başımdaki işler..

Bu aralar (3-4 aydır) temel olarak 3 iş var başımda ve bunları bitirebilirsem daha mutlu, daha iyi bir insan olacağıma canı gönülden inanmalardayım:

1. [[MPI]] kılavuzu. Aralık’da, rektörlüğün toplantısından beridir uğraşıyorum, %90’ı bitti, kendisi bitmedi hala..

2. Moleküler optimizasyon, cenerasyon programı (Molecular optimization, generation software yazayım da anlaşılsın 8P). Bu, benim aynı zamanda tezim ve olası bir Japonya başvurumun assolist parçası. Şimdiye kadar yaptığım çalışmaların derlenip toparlanması olarak özetlenebilir. Nedir bu çalışmalar? Efe’yle kodduğumuz torus üreticisi, benim eklem yapıcım. Optimizasyonu bir türlü beceremiyordum, HyperChem’e mahkum oluyordum, oturup iyice öğreneyim, ben yazayım diyordum ama bir türlü yazamıyordum ki, geçen ay İran’dan bizi ziyarete gelen Dr. Seifollah Jalili’nin tavsiye ettiği TINKER programının tam da işime yarayacak modülleri olduğunu görüp, rahatladım. Bu dönem ve yazın çok kasıp, ders notları şeklinde, hem moleküler dinamik, optimizasyon, üretim, hem de paralel programlamayı şöyle bir güzel harmanlayıp, seneye bir ders açtırabilmeyi çok istiyorum.

3. Bölüm için personel kaydı, gözetmenlik atama, duyuru, vesaire vesaire programı. Bu programı çok severek, Visual C++.NET ve MySQL kullanarak koduyorum. Başta çok küçük bir amacı vardı, giderek genişletiyorum ama artık bitirmem lazım.. 8)

Günün hamişi: Ben bugün rezil oldum. 8) bkz. Mert Emcan. (bakmayınız aslında, benaptalım – bunu ileride bakıp da, “ne olmuştu o gün sahi yahu?” diye kendi kendime sormayayım diye girdim. 8P)

dilemma.

Bizim Esat – Nenehatun servisindeki kırmızı eldivenli, kemik gözlüklü, kıvırcık saçlı bayanın Me and You and Everyone We Know’u görmesi lazım. İçimde, filmi ilk seyrettiğim günden beri böyle bir his var. Belki çok sevecek, belki hayatının filmi olacak, belki hiç sevmeyecek ve belki de hayatının filmi olmayacak ama bir şekilde bu filmi izlemesi lazım. Bu arkadaşla tanışıklığımız, (bir kere ondan tükenmez kalem sormuştum, onun haricinde) konuşmuşluğumuz yok, çok iyi bir insana benziyor, güzel bir insana benziyor ama o kendi dünyasına, ben kendi dünyama. Yani tanışmayı açıkçası pek istemiyorum – tanışsak ne olacak ki, “merhaba, merhaba”. Zaten çok uzunca bir süredir yeni insanlarla tanışmak da pek hoşuma giden bir şey değil. Sonuçta, çekingen bir insan türü değilim, sonuçta, o kadar rahatça olmasa da, bu hanımdan bu filmi görmesini rica edebilirim, -onu hiç tanımadığım için- biraz garip olsa da, bu filmi seveceğini düşündüğümü belirtebilirim ama işte sonrasını istemiyorum. Sonrası şu: her akşam “İyakşamlar, iyakşamlar”, zorlama bir tebessüm.

O halde deus ex machina‘yı çıkartalım çuvalımızdan: hasbelkader, şu işe bakın ki, bir de ne görelim, o bayanın kendisi ya da bu yazının onun hakkında olduğunu anlayabilecek kadar onu tanıyan bir arkadaşı bu yazıyı okumaktadır. Sonuçta filme gider. Ya da filme gidemez fakat filmi bir yerden bulur (bulamazsa, bendeki kopyayı ona seve seve verebilirim). Sonuçta filmi izler. Bana bir spagetti mesajı atsın, ben de onun filmi izlemiş olduğunu bileyim, ne mutlu bana. Sonra biz yine görüşmeyelim, statu quo’yu koruyalım, perfait etrange kalmaya devam edelim güzel güzel. 8P

yeni bir hafta

Geçen bölümün özeti: Cuma günü, Bahadır’la Ayça’yı uğurladık. Perşembe günü sonunda Nokia 770’ime kavuştum. Adı konusunda epey bir tereddüt yaşadıktan sonra (memleketi düşünüldüğüne, tanıdığım tek Finli bayan olan Kati Outinen‘den hareketle, Kati demem lazımdı ama, bana Nina tipi varmış gibi geldi — tabii Nina Persson’a olan düşkünlüğüm de bunda belirleyici olabilir) adı Nina oldu.. Bugün, işletim sistemi olan maemo için SDK ve Scratchbox indirdim, akşama üşenmezsem ve becerebilirsem kurma niyetindeyim. Cuma günü Utku geldi bir de sonunda! Gene bir 20 gün kalıp, Arabistan’a dönecek.. Sonra gene cuma günü Sezen geldi ama biraz da onun inekliğinden dolayı çok da görüşemedik. Başka? Başka da bir şey olmadı, günler geçip gidiyor. Bugün dişçiye gittim (Dt. Ercüment Önder – olur da bir gün kendisini google’dan aratırsa 8), ben üç azı dişimi birlikte çekeceğini sanıyordum, meğer prosedür öyle değilmiş, sadece bir tanesini çekecekmiş, ikinci için 15 gün geçmesi gerekiyormuş. Bana seçme hakkı tanıyınca, sol alt, en arka dişimi (daha doğrusu ondan geriye kalanları) seçtim. Demek ki neymiş çocuklar? Sabah-öğlen-akşam, her yemekten sonra fıçı fıçı fıçı fırçalamalıyız dişleri!

