Barış and me…

(Şaka, şaka, başlığa bakıp da, gene İngilizce yazacağımı sanmayın! 8)

Beni şahsen tanıyanlardansanız eğer, çok büyük ihtimalle Barış’la da tanışıyorsunuzdur. Barış, “Emre’nin Bengü’den ve Ece’den bile daha çok görüştüğü kişi kim?” sorusunun cevabı olup, 4 senede kopmaz bir dostluğu vücuda getirdiğimiz bir kişi. Eğer IT Crowd seyredenlerdenseniz ve Barış’la beni Roy ve Moss’a benzetirseniz, çok da yanılmış olmazsınız. Hesapta bölümün bilgisayar koordinatörü ben olsam da, iş donanım veya linüks olduğunda ve daha pek çok konuda ya muhatabımı doğrudan Barış’a havale ederim ya da, bir nevi Barış programının arayüzlüğünü yaparım. 8)

Son derece kafa, hayli kültürel-entellektüel, tanıdığım en usta şöför (sanırım bir tek onun kullandığı arabada olunca yol boyunca kol bilmemnesine yapışmıyorum), konusunda fizik dediğimiz şu alemde 10 kaplan gücünde, güleryüzlü ve candan ve içten ve İtalyanca bilen bu arkadaşımla 3 gündür ayrı düştük (15 günlüğüne İtalya’ya gitti) ve daha şimdiden yokluğunu çekiyorum.

Efe, Barış ve ben yıllarca Voltran’ı oluşturduysak da, Efe şimdi uzakta, ben de seneye buralarda olmayacağım ama belki gün gelir, abidik gubidik bir üniversitenin fizik ya da dizi tarihi benzeri bir adı olan bir bölümünde yine buluşuruz, gene coşarız.

Barış and Me, Summer 2006, photo by the Yazgans.

Öyle bir yazmışım ki, NilKaraibrahimgil (bibigil) şarkısının sözlerini okuyor gibi hissettim kendimi. 8)

eyi, eyi emmeeee..

Bilenler bilir, şimdiki “ben”in şekillenmesine vaktiyle en büyük katkısı olan eXpress dergisiyle tanışmam, kaderin garip bir cilvesi ile Hıncal Uluç’un sayesinde olmuştu. Herhalde henüz 3. sayısı çıkmıştı eXpress’in, Hıncal Uluç da köşesinde bir güzel övmüştü dergiyi, ben de merak etmiştim ve okumaya böylelikle başlamıştım. eXpress ise bir sonraki sayısının arka kapağında Hıncal Uluç’un bu yazısını alıntılayıp, altına kalınca yazmıştı: “Nerede hata yaptık?” diye. 8)

Bugün de Zeynep sağolsun, haber verdi: Vatan gazetesindeki köşesinde Haşmet Bey Epigraf’ı tavsiyelemiş. Çoktandır yenilemek geçiyordu aklımdan zaten Epigraf’ı, bu son nokta oldu.. 8)

Bu, tabii ki benim kabalığım. Sonuçta her tür insan var ve bu her türlü insanın da sevenleri. Geçen gün hastanede bir işim vardı, doktorum da o akşam nöbette olduğundan akşam gittim ben de. Ben doktoru beklerken, ilgili koğuştaki hastalar -3 genç çocuk- kendi aralarında bir muhabbete daldılar ve pek bir elit olan bendeniz, onlardan da, muhabbetlerinden de ileri derecede rahatsızlık duydum (helk). Sonrasında, eve dönüş yolunda, antik yunan feylosoflarını aratmayacak bir kendimle diyaloga giriştim. Farz edelim ki, o gençlerden biri, bende olup da onda olmayan şeyin ne olduğunu bana sordu, ne cevap verecektim? Daha derin düşünüp daha fazla şeyin sıkıntısını çekme yeteneğimi mi gösterecektim? Sahi, neydi beni onlara kıyasla pek bir über-mensch yapan nen? Cevabı bulamadım. Cevap yerine geçmeyecek üç önerge icat edebildim ama:

1. Ben onları rahatsız etmiyordum ama onlar beni rahatsız ediyorlardı.
2. Benim, kendime benzer insanlarla bir arada huzur içinde yaşayabileceğime olan inancım vardı, halbuki şüphesi bu genç bireyler, kendilerine benzer insanlarla kavga ederlerdi ve dahi etmekteydiler.
3. Bir odaya tek başımıza tıkılmamız durumunda ben şüphesiz çıldırırdım fakat onlar için böyle bir risk yoktu.

