Ece’m

Ece Hanım bugün 6. gününe ulaştı. Bu vesileyle, ben de ne kadar çok sevenimiz olduğunu görüp, iyice keyiflendim, tebrikler için herkese çok teşekkür ederim, çok şanslıyım ki, böylesine güzel insanları tanıyorum.

Hayatta düsturum olan bir deyiş vardır: All is well that ends well – çevirirsek: Sonu iyi biten her şey iyidir.. Bu prensibe uygun olarak, 3 gündür yazmadığım bir şeyi artık buradan bildirebilirim: Ece Hanım salı akşamından beri hastanede idi. Bebeklerde doğumun 2. günü başlayıp, takriben bir hafta süren bir sarılık vuku bulmakta, buna fizyolojik sarılık deniyormuş, virütik olmayıp, adı üzerinde, normal bir süreç. Yalnız dikkat edilmezse, bazı bebeklerde kritik bir değeri aşıp, beyinde hasara yol açabiliyormuş. Salı akşamı Eda gelmişti ziyarete, Ece’yi biraz fazla sarı buldu, hastaneye kontrole götürdük, kandaki ilgili değer normal limitin biraz üzerinde çıkınca, gözetim altında tutulması gerekti kızımın. O akşamdan bu sabaha kızımı topu topu 15 saniye görebilmiştim. Bugün de tamamıyla riski atlatıp, taburcu oldu. Sonuçta değer hiçbir zaman tehlikeli bölgeye girmedi, yani içiniz rahat olsun. Hacettepe Yeni Doğan / Süt Çocuğu birimi çok gelişmiş, insanın içini rahat ettiren bir bölüm ama çocukların hastalanması insanı yıpratıyor.. Allah orada ve tabii ki herhangi bir yerde yatan hasta çocuklara şifa, ailelerine de sabır versin. O kadar zor ki!.. Bu sabah taburcu olacağını öğrenince Barış Halasını aradım, o da sağolsun, geldi, kızımı evine götürdük… Şimdi içeride, annesiyle Şibe Teyzesi altını değiştiriyor.. 8)

Bu noktada kızım için koca bir MAŞALLAH istiyorum! (Can you say Hallelujah? 😉

Baba uykucu, kız uykucu.. 8)
Baba uykucu, kız uykucu.. 8)

Mustafa

Bir ölüm haberi aldığımda, aklıma gelen ilk metinlerden biri Tezer Özlü’nün Hayalet Oğuz’u anlattığı hikayesinin giriş cümleleridir:

Biz yıllardır bu kentte yaşıyoruz. İçimizde ömrü bitenler oldu. Onları oldukça eğlentili törenlerle gömdük.

Bir de W.H. Auden’ın şu kapkara Funeral Blues’u..

Funeral Blues

Stop all the clocks, cut off the telephone,
Prevent the dog from barking with a juicy bone,
Silence the pianos and with muffled drum
Bring out the coffin, let the mourners come.

Let aeroplanes circle moaning overhead
Scribbling on the sky the message He is Dead,
Put crepe bows round the white necks of the public doves,
Let the traffic policemen wear black cotton gloves.

He was my North, my South, my East and West,
My working week and my Sunday rest,
My noon, my midnight, my talk, my song;
I thought that love would last for ever: I was wrong.

The stars are not wanted now: put out every one;
Pack up the moon and dismantle the sun;
Pour away the ocean and sweep up the wood;
For nothing now can ever come to any good.


Cenaze Blues’u

Tüm saatleri durdurun, telefonu kesin,
Köpeği havlatmayın arkasında sulu bir kemiğin,
Piyanoları susturun, ve çalarken boğuk sesli davullar
Tabutu çıkarın dışarı, gelsin yas tutanlar.

Uçaklara inleyerek daireler çizdirin göklerde
Yazarken bu haberi, “O öldü.” diye,
Siyah fiyonklar takın beyaz boyunlarına güvercinlerin,
Trafik polislerine siyah eldivenler giydirin.

O benim Kuzey’imdi, Güney’imdi, Doğu’mdu ve Batı’mdı,
Çalışma haftam ve Pazar rahatımdı.
Öğlem, gece yarım, konuşmam, şarkım;
Sevgi sonsuza dek sanırdım, yanıldım.

Yıldızlar artık gereksiz, söndürün hepsini
Ay’ı paketleyin, parçalayın Güneş’i
Dökün okyanusu, süpürün ormanı
Artık hiçbir şey güzelleştiremez hayatı.

