(yine) Banks, (yine) Civilization..

İki giriş önce (yine) Culture’ı anlatırken, Civilization’a referans vermiştim ya, sonrasında bu haberi bulup, “aa, ne garip bir tesadüf!” deyip kendime pay çıkartmıştım ama sonrasında zaten vaktiyle haberi okuduğumu hatırladım. Yani, Mazhar-Fuat-Özkan gibi söylemek gerekirse, “bizlerin (/bilinçaltımızın, egomuzun) bizlere (/id’imize) oyunu bu / deli deyip atmak işin kolay yolu..” Ne? Şarkının sözleri böyle değil miydi?…


Iain Banks ‘civilised’ by Sid
Monday 21-Aug-2006 4:25 PM

Top Scottish novelist admits he’s addicted to Civ and it’s made him miss his next book deadline

Best-selling novelist Iain Banks (or Iain M. if you’re a big fan of The Culture) has admitted that Sid Meier’s to blame for the non-appearance of his new novel this Christmas.

Interviewed by the Independent, Banks admitted the book wouldn’t make it onto shelves this year and said, “It’s all because I became a serial addict of the computer game ‘Civilisation’ [sic].”

Banks, who’s a long-standing games addict (we know from having met him at signings once or twice) featured gaming as part of his novel Complicity, where one of the lead characters was hooked on a game which sounded like a cross between Civilization and Populous.

So Banks definitely has form in this area, but it seems radical action was required to make sure that his Civ addiction was cured. As Banks told the Indy,

“I played it for three months and then realised I hadn’t done any work. In the end, I had to delete all the saved files and smash the CD. It is very unprofessional of me. I had to ask for an extension for the first time, which made me feel just like I was a student again.”

As long-standing fans of both Civ and especially Banks’ work, he certainly has our sympathies, but it’s about time we saw a new Culture novel, so for god’s sake don’t anyone tell him about CivCity Rome.


Bu konu hakkındaki bir forumda, hakikaten zihin açıcı yorumlar yapmışlar, alıntılamadan geçemeyeceğim:

* We’re going to send him a copy of Warlords, a copy of Civ IV and a dvd with all the Civ Anon (http://www.civanon.org/) videos.

* Next week’s headline: Sid Meier’s company rebrands as Firaxis of Evil.

* I guess I’ll just have to play FreeCiv until the next Iain M. Banks book comes out…

veeee beni kopartan yorum:

So there we have it, it’s all Firaxis’ fault that we won’t be getting a new Banks book this Xmas, and when we finally do get it, it will be heavily focused on granaries, the cure for cancer and winning the space race. F*** you Sid Meier.

Hamiş: Hayatınızdan Civilization geçmişse, Civanon sitesine mutlaka bakınız.

yorgun savaşçı

Şimdi odamda oturmaktayım, günümün çoğu lab’da geçti, optimizasyon kodunda epey yol katettim, anlık enerji hesapları tamam gibi, geriye optimizasyon kalıyor. Pazartesi günü Vala’yı kargo ile İstanbul’a bakıma gönderdim – alet açıldığında VAIO logosunu 22 saniye gözüme sokuyor, ardından dalga geçer gibi 16 saniyede WindowsXP’yi yükleyip çalıştırıyordu. Bugün teknik servisi aradım, kargoyu almışlar. Böylelikle kaygılarımdan biri azalmış oldu. Bugün labdaki Visual Studio’yu yüklemiş olduğum bilgisayarı yeni grup arkadaşımız Aytun kullanıyordu, ben de onu rahatsız etmeyeyim diyerekten Suse’nin başına geçtim, VIM kullanmaya başladım. Akşama doğru Windows’a da yükledim VIM’i, mevlam kayıra.. Böyle bir şeyler işte, yazarım yine.

Sururi: Yuvaya Dönüş

(Lassie’ye ne oldu sormayın, bilemiyorum)

Şakir Hoca ile Ben (2005)Benim gibi yüksek lisans ve doktora öğrencilerinin başına sıklıkla gelen bir olaydır hocanızla görüşme aralığınızın açılması. İlk hafta elinizde pek bir veri, gösterecek bir şeyler yoktur, ikinci hafta bir türlü denk gelememişinizdir, üçüncü haftadan itibaren mahcubiyet devreye girer, giderek daha da çekinirsiniz görüşmeye ve kısır döngüye girdiğinizi fark ettiğinizde artık çok geçtir. Bir arkadaşım, master yapmakta iken, bir keresinde, hocası ondan bir şeyleri ne zaman bitirebileceğini sorduğunda, “perşembe gününe yetiştiririm” demiş, ve hocasını bir perşembe günü gördüğünde aradan 3 ay geçmiş idi.

Side’den döndüğümüzden beri böyle bir durum içindeydim. Samimi olarak söylüyorum, epey yoğun çalışsam da, elimde gösterebileceğim bir şeyler olmuyordu. Şakir Hoca’yla karşılaşmaktan ölesiye korkuyor, 3 kattan binbir ihtiyatla geçiyordum eğer geçmek zorunda kalmışsam. O çok sevdiğim lab ortamından da ayrı kalıyordum haliyle.