Baho ile otobüsün son kontrollerini yaparken Yeni Arkadaşım Renault Adam

dün, bugün, yarın

dün: bahadır’la ayça ankara’daydı, onlarla buluştuk, ayça ile de sonunda tanışmış olduk. yarın öğlen istanbul’a dönecekler ama bugün kar bastırdı, hala da yağıyor, inşallah rahat dönebilirler.

bugün: kar yağıyor.. sabah dişçiyle randevum vardı fakat bugün izin almış olduğunu öğrendiğimden, belirsiz bir tarihe ertelendi şimdi. Mehmet Hoca’nın odasına baktım sabah, Mehmet Hoca -ve dolayısıyla benim cici Nokia 770’im de- anlaşılan bir süre daha rötar yapacak. Dişçiyi bulamayınca, ben de berbere gideyim dedim, saçlarım epey uzamıştı, onların bir kısmından kurtuldum. oradan da çarşıdaki fotoğrafçıya uğrayıp, dün çektiğimiz resimleri basılmak üzere bıraktım. teknoloji ne kadar gelişmiş! ben resimleri makineden bilgisayara, oradan da cep telefonuma aktarmış idim, fotoğrafçıya cep telefonunun hafıza kartını verdim ama aleti okuyamayınca, bluetooth ile aktarmayı gerçekleştirdik, içimden “vay be!” dedim.. aşağıda o resimlerden birini görebilirsiniz efenim.. 8)

yarın: yarın da kar yağacak anlaşılan.. bekleyelim, görelim.

Ayça & Bahadır + Biz 01/02/2006
Baho’nun kulaklara dikiz pls.. 8)

Güne güzel başla.. ama saat olmuş 14:03!..

Bugün öğlen Barış’la onlara gittik, Hülya Teyze nefis yemekler yapmıştı, afiyetle yedik, oradan da Ankuva’ya uğrayıp sevdiğimiz kardeşler olan Cardigans’ın son albümünü aldık: Super Extra Gravity. Nina nina nina.. hımmzzz.. özlemiştik onu biss.. albümü gerçi ekimde çıkartmışlar ama olsun, biz de bugünden itibaren dinleyeceğiz.. Artı, yarın bir aksilik olmaz ise Mehmet Hoca bölüme gelecek ve ben haftalardır beklediğim, yollarını gözlediğim Nokia 770‘ime kavuşacağım..

Geçen hafta fena halde dişlerimden çektim, dün de ilk olarak doktora gittim, perşembe günü tekrar görüşeceğiz – o görüşmede biraz daha hafiflemiş olacağım.. böylelikle, diş meselesini de halledince, bir süre için kendimle ilgili pek bir şey kalmıyor: pipo, şeker, egzersiz.. bakalım. Hedef 300 yaşına kadar genç kalmak, 1000 yaşıma kadar da yaşamak. Evet, i am iron man.. 8P 8)

Ya, yazıp yazıp duruyorum, asıl olayı unuttum: Bengü’yle iki haftadır deliler gibi Northern Exposure seyrediyoruz. İşin garibi, biz hariç herkesin vaktiyle bu diziyi TRT’de “Kuzeyde Bir Yer” adıyla verilirken güzel güzel izlemiş olması; biz ıskalamışız, kusura bakmayın. Herkesin hatırladığı bir favorisi var, çoğu kişi DJ Chris’i ilk olarak hatırlasa da, benim adamım Holling! Eğer şimdiye kadar siz de bizim gibi bu diziyle ilgilenmediyseniz ama hep arkadaşlarınızdan duyduysanız, bir denemenizi tavsiye ederim. 1990-96 yılları arasında, 6 sezon olarak yayınlanmış. Bazen ipin ucu kaçsa da, gerçekten her an, her şeyin olabildiği bir dizi. En koptuğu an da, az sonra gerçekleşecek olan bir düelloyu hiçbir şekilde durdurmayı beceremeyen Dr. Joel Fleischman’ın, “ama senaryo iyice bozulacak!” şeklindeki uyarısıyla durdurmasıydı.. Bir süre sonra diğer karakterler de doktora hak verir, ve “Haydi bir sonraki çekime geçelim, o çok daha eğlenceli hem..” derler ve.. 8) Ally McBeal’in uçuk filan olduğunu düşünüyorsanız, bir de 7 senelik öncülüne göz atın derim..

The Cardigans / Super Extra Gravity

Northern Exposure