Çeviren: Hande Tekin

Mesela, hayatı boyunca eğlenceye, neşeye müzik yazan Mozart bile bir noktada durmuştur. Onun ağıtını tek bir oturuşta dinlemek yürek ister. Ölüm her şeyi susturuyor. Ölüm kötü bir şey gibi gelse de, ölüm aslında sadece haksız bir şey. Hele de hazırlıksız yakaladığında. Hoş, ne kadar hazırlayabiliyor ki insan kendini. Hele de giden Mustafa gibi her açıdan mükemmele yakın, o kadar güzel bir çocuk, o kadar akıllı bir çocuk, o kadar nazik, sevecen, güleryüzlü bir insansa. Ölüm çok ama çok haksız bir şey. Allah rahmet eylesin Mustafa, geridekilere sabır versin çünkü çok zor bir şey. Haberini aldığımdan beri bir şekilde bütünüyle olayın gerçekliğine varmayı erteliyorum beynimde. Bugün okula gitmedim, onun yerine fch’ta Doruk ve Didem’in o muhteşem misafirperverliğinin tadını çıkarttım, iyi ki de böyle yapmışım. Yarın okula gideceğim; yarın Barışlar Giresun’dan gelmiş olacak. Yarın olayı bilen insanlarla yüz yüze geleceğiz. Cemal Süreya’nın pek çok söylediği şey var ölüm hakkında ama onlar ölümü estetize ediyor oldukça (Ölüm geliyor aklıma ölüm, bir ağacın gövdesine sarılıyorum / Ölmeden önce biraz gezdirin beni / Ölüyorum tanrım, Bu da oldu işte. Her ölüm erken ölümdür, Biliyorum tanrım. Ama, ayrıca, aldığın şu hayat Fena değildir… Üstü kalsın. / …) Ama bunlar değil demek istediğim, bu şekil değil. Edip Cansever’den geliyor cevap, ama ne Ruhi Bey, ne Ölümün Konumu, ne Tragedyalar, ne Oteller..

Uğurladık bir sabah seni
Söz vermiştin geri döneceğine
Anladık bakınca aldandığımızı
Gerilerde küçük
Kıyılara doğru büyüyen ayak izlerine

Ötelerde, ama çok ötelerde
Kocaman bir gözyaşıydın ey usta deniz
Konuşuyordun, sözlerini bulamıyordun yalnız.

Edip Cansever, Akdeniz Salgını‘ndan detay.

Mustafa Cimşit (1979 - 2006)
Mustafa Cimşit (15.6.1979 / 16.4.2006)

‘baba evi’

Dee ve Doruk, fch, 17 Nisan 2006İnsanın her daim gidebileceğini bildiği bir yeri olduğunu bilmesi çok güzel. “Güzel” demek de doğru değil aslında, bir elzem. Nasıl ki VW için “kendine ait bir oda”ysa, benim için de [[fch]] böyle bir şey. Şimdi salonda oturuyoruz Dee ve Patron ile. Okula gitmedim bugün, gidemedim. Bizden 25 kişilik bir kafile Mustafa için dün geceden Giresun’a yola çıkmışlardı, ikindiden sonra defnedilecekti Barış’tan aldığım bilgiye göre.

yasemin!

Yasemin (Gürcan) geldi!

Haftalık cuma tenisinden sırılsıklam bir şekilde dönmüş, içim ısınsın diye çay içmek üzere çay odasına yönelmiş idim ki, İnanç, “Emre bir gelebilir misin?” diye sordu, “Hayırdır?” dedim, “Hayır, hayır..” diye cevap verdi ve odasına girdiğimde — YASEMİN ile karşılaştım!!! Kendisi geçen seneden beri Amerika’da. Çok özlemişim yahu! Yanda gördüğünüz resmini bulabilmek için benim arşivi karıştırıyordum ki, eski günleri buldum.. Ahh ahh! Hüseyin, Efe, Yasemin, Ayşe, Yasemin,.. koptuk gittik..

Ortaokuldan, liseden kimseyle görüşmüyorum.. Lisanstan Bera, Emir var ama onlar da lisanstan ziyade başka yerlerden sayılır; ne de olsa bir ömür geçti onlarla. Arkadaşlarımın büyük bir kısmı HiTNet zamanlarından, bir de evlilikle gelen “mimar” arkadaşlarım var, Levent, Hamiyet, Şibe, Almıla, Mehmet.. ODTÜ’deki dostluklar çok güzel, daha çok yaz arkadaşlıklarını anımsatıyor, ne zaman ne kadar olacağı kestirilemiyor… Barış, Efe, Hüseyin, Deniz, Yasemin, Ayşe, Selma, grubumuza yeni gelen Nazım… Gitmesek de görmesek de o dostluklar hep bizim dostluklarımız olarak kalıyor.. 8l (sururi lisanslı buruk gülümseme smiley’sidir)

yasemin 07.07.2004

Yasemin Gürcan / 20.04.2006