haftasonu

Ece’nin gelişi nedeniyle almış olduğum iznim hala devam ediyor ama bugün evdeki temizlik sebebiyle yine de okula geldim. İznim normalde haftaya pazartesi bitmiş olacak ama bu hafta da bol bol geleceğim gibi görünüyor. Sebebi de 5. Linux ve Özgür Yazılım Şenliği nedeniyle başta kızımın Gürer Halası olmak üzere, pek çok arkadaşı bir arada görme fırsatımın doğuşu. Hem de bu sene Milli Kütüphane yerine ODTÜ’de yapılacak. Bu arkadaşlardan bir kısmını cts. günü evimizde ağırladık, ispatı alttaki resimdedir. Linux zibidileriyle hiç alakası olmayan pek sevgili Hande Hanım da, bir önceki blog girişinde yazdığımız üzere, taa İstanbul’lardan geldi güzel şehrimize. Emren’in gelmesi de günün sürprizi oldu!

Dee, Patron, Löker, Eki
Eki uzay zamanı bükerken

lol2
Sevgi Yumağı – bunu lütfen şuradaki Northern Exposure resmi ile kıyaslayın.. Hande zaten kendisini Maggie ile özdeşleştirmişti, artık Joel kim olsun, Marilyn kim olsun biraz düşünüp bulun. 8)

Pazar günü de abim (ağabeyim 8P), Ercü Dayımlarla Aslı’yı getirdi, güzel bir akraba kaynaşması oldu. İstanbul’a dönerlerken annemi de yanlarına aldılar. Akşama Bengü tarafından anne ve babam da evlerine dönünce ilk defa çekirdek aile kadromuzla (Ben, Bengü, Ece) başbaşa kaldık 8).

Geçen hafta İTÜ’den Hakan’la (Elbasan), Koray’ım (Kara) aramışlardı tebrik için, eski günleri yâd ettik, hakikaten çok özlemişim yahu! Biri İzmir’de, diğeri de Çanakkale’de ikâmet ediyor. Ne çılgın günlerdi off off! Bera da bu çarşamba Türkiye’ye giriş yapıyormuş, büyük ihtimalle Mustafa (Mehmet Batur) ile gelecekler, Mustafa ile de nikâhtan beri görüşememiştik… Hem bu vesileyle, hem de Ece’nin gelişinden sonra almış olduğum tebrikler dolayısıyla, en kısa zamanda bir arkadaş tarihçesi vermek istiyorum, işte kim kimdir, nasıldır, neresinden yenir, vs.. Az evvel yazmaya ara verip, Mustafa’ya (Öztürk) bir mail salladım, “ne zamandır bir şey yazamıyorum, kabalık diye algılama” mealinde 8) Ah ah ah! Ece Hanım sayesinde Cengo ile de haberleştik. Arkadaşlıklarımın sevdiğim bir özelliği bu Pause tuşuna basılıp, sorunsuzca kalındığı yerden devam edilebilmesi..

Bego!

Bengü sonunda dün ayağa kalktı! Bu vesileyle sevgili kâri, hamilelik ve doğumla ilgili bütün bildiklerini unut, çünkü hepsi hepsi hepsi yanlış. Bizim kız da son iki gündür iyice coştu, gecelerim kucakta bebek sallamakla geçmelerde.. Şikayetçi değilim, keko kazara bir güler gibi yaptığında bile dünyalar benim oluyor. Ama bir de o henüz görmeyen boncuk boncuk gözlerle sizin gözünüzün içine bakıp da içli içli ağlaması yok mu!..

Şimdi, haftalık geleneksel [[fch]] ziyaretimdeyim… Yarın Hande gelecek İstanbul’dan, Eki, Dee, Doruk, Löker de buradan gelecekler bebek sevmesine. Hande’yi de görmeyeli yıl oldu yahu. Allahtan kendisi çok zengin bir insan da, özel jetiyle gelip gidecek (“birikmiş millerim var”mış! Haydi, haydi Hande Hanım, o miller durup dururken birikmiyor herhalde! 8).

