Gürer Bey, Milli Kütüphane, Kitaplar, Memet Baydur

Yıllar yıllar evvel (2001?), Ankara’yı şenlendirdiği ziyaretlerinden birinde Gürer Bey Milli Kütüphane’ye gideceğini söylemişti de, ben de heveslenmiştim ama o sıralar o şekil olmuyormuş o işler meğerse, öncesinde başvurmak, bir hafta beklemek filan gerekliymiş. O gün gidemedim sonuçta, ama geçtiğimiz cuma Ece ile gittik (günümüzde artık öncesinde internetten bir form doldurup, oraya gidince de iki dakikada kayıt işleminizi tamamlıyorsunuz). Filmlerden bir sahne gibi: dört bir yanda tıkır tıkır işleyen insanlar (insanların nasıl “işlediğini” sormayın, herkesin bir işi var görünürde, herkes bir şeyler yapmakta). Kitaplar iyi tabii, hepsi var orada ama beni asıl dergiler vurdu: denemelik olarak Varlık’ın ilk sayısının olduğu 1933 cildiyle, çocukluğumun 64’ler dergisinin (Abdurrahman Pala!) ilk iki cildini istetip, o günlere ışınlandım. “64’ler”de bir sürü imla hatası olurdu, benim aklımda iki tanesi kalmış, biri “StormLord” oyunun tanıtımında oyunun isminin sürekli yanlış yazılması, diğeri de “arabınan ferrari testarosso olması zok kolay” şeklinde bir facia. Eski sayılara göz gezdirirken bu ikisini de çok da kasmadan aradım, sonra StormLord çıkıverdi karşıma:

Okumaya devam et “Gürer Bey, Milli Kütüphane, Kitaplar, Memet Baydur”

Derin bir nefes…

(Cihanda, Muhibbi’den ödünç aldım ya habibi beybi beybs! 😉

Rahat günler (çok şükür). Ece sınava gireli bir ay olacak (20 gün olmak üzere), rahat bir nefes aldık, rahatladık, kazasız belasız geçti (çok şükür). Finaller bitti, bütünlemeler bitti bitecek, okundu onlarca kağıt (Terziler geldiler. Durgunluktu o dökük saçık giyindikleri / Yarım kalmışlardı. Tamamlanmadılar. Toplu odalarını sevdiler. / Ölümü hüzünle geçmişlerdi, ateşe tapardılar. / Kent eşiklerindeydi, ağlayışını duydular / Kestiler, biçtiler, dikmediler ve gitmediler, / iğnelerine iplik geçirip beklediler – Turgut Uyar, “Terziler Geldiler“den detay…) Ne zamandır yazılmayı bekleyen çalışmaların makaleleri yazıldı, bas çaldım, çalıyorum, bas güzel.

Kitaplar okudum, filmler seyrettim, oyunlar oynadım, müzikler dinledim. Güzel bir hayat. Keşif grubu: Seyyah – buradan keşfettim (Bulut Gelir / Ethno Catalonia), buradan bayıldım (Elindedir Bağlama / Seyyah), hatta burada oynatayım:

Okumaya devam et “Derin bir nefes…”

Marienbad’da, Geçen Sene.

Bu hafta güzel bir hafta oldu (hangi yaz haftası kötü olabilir ki?). Arkadaşlarla görüştük, güzel şeyler yedik, içtik, müzikler iyiydi, filmler güzeldi — 15 dakika kadar önce Birdman’i seyrettim: ne zamandır izlemek aklımdaydı, gidip gidip geliyordu, geçen gün hatta başlayıp, 20th Century Fox’un projektörleri ve fanfare’ye kadar gelip başka bir şeye geçmiştim, bugün de Levent’le takılırken, söyledim (sanırım Ece’yle Vanilla Sky’ı seyretmeyi planladığımı söyleyip, orijinalini mi yoksa Hollywood versiyonunu mu, Tom Cruise’lu olanını zira orijinali (Abre los ojos) çok sağlam olsa da, Vanilla Sky’ın da iyi kotarıldığını, hatta biraz daha şık olduğunu düşündüğümü (Vanilla Sky’a da geçen gün seyrettiğimiz Competencia Oficial‘ı tavsiye ettiğimden geçmiştim), o filmin yönetmeninin de (Alejandro Amenábar’mış ama adı aklıma gelmemişti sohbet sırasında) Tez’inin de iyi olduğunu ama nice zamandır yeni filmlerini bilmediğimi) neyse, eve gelince Birdman’i seyrettim, kurgu, müzikler, her şey!..

Birdman (Birdperson’la karışmasın) — Kostümlü hali de Michael Keaton oynuyormuş bu arada, çok şaşırdım öğrenince!
Okumaya devam et “Marienbad’da, Geçen Sene.”

Kültür sanat hububat

– Emre Bey, öncelikle soru & cevap teklifimizi kabul ettiğiniz için tüm “Kültür, Sanat & Hububat Exclusive” dergisi okurları adına çok teşekkür ederiz. Hemen başlayalım dilerseniz: imkânınız olsa kültür sanat (& hububat) konusunda neler yapardınız?