Dün sonunda Şakir Hoca ile karşılaştık, açık açık durumu anlattım, mahcubiyetimi de. Hani filmlerde olur, asıl oğlan bir gizinin açığa çıkacağından korkarak bin beterini yapar, aslında gizi hiç de öyle kötü bir şey değildir, benim durumumda da öyle oldu, Şakir Hoca sağolsun, durumumu anlayışla karşıladı, biraz daha organize çalışmamı öğütledi ve beni 3 haftadır ölesiye daraltan sorunum bir anda halloldu!

Şimdi lab’dayım, mutluyum, motivasyonum yüzde 150 per cent. 8)

all we are is dust in the wind…

ya da ramazan geldi hoş geldi…

Başlık (şu içinde dust geçen) Kansas’ın 1977 tarihli bir şarkısından. Gürer Bey’in vaktiyle düzyazıya attığı bir mesajda buldum, beğenip alıntıladım. Zaten asıl niyetim de, o mesajda olduğunu bildiğim bir diğer inciyi alıntılamaktı:

Ramazanın sırrı gün boyu aç durup akşam yemek değil, 11 ay pidesiz kalmaya dayandıktan sonra pideye kavuşmaktır.

Ben pideye o kadar düşkün değilimdir. Saati 4.20’ye kurmuş idim, burada imsak 5.05’te olacaktı, alarmı kapatıp uyumaya devam etmişim, şöyle bir gözümü açtığımda 4.56 idi meret, pek de panik olarak tanımlanamayacak bir şekilde kalktım, mutfağa gidip bir şeyler atıştırdım, ama daha önemlisi iki çanak su içtim, dişlerimi fırçalarken ezan okundu.

Hoşluklar: Bu all we are dust in the wind nedir, neredendir diye enternette araştırma yapıp, (Sezen’in kulakları çınlasın) Prof. Google’a danıştığımda, Google Desktop atlayıp, gayet gereksiz bir şekilde T.S. Eliot’ın Prufrock and Other Observations‘ını önerdi, “bak işte şurasında dust, burasında wind, burasında da all filan geçiyor..” mealinde. Bugün (cts) akşama doğru Consider Phlebas bitti – bir serinin ilk kitabı olarak doğrusu hayli yoğun olmuş, biraz sulandırmak, o yapılamıyorsa, by-pass geçmek gerekiyor Disq, haberin olsun. Yatmadan evvel The Player of Games‘e başladım, daha bir kolay okunabilir havası var, hem zaten anladığım kadarı ile serideki kitaplar birbirlerinden sümme bağımsız. Banks, serinin ilk ve son kitaplarında TSE’nin kapısını çalmış. Çorak Topraklar‘a ben de herkes gibi saygı duyarım. Phlebas’ın olduğu Suda Ölüm kısmı iyidir, vurucudur lakin, benim favorim açılışı da yapan Ölülerin Gömülüşü bölümüdür. Hatta ‘Eliot’ Suphi Aytimur’un hakikaten nefis tercümesiyle:

Nisan en zalim aydır, gövertir
Leylakları ölü toprakta, yoğurur
Anılarla istekleri, uyarır
Uyuşuk kökleri bahar yağmuruyla.
Kış, sıcacık tuttu bizi, örter
Toprağı unutkan karla, sürdürür
Kısır bir hayatı kuru köklerle.

ve tabii ki:

Bir tanış görüp durdurdum haykırarak, “Stetson!
“Sen ha! Gemilerdeki yoldaşım benim, Mylae’de!
“Şu ceset, bıldır diktiydin ya bahçene,
“Filiz verdi mi? Bu yıl durur mu çiçeğe?
“Yoksa o beklenmedik don bozdu mu tarhını?
“Öyleyse uzak tut köpeği, insanların dostudur,
“Yoksa tırnaklarıyla kazıp çıkarır gene!
“Sen! hypocrite lecteur! – mon semblable, – mon frère!”

(Şiirin orijinaline buradan, çevirisine ise buradan ulaşabilirsiniz, by the way..)

Yazdıkça yazılacak şeyler beliriyor, iyisi mi burada ara vereyim.

-Ama nargileden bahsetmemek olmaz. Cuma günü Tömbeki’de keyif yapıp çıkmış idim ki, Tenedos’un önünde karşı istikametten gelen Dee ve Doruk ile karşılaştık. Nargile sefasından gelmekte olduğumu belirtince, Dee haklı olarak bloguma yazmış olduğum ilgili girişi hatırlattı. Ben de ona bu bloga yazdığım her şeye inanmamasını tavsiye eyledim 8). Bir nevi guilty pleasures durumu. Tatilde de kokkolalayt günlerime dönmüştüm zaten. 8P

Buyurunuz, bu aşağıdaki de, Gürer Bey’in pide üzerine belirttiklerini alıntılamam karşısında kendisine yaptığım ödeme olsun. Ve Valentine.. ah Valentine.. Consider Phlebas‘ın Perosteck Balveda’sı nedense Faye’i anımsattı bana..

Bir de bir de..

Bir de, şu geçen zaman içinde bu dünyaya iki bebek daha geldiğinin müjdesi ulaştı:

Zeynep Defne Çağlar Vaktiyle bahsettiğim, ağabeyim vasıtasıyla tanıştığımız Seden ve Hakan’ın kızları Zeynep Defne Çağlar (DT:01/09/2006) ile
Doğu Baran Şentürk taa İTÜ’den arkadaşım Timuçin ile eşi Filiz’in oğulları Doğu Baran Şentürk (DT:10/08/2006).

Allah analı-babalı büyütsün, kısmetlerini daim etsin.