zor ama tasavvuf tarihini cinslilendirmek istiyorsak bu alan üzerinde düşünmemiz şart sanırım. (Zaten Asiye Hatun’un rüyalarında, kıyafet/fizyonomi bilimi geleneğinde görüldüğü gibi, iyi insanlar hep güzeldir, kötüler de çirkin.) Konuyu babasına açıp Muslihüddin Efendi’ye “bazı bahane ile” bir adam gönderir ve bu şekilde aşinalık kesbettikten sonra “muhabbet gönül tahtında karâr eyler”. Bu yeni “muhabbet kemendi boynuna” bağlanmakla, dertli hatun eski ruhî gelişme çizgisine kavuşur gibi olduğunu hisseder. Hisseder ama pusulasız ve kılavuzsuz olarak yön değiştirmiş olduğu için yaptığı işin doğruluğundan emin değildir. Hiç olmazsa meşrulaştırmak gerekliği duyduğu tahmin edilebilir.

[…]

Asiye Hatun, rüyalarını yazıya döktüğü sıralarda evli değildir anlaşılan. Yaşını bilmiyoruz, ama kendini evlilik çağını geçkin olarak görmediği tahmin edilebilir. Bir düşünde kör ve çirkin bir yaşlı kadın olarak beliren, “velîler aldayıcı, sükker gösterip zehir içirici” dğnyaya kardeşlerinin nikah (daha doğrusu, “kâbîn”) kıyıp sonra talâk verdiklerinden ama kendisinin hiç kıymadığından söz eder. Acaba kardeşleri evlenmiş (ve boşanmış) da kendisi evlenmemiş midir? Kesin bir şey söylemek zor. Ancak evlilik motifi rüyalarda sık sık boy gösterir. Elimizdeki ilk rüyasında Muslihüddin Efendi’yle evlendirildiğini görür. Yine bir suçluluk duygusuyla, sadece ve sadece ruhların birleşmesi anlamında yorumlar bu rüyayı; cinsel yakınlaşma içeren, dünyalık bir evlilik olarak anlaşılması ihtimalinden belli ki rahatsız olur. Ancak, bu düş evliliklerin nasıl anlaşılması gerektiğini belirledikten sonra, birkaç kere daha kendini şeyhinin ya da Hazreti Muhammed’in nikâhlısı olarak görür ve kâh “safâ ile” kâh “sürûr ile” uyanır.

Şeyhinin bir kere kendisini kucaklayıp sıktığını görür, ama bu “Hazret-i Ömer İslâm’a geldikde Hazret’i Resûl (s.a.s.) Ömer’i böyle koçup” sıkması gibidir. Bir başka kez, birisi görünür ve nikahtan sonra şeyhiyle aralarında “mahremîyet olup mübârek eliyle cismine” dokunacağını ve hatunun tüm beden marazlarının iyileşeceğini müjdeler; hatuna önce hicâb gelir ama utanıp sıkılmasına gerek yoktur, çünkü “ol azîzde beşerîyet yokdur… rûh-ı sırfdır”. Görüldüğü gibi, bu düşleri yazarken, hatta görürken, yanlış anlaşılabileceği konusunda kaygılanır ve bunu açıkça ifade eder. Ama 20. yüzyılda kendisini okuyanların rüyalarda boy gösteren bazı motiflere bambaşka kulplar takabileceğinden elbette habersizdir: bir rüyasında ot bürümüş bir bahçede yılanlar görüp kaza ile sokmalarından korktuğunu, bir diğerinde şeyhin oturduğu sakfı tutan “direğe dayanmış, bir mertebe hicâble… azîze katı yakın” durduğunu, yorumsuz iletir. [Burada amacımız birtakım motiflerin anlaşılmasında zaman içinde ortaya çıkan kültürel değişikliklere değinmek, yoksa Freud’çu ruhbilimsel çözümleme ayrı bir eğitim gerektirir; aksi takdirde sık sık yapılan vülger Freud’çuluk hatasına düşmek kolaydır. Öte yandan, rüyaların yorumlanmasında uzun ve sivri nesnelerin erkeklik uzvunu simgelediği görüşünün modern insana has bir görüş olduğunu ve birdenbire Freud’la başladığını düşünmek yanlış olur. İkinci Bayezid devrinde, çeşitli tabir kitaplarından derlenerek oluşturulan Kâmilü’t-ta’bir adlı eserde, İbn Sîrîn zikredilerek şu görüş belirtilir: “bıçak te’vîlde oğlan ola ve bıçak kını’avret ola”.]

Mütereddit Bir Mutasavvıf: Üsküp’lü Asiye Hatun’un Rüya Defteri 1641-43 – Cemal Kafadar, Dr., Harvard Üniversitesi Tarih Bölümü
Topkapı Sarayı Müzesi Yıllığı 5 (1992)

Asiye Hatun’un kendi yazdıklarından ilgili bir kısmı da aşağıya taradım. Elle yazayım dedim ama aksanlar beni benden aldılar.