Pazara da abim (ağabeyim) geliyor ziyarete Ercü Dayımlarla, annem de onlarla dönecek…

Neyse, bu blogu keseyim buralarda, kızımı özledim – eve gideyim de, seveyim 8) Aslında kaç zamandır kafamda kuruyordum, buraya bir ton şey yazacaktım ama hatırlayamadım şimdi 8P — aaa, hatırladım:

Konser, kalabalık fobisi olan bir insanım. Kalabalık görünce daralıyorum. O seviyede ki, evlenmekten değil, nikahımdan korktum deliler gibi. Gruplar konser vermeye güzide yurdumuza gelirlerkene, “Yok,” derdim, “ancak Therapy? ya da Cure ya da Tori Amos gelirse giderim..” Sonra Cure geldi, Therapy? geldi, Tori Amos geldi, gitmedim, gidemedim sevdiceklerim… Kalabalık gözümü korkuttu. Geçen gün öğrendim ki, Ninacığım geliyormuş bu yaz, The Cardigans olayı yani.. pofffidi poffidi..

Ece’m

Ece Hanım bugün 6. gününe ulaştı. Bu vesileyle, ben de ne kadar çok sevenimiz olduğunu görüp, iyice keyiflendim, tebrikler için herkese çok teşekkür ederim, çok şanslıyım ki, böylesine güzel insanları tanıyorum.

Hayatta düsturum olan bir deyiş vardır: All is well that ends well – çevirirsek: Sonu iyi biten her şey iyidir.. Bu prensibe uygun olarak, 3 gündür yazmadığım bir şeyi artık buradan bildirebilirim: Ece Hanım salı akşamından beri hastanede idi. Bebeklerde doğumun 2. günü başlayıp, takriben bir hafta süren bir sarılık vuku bulmakta, buna fizyolojik sarılık deniyormuş, virütik olmayıp, adı üzerinde, normal bir süreç. Yalnız dikkat edilmezse, bazı bebeklerde kritik bir değeri aşıp, beyinde hasara yol açabiliyormuş. Salı akşamı Eda gelmişti ziyarete, Ece’yi biraz fazla sarı buldu, hastaneye kontrole götürdük, kandaki ilgili değer normal limitin biraz üzerinde çıkınca, gözetim altında tutulması gerekti kızımın. O akşamdan bu sabaha kızımı topu topu 15 saniye görebilmiştim. Bugün de tamamıyla riski atlatıp, taburcu oldu. Sonuçta değer hiçbir zaman tehlikeli bölgeye girmedi, yani içiniz rahat olsun. Hacettepe Yeni Doğan / Süt Çocuğu birimi çok gelişmiş, insanın içini rahat ettiren bir bölüm ama çocukların hastalanması insanı yıpratıyor.. Allah orada ve tabii ki herhangi bir yerde yatan hasta çocuklara şifa, ailelerine de sabır versin. O kadar zor ki!.. Bu sabah taburcu olacağını öğrenince Barış Halasını aradım, o da sağolsun, geldi, kızımı evine götürdük… Şimdi içeride, annesiyle Şibe Teyzesi altını değiştiriyor.. 8)

Bu noktada kızım için koca bir MAŞALLAH istiyorum! (Can you say Hallelujah? 😉

Baba uykucu, kız uykucu.. 8)
Baba uykucu, kız uykucu.. 8)

Mustafa

Bir ölüm haberi aldığımda, aklıma gelen ilk metinlerden biri Tezer Özlü’nün Hayalet Oğuz’u anlattığı hikayesinin giriş cümleleridir:

Biz yıllardır bu kentte yaşıyoruz. İçimizde ömrü bitenler oldu. Onları oldukça eğlentili törenlerle gömdük.

Bir de W.H. Auden’ın şu kapkara Funeral Blues’u..

Funeral Blues

Stop all the clocks, cut off the telephone,
Prevent the dog from barking with a juicy bone,
Silence the pianos and with muffled drum
Bring out the coffin, let the mourners come.

