dark tower..

az evvel “wizard and glass” bitti (bu kitabı ve diğer kitapları okurken aldığım notlara buradan ulaşılabilir). susan’ın başına gelecekler, beni bir süre kitabı bitirmekten alıkoydu. neyse, önümüzde “wolves of calla” var ki, o da “shichinin no samurai”ın bir uyarlaması olduğu yönünde edindiğim izlenimler yüzünden pek çekici gelmiyor. filmi severim sevmesine de, aklıma şu family guy’daki king esprisi geliyor, hani şu masa lambasını eline aldığı.. ne yapalım artık, başa gelen çekilir.

stephen king / family guy s2e11 a picture is worth 1000 bucks

In the second reference, King’s editor is shown asking King for a summary for his 304th novel. King invents a story on the spot about a couple who are attacked by a lamp monster, then grabs the lamp from the editor’s desk and waves it around making strange noises. The editor sighs, “You’re not even trying anymore, are you?” and then says, “When can I have it?” [Wikipedia]

uyku hastalık ve diğer şeylere dair..

cuma, cumartesi, pazar ve işte bugün, pazartesi – 4 gündür hastayım, gribal durumlar, dün bir de uyumadım (sabahlara kadar fizik çalıştım! 8) aslında, bu sabahlara kadar çalışmak kısmi olarak doğru; sonunda dün gece nano-çarkların oluşturulması hakkındaki makale için hayati önem taşıyan bir formülü çıkartabildim. önceden bir formül bulduğumu zannediyordum ama ilgili zigzag nanotübün indisi 18’i geçince benim formül de patlak vermeye başlıyordu. dün fark ettim ki, meğer benim formül yanlışmış ve aslında iteratifmiş. neyse, bu kadar teknik laf-ı güzaf yeter.

bugün makaleyi yazmaya devam edeceğim, ayşe geleceğini söylemişti, onu da bekliyorum. başka? uykum var, burnum tıkalı. perşembe-cuma okula gelmemiştim, evde kara kule’ye devam ettim (hala wizard and glass’tayım, kitabın sonlarına doğru hızla ilerliyordum ki, şu susan’ın meselesi çıktı ortaya. bir kitapta bu tür sömürülere, ya da sömürü demeyelim de, üzücü olaylar diyelim, dayanamıyorum. seri değil de tek kitap olsa idi kuvvetle muhtemel bırakmıştım. ama şimdi kendimi zorlaya zorlaya okuyorum. susan yakılacak, roland kurtaramayacak, biz üzüleceğiz boş yere. tavşana kaç, tazıya tut.. 8(

wo bist mein kopf?..

kafamı bulamıyorum. buralarda bir yere koymuştum halbuki. st’nin müziği kafamın içinde yankılanıyor ama kafamı bulamıyorum. oruç tutmak, tıpkı şey gibi.. neyse. bunda da duyularınız bir yerlere gidiyor, farklı biçimlerde keskinleşiyor. gerçi tahminim bunun sebebinin açlıktan çok, vücudun nikotinim neredeee! diye mızmızlanmaya başlaması.. yok sana nikotin filan. öyle işte.

geçen sene, bu zamanlar olabilir, kendimle girdiğim bir inatlaşma sonucunda, yer-misin-yemez-misin-hadi-bakalım moduna geçip bir ay pipoyu bırakmıştım, bakalım iradem ne alemde diye, bir ayı tamamlamış, sonrasında pipoya da kaldığım yerden devam etmiştim.. bu nikotinsizliğe uyanışın güzel bir yanı var: dinlediğiniz müzikler -sanırım beyniniz pek yerinde olmadığından ötürü- doğrudan kafanızda patlıyor, çok zevkli, gözleriniz belli bir yere takılıp odaklı odaklı kalıveriyor, renkler yayılıyor etraflarından. beyin olmayınca, çeperlerden çarpıp geri dönüyor müzikler de.. mesela şimdi dinlemekte olduğum tom waits – rain dogs.. har har har!.. 8)

ahmet haşim’in ateşler içinde yatmanın büyüleyici yanlarından bahsettiği bir yazısı vardı, onu bulayım da, gönderirim belki.. nasıl olsa yarın da bu halde olacağım, önümüzdeki 29 gün de..

sabah sabah fabuloso?..

ya da sabah sabah [[suicidal tendencies]] ya da can’t stop the runaway emotions..

birkaç zamandır canım fena halde suicidal tendencies çekiyordu, dün evdeyken aklıma geldi neyse ki, ben de albümlerini toplayıp okula geldim. art of rebellion’la başladım dinlemeye. tabii dinledikçe emir’i hatırlıyorum. özledim pis şişkoyu. suzan’la amerika’ya gittiklerinden beri hiç haber almadım. mail atmadım, mail atmadı ama kimseye atmamış bildiğim kadarıyla. bir kere california’da sanırım, bera ile buluşmuşlar, ama o kadar..

most wanted: emir amca burnu kanca
bulanların insaniyet namına haber vermesi rica olunur..