Cemal Kafadar Asiye Hatun Rüya Defteri Topkapı Sarayı Müzesi Yıllığı 5 1992

…and then she started screaming: MIKE! MIKE!

Başlık, konuyla pek alakalı değil ama, Mike denince aklıma hep ST’nin Institutionalized‘ı gelir.

Efendim, Mike, Ph.D. Comics’in aylak elemanıdır. Yakın zamanda baba olmuştur. Ve, -söylememe gerek var mı bilmem ama- bu naçiz yazarınızın strip’de kendisini en çok eşleştirdiği kişisidir. Dün akşam şu strip’le karşılaşınca, neler hissettiğimi tahmin edebilirsiniz:

Time to End This / Ph.D. Comics, 02/23/2007

Haydi bakalım!..

Bugünün -şimdiye kadar olan kısmının- özeti:
Nazım sağolsun, sayesinde kavuştuğum züper bilgisayara (IBM BladeCenter H – 14 Intel Xeon Dual Core 3.00 GHz CPUs) haftasonu özenle hazırladığım 4 nanoçarkın kararlılığını test eden programı çalıştırdım. Birazdan yemeğe gideriz, sonrasında teze daha da bir girişeceğim. Bir de şu postdoc başvurularından haber çıksa!.. Sabah Şakir Hocam çağırdı, “acaba postdoc’lardan haber mi var?” diye heyecanla odasına gittim, meğer geçen sene hazırlanmasına biraz yardım ettiğim bir kitap için telif ücreti göndermişler, Şakir Hoca da bu ücretten payıma düşeni teslim etti..

God Willing

God Willing

[Bu arada]

  • Dido yeni albümünü marttan sonbahara çekmiş.
  • Nina, nina, nina..
  • Imogen Heap‘in Live Sessions gibi bir isimli konser albümü çıkmış (taa olmuş epey hem de).
  • Jem gibi cici bir kız nasıl olur da 24 gibi bir şarkı yapabilir? (24 güzel by the way – zaten benim anlamadığım da o!)
  • YazooOnly You.
  • Rober HatemoSenden çok var. Hakikaten.
  • Edukators‘ü bitirdik geçen gün bir yıldan sonra, güzeldi. Ama sonu yakışmamış pek. Çok prototip çekmişler. Şimdi sırada bitirilmek üzere yine yarım yarım yan bakan Voksne Mennesker (Tutunamayanlar) var. (Siyah At?) [Sonradan Not – gittim kontrol ettim, Voksne Meksner yazmışım, onu düzelttim, ama Siyah At olayını doğru hatırlamıştım, aferin bana!]
  • Orhan Pamuk‘tan özür dileyerek bir süredir okumakta olduğum Benim Adım Kırmızı‘yı, 470 sayfanın 214’ünde, hem de tam Benim Adım Kırmızı yeri geldiğinde bırakıyorum, bıraktım. Dayanamadım. En son Yeni Hayat‘ta böyle olmuştum ama sanırım onda 30. sayfada filan tak demiştim. İstikamet Kara Kitap görünüyor. Bu arada, kendimi cezalandırmak için böyle yarım bırakmayı adet haline getirdiğimden, gene vaktiyle yarım bırakmış olduğum Ian M. Banks‘in Excessionına tekrar başlama kararı aldım, başladım, hem de en baştan. Onu da yarılamıştım ama Mind’ların kendi aralarındaki muhabbetleri beni benden almıştı. Şimdi daha dikkatli okuyarak ilerliyorum.
  • Yıllar yıllar yıllar sonra, klasik standart lak lak Winamp 2.91’le vedalaşıp Winamp 5.33’e geçtim sırf şu Most Played, Media Library vesairesine kandım.. Bir de program: ASMT, yani Automatic Shell MP3 Tagger (Artık Bilgisayar/Net kategorisini de yakabilirim 8).
  • Geç oldu, yatıyorum, iyi geceler Nina, iyi geceler Gwyneth, iyi geceler Cate, iyi geceler Miranda.. (Unuttuklarım varsa alınmasınlar pls, uykulu halime versinler).

    56. Edit Notu: (Aslında bunları 55.Edit’te yazmıştım ama kaydetmemişim anlaşılan). Yazoo’nun bu Don’t Go klibini Gürer Beyciğimin ilgisine takdim etmeyi görev bilirim.

    Asıl 56. Edit Notu: (Bunu girmek için düzenlemeye başlayınca fark ettim 55.Edit notunun kaybolduğunu) Bir insan nasıl olur da 80’lerin müziğinden bu kadar zevk almaya başlayabilir???? Sırada ne var? 80’lerin Alman gruplarını beğenmeye başlamak mı? (Kast ettiğim tabii ki saygıyla durduğumuz Kraftwerk filan değil de, Modern Talking, Opus, başka?..)