Let aeroplanes circle moaning overhead
Scribbling on the sky the message He is Dead,
Put crepe bows round the white necks of the public doves,
Let the traffic policemen wear black cotton gloves.

He was my North, my South, my East and West,
My working week and my Sunday rest,
My noon, my midnight, my talk, my song;
I thought that love would last for ever: I was wrong.

The stars are not wanted now: put out every one;
Pack up the moon and dismantle the sun;
Pour away the ocean and sweep up the wood;
For nothing now can ever come to any good.


Cenaze Blues’u

Tüm saatleri durdurun, telefonu kesin,
Köpeği havlatmayın arkasında sulu bir kemiğin,
Piyanoları susturun, ve çalarken boğuk sesli davullar
Tabutu çıkarın dışarı, gelsin yas tutanlar.

Uçaklara inleyerek daireler çizdirin göklerde
Yazarken bu haberi, “O öldü.” diye,
Siyah fiyonklar takın beyaz boyunlarına güvercinlerin,
Trafik polislerine siyah eldivenler giydirin.

O benim Kuzey’imdi, Güney’imdi, Doğu’mdu ve Batı’mdı,
Çalışma haftam ve Pazar rahatımdı.
Öğlem, gece yarım, konuşmam, şarkım;
Sevgi sonsuza dek sanırdım, yanıldım.

Yıldızlar artık gereksiz, söndürün hepsini
Ay’ı paketleyin, parçalayın Güneş’i
Dökün okyanusu, süpürün ormanı
Artık hiçbir şey güzelleştiremez hayatı.

Çeviren: Hande Tekin

Mesela, hayatı boyunca eğlenceye, neşeye müzik yazan Mozart bile bir noktada durmuştur. Onun ağıtını tek bir oturuşta dinlemek yürek ister. Ölüm her şeyi susturuyor. Ölüm kötü bir şey gibi gelse de, ölüm aslında sadece haksız bir şey. Hele de hazırlıksız yakaladığında. Hoş, ne kadar hazırlayabiliyor ki insan kendini. Hele de giden Mustafa gibi her açıdan mükemmele yakın, o kadar güzel bir çocuk, o kadar akıllı bir çocuk, o kadar nazik, sevecen, güleryüzlü bir insansa. Ölüm çok ama çok haksız bir şey. Allah rahmet eylesin Mustafa, geridekilere sabır versin çünkü çok zor bir şey. Haberini aldığımdan beri bir şekilde bütünüyle olayın gerçekliğine varmayı erteliyorum beynimde. Bugün okula gitmedim, onun yerine fch’ta Doruk ve Didem’in o muhteşem misafirperverliğinin tadını çıkarttım, iyi ki de böyle yapmışım. Yarın okula gideceğim; yarın Barışlar Giresun’dan gelmiş olacak. Yarın olayı bilen insanlarla yüz yüze geleceğiz. Cemal Süreya’nın pek çok söylediği şey var ölüm hakkında ama onlar ölümü estetize ediyor oldukça (Ölüm geliyor aklıma ölüm, bir ağacın gövdesine sarılıyorum / Ölmeden önce biraz gezdirin beni / Ölüyorum tanrım, Bu da oldu işte. Her ölüm erken ölümdür, Biliyorum tanrım. Ama, ayrıca, aldığın şu hayat Fena değildir… Üstü kalsın. / …) Ama bunlar değil demek istediğim, bu şekil değil. Edip Cansever’den geliyor cevap, ama ne Ruhi Bey, ne Ölümün Konumu, ne Tragedyalar, ne Oteller..

Uğurladık bir sabah seni
Söz vermiştin geri döneceğine
Anladık bakınca aldandığımızı
Gerilerde küçük
Kıyılara doğru büyüyen ayak izlerine

Ötelerde, ama çok ötelerde
Kocaman bir gözyaşıydın ey usta deniz
Konuşuyordun, sözlerini bulamıyordun yalnız.

Edip Cansever, Akdeniz Salgını‘ndan detay.

Mustafa Cimşit (1979 - 2006)
Mustafa Cimşit (15.6.1979 / 16.4.2006)