– Asıl ben teşekkür ederim, bu girişiminiz olmasa, bloguma bu girişimimiz de olmayacaktı nitekim, kaç aydır bir bilgisayarın başına oturup iki cümle yazamıyordum. Aklımda bu konuda yapılacak şeylerden üç tane vardı ama şu anda sadece ikisini hatırlıyorum (birine de zaten dün Anadolu Ateşi’ni seyrederken karar verdim): ilk ve öncelikli olarak, Ezgi Karakaya‘ya mutlaka albüm yaptırmak: böylelikle söylediklerinden bir seçkiyi (kendi seçkisi de olur, benim aklımda yarışmalarda söyledikleri var) ne zaman istersem dinleyebilirdim. İkincisi de, belirtmiş olduğum üzere, dün -ilk defa- Anadolu Ateşi’ni izlerken içimden “ah keşke Danel veya Manu buradayken denk gelseydik/gelsek de onlar da izleseydiler” dedim, sonra bunu genişletip, “ah, şöyle imkânım olacak da Bilbao’da -diyelim ki- üç günlük bir programla sevgili eşe dosta tanıtmak vardı…” haline getirdim.

Gelelim (hızlıca) Anadolu Ateşi’ne: Öyle mühtişim! miydiler? Hayır ama eskinin üzerine -epey- yeni bir şey getirmişler, çaba göstermişlerdi (bir dolu eleştirilecek şey olsa da, bu yenilikçi yanları hepsini geri plana itti), o açıdan çok takdir ettim. (Ben ne demeye vaktiyle youtube’da Igor Moiseyev klasik videosunu bulunca (“Гала концерт ансамбля танца им Игоря Моисеева 2012” başlıklı) onu lokale şiftırtmamışım ki?! 8( şunu (ve birkaç taneyi daha) buldum ama ı-ıh, giden gibi değil — dedim ki aradım taradım buldum yine, iyi kalpli bir insan 2021 versiyonunu yüklemiş, bu sefer indireyim de saklayayım.. / esas benim sevdiğim 2012 versiyonunu da ok.ru‘da buldum ama Türkiye’den açılmıyordu ama Espanya’dan açıldı 8)

Yine gitmem gerekiyor (Batsignal’i görür gibiyim) — ama örneğin 25 Eylül 2022 tarihli taslağımda doğrudan, şu şekilde liste çalışmışım:

  • Key & Peele
  • Amyl and the Sniffers + Girl in red (@Glastonbury) (+ Maneskin)
  • Lola Marsh -> Better call Saul
  • Strange Brain Parts (comics / YouTube)
  • True Facts (zefrank1 / YouTube)
  • Orphan Black & The Americans
  • Kısa hikayeler
  • Hades & Railbound 

25 Ekim 2021 (22 değil 21!) tarihli taslağım ise şu şekilde kalakalmış (kırılan pot neydi, geçti gitti, sevgi emekti):

Üzüntü ve muz kabuğu… (ya da 4 harika şey, 1 kırılan pot)

  • Microprose’un Highfleet’i, diegesis, dead space; Borges & İbn Rüşd, Trier’in Dogma
  • Boyle Meteksan defter
  • Zoey’s extraordinary playlist, fleabag, scrubs & buffy
  • Key & Peele
  • “The other two & you”

10 bin yıldır (18 Ağustos, Eylül, 25 Ekim) yazayım diye not alıp da bir türlü vakit bulup/ayırıp aktaramadığım inci tarlalarım bu şekilde olmuş. Bağlantıların çoğu aklımda ise de fleabag ne alaka? Müzikal bölümler mi? Ama o zaman fleabag ne alaka… demiştim ki buldum (If I Can’t Have You sekansı). Bunları buraya yazıp girişimizi yapmış olalım, ne de olsa başlamak bitirmenin yarısıdır, teyzem-annem demişler.

Anders Thomas Jensen, Yasujiro Ozu (+ Kaurismaki), Cemal Süreya (+ Flaubert)

Anders Thomas Jensen’i 2008 yılnda sevgili Brian’ın önerisiyle “Adam’s Aebler” filmiyle tanıyıp, sonrasında külliyatıyla iyice sevmiştik. En son(dan bir önce), haberini alıp, heyecanla beklediğimiz “Men & Chicken” çok fena fos çıkınca büyük hayalkırıklığına uğramıştık. O nedenle geçen sene “Riders of Justice“ın haberini alınca çok da heyecanlanmayıp, temkinli yaklaşalım dedik. Film iyi çıktı neyse ki. Öyle müthiş yeni bir film değil, bir silkinip kendine gelme filmiydi çokça. Biraz Adam’s Aebler, bolca Flickering Lights, üzerine In China They Eat Dogs serpilmiş (akla Jar Jar Abrams’ın “The Force Awakens”ında yaptığı “sakata gelmeyeyim, garanti olsun, eski filmlerden apartıp film diye süreyim” mantığıyla yaptığı fan service gelmesin — onun aksine, Riders of Justice eli yüzü düzgün, tutarlı bir film olmuştu). Filmin hemen başında “Riders of Justice”ın bizim egzantrik karakterlerden kurulu motley crew değil de, bizatihi hedefleri olması güzel bir detaydı, aklıma vaktiyle Cemal Süreya’dan okuduğumu hatırladığım Madam Bovary saptaması geldi: Madam Bovary kitabı bir Madam Bovary’den bahsedilerek başlasa da, aslında orada bahsi geçen Madam Bovary “bizim” Emma Bovary değildir, böyle bir küçük twist vardır — keza Er Ryan’ı Kurtarmak filminin (epey küçük spoiler incoming)

Okumaya devam et “Anders Thomas Jensen, Yasujiro Ozu (+ Kaurismaki), Cemal Süreya (+ Flaubert)”