Sınavlara Veda… (E. S. Hemingway)

Merhabalar, cuma itibarı ile -bildiğim kadarı ile- akademik hayatımdaki bildik anlamdaki sınav anlamı ile sınavları bitirmiş bulunmaktayım. Çok karışık, rekürsif bir cümle oldu ama özetle haberler iyi.

Okumaya devam et “Sınavlara Veda… (E. S. Hemingway)”

Grrrrrr…. ve diğer smiley’ler (emoticonlar, emojiler…)

Bizim zamanımızda smiley derdik, acid vardı, metalciler olarak sevmezdik pump up the jam’i filan, küçüktük tabii, o acid’in “o türden” asitlere dendiğini bilmezdik, rave anlamazdık.

Sonra üniversite zamanında Watchmen’lerin smiley’si, comedian’i geldi vs, vs..

Şimdi de bu:

cumaya doçentlik sınavı var. Güzel tesadüfler oldu, mesela Bengü ile aynı seansta giriyoruz, ODTÜ’de, ben fazla uzağa gitmiyorum, jüri konusunda da çok şanslı hissediyorum kendimi, sonra Betül, Süheyla ve Sevgi hocalarım sağolsunlar, muazzam bir destek aldım bölümden de. Hayırlısıyla şansımı deneyeceğim. Sınav anlamında, bu önümdeki nihai sınav. Kısmet.

Bu tür kaygılı durumlarda her zaman yaptığım üzere, cuma günü öğleden sonra beni aklınızdan güzel şeylerle (dua/şarkı/dans/güzel bir anı) geçirirseniz müteşekkir olurum. 8)

(Geçtiysem sonucu yazarım, yazmamışsam da sormayın n’olur…)

2011, PHYS743

 

El çabukluğu marifetim ile sihirbazlık yaptığım zamanlardan…
bkz. 30+ : Eller, eller, eller!.. (tek rakibim Barış Manço) 8)
[International School on Fundamental Crystallography, Bulgaristan, Eylül-Ekim 2013]

bana kalbin kadar temiz bu sayfayı… ya da: içler dışlar çarpımı

Glow

Glow‘u seyrettik, peşinden Dangal geldi (bu da mı tesadüf? haydi bunu da açıklayın dadaistler!). 80’ler estetize edildiğinde ne kadar katlanabilir oluyor <hipster mode on>önemli olan onu bütün çiğliyle hatırlayıp, kabullenip her şeye rağmen sevgisi 8P </hipster mode off – ya da ben öyle sanayım>. Glow şu şekilde bir şey olarak estetize edilse de, kendini dayandırdığı aslı aslında böyle bir şey. Beğeneceğimizi, ilgileneceğimizi hiç beklemiyorduk, bizi şaşırttı – hele Kate Nash’in varlığı (ve hali) yılın sürprizi idi (o kadar olmasa da).

Okumaya devam et “bana kalbin kadar temiz bu sayfayı… ya da: içler dışlar çarpımı”

Celladıma Gülümserken Çektirdiğim Son Resmin Arkasındaki Satırlar

Mevlevilikte 40 günlük bir çile vardır: Derviş, nefsini eğitmek için, 40 gün boyunca minimumda yiyip-içeceği, uyuyacağı, zamanının çoğunu ibadetle geçireceği bir hücreye konur(muş). İlk gün 40 zeytinle başlayıp, her gün bir zeytin azaltılarak, günü o kadar yiyecekle geçirirmiş. 40 günün sonunda ise şeyhinin yanına çıkıp rüyalarını, tefekkürlerini anlatırmış. Şeyhi uygun görürse sınavı geçmiş olurmuş, öbür durumda ise hemen bir sonraki çileye girermiş. Bu çile, kırk gün durumundan ötürü, Arapça ‘kırk’ anlamına gelen Erbain olarak da adlandırılır.

Çorlulu Ali Paşa Medresesi, “20’li yaşlar”…

Okumaya devam et “Celladıma Gülümserken Çektirdiğim Son Resmin Arkasındaki Satırlar”

oku izle dinle… II (izle)

3,333,360

Pac-Man’de yapılabilecek maksimum skor (dökümü şurada bulunabilir: https://gaming.stackexchange.com/a/185776).

Bu yakınlarda Spielberg’ün çektiği “Ready Player One” filmini izlerken aklınızda bulunsun. Biz çocukken “Atari salonları” vardı – ben ilkokula giderken Commodore 64 / Atari 800XL’leri bağladıkları, jetonla çalışan kutulardı, sonra orta okulda gerçek coin-op/arcade makineler gelmeye başladı, az paramızı yedirmedik onlara, helali hoş olsun. İlk coin-op’um, 86’ydı herhalde Galleria açıldığında, orada, Fame City’de, Street Fighter olmuştu: 10000 liraya 4 büyük jeton verirlerdi – her büyük jeton 4 küçük jetona dönüştürülebilirdi. Coin-op’lar 1 küçük jeton yerdi. Sonra her yerde arcade salonları açıldı. Vigilante’yi çok oynardım falan filan. Ama hiçbir oyunda usta olamadım. Okumaya devam et “oku izle dinle… II (izle)”