Evet, 3. önerge benden çok onların lehine işliyor aslına bakarsanız. 1. önerge de onlardan çok benim uyumsuzluğumdan kaynaklanan bir şey. Ama ah o her seferinde beni ve sefil egomu kurtaran o 2. yok mu! Fizikte ve matematikte simetri olarak gördüğümüz bu vasıf, pek de bilimsel olmayan hayatımın standartlarını ve tezahürlerini bilimsel olarak yorumlamakta sıklıkla başvurduğum bir ölçek. Zannımca, eğer bir şey iyiyse, her şekilde iyidir, zamandan, mekandan ne kadar bağımsızsa, ne kadar evrenselse, o kadar geçerlidir. Evet Sururi, du bist eine hell-of-a über-mensch meine freunde, bravo! 8P

yorgunlukta hatırlanan sıcak bir şey

Dün HyperChem’in iki karbon atomunun aralarındaki bağdan kaynaklanan enerjisini nasıl hesapladığını bulmaya çalışıyordum ve sonra ortaya çıktı ki -reverse engineering-, aslında söyledikleri gibi hesaplamıyormuş program. Bugün de sabahtan akşama bir üç komşusu olan karbon atomuyla, iki komşulu bir karbon atomunun bağ etkileşim enerjisinin formülünü bulmaya çalıştım, durum bir ara bayağı ümitsizleştiyse de, mutlu sona ulaştım (ve yine yaptıklarını söyledikleri şekilde değildi aslında yaptıkları). Neyse, asıl demek istediğim, yorgunluktan kapaklanmak üzere olduğum şu saniyelerde, aklıma Catalina’nın Earl için dans etmesi geldi. Catalina kim, Earl neci, bilmiyorsanız da boşverin, bilenler bilir.. 8)

Bir haftabaşı daha..

Kalbime gir, bahar ol,
Yüreğim tazelensin..

Vee bir pazartesi daha. Yine bölümdeyim. Sabah geldiğim minibüsün radyosunda çalıyordu bu şarkı, ki pek severim bu rast makamından şarkıyı. Bir de tabii

O bir gölgedir, varlık sanırsın

diyen ve makamını hatırlayamadığım, ve arayınca da bulamadığım o güzel şarkı. Belki Hande bulabilir/hatırlayabilir.

Haftasonunda babam bizdeydi, tabii burada biz hikaye, dede bey, apaçık torununu görmeye gelmişti, güzel bir haftasonu geçti, kızı parka götürdük birlikte..

Dedeyle Torun Kuğulu Park 9 Aralık 2006

Şimdi de odamdayım. Haftasonu HyperChem’in bir hilesini yakaladım, bugün üstesinden geleyim, ileride referans olur diye detaylı bir şekilde yazarım.

Ican’texplain,youwouldnotunderstand.ThisisnothowIam.

pf-wall

There is no pain, you are receding.
A distant ship’s smoke on the horizon.
You are only coming through in waves.
Your lips move, but I can’t hear what you’re saying.

Okuldayım. Uykusuzum. Bir yandan programa devam etmeye çalışıyorum, bir yandan Pink Floyd’dan Wall yüzüme dalgalarla gelip çarpıyor. (bu esnada görüntüler gidip gelir: eski bir kız arkadaş, emekli bir albay, bir isviçre çakısı, okullarına giden öğrenciler, bir uçak, gandhi filmindeki gandhi’nin öldürülüş sahnesi

In the flesh bütün görkemiyle tekrar sahne aldı işte. Yüksek ateşli bir hastalık geçiriyora eşdeğer bir ruh hali var üzerimde. Sahi.

When I was a child, I caught a fleeting glimpse
Out of the corner of my eye.
I turned to look, but it was gone.
I cannot put my finger on it now.
The child has grown, the dream is gone.

Sonuç? Sonuç aynı, diğer-pek-çok-şey‘le birlikte, Pink Floyd da yasaklanmalı. Evet. Refahımız için buna (da) mecburuz.