Gelişmeler..

Efendim, aslında bu girişi Ece Hanımefendi’nin ilk yaşgünü kutlamalarına ayıracaktım ama az evvel resimlere bakarken, iki olayı yazmayı unuttuğumu fark ettim.

“Olay 1”: Birnur ve Birgül Hanımefendiler – 13 Nisan 2007
Birnur ve Birgül Hanımefendiler, Barış’ın anlata anlata bitiremediği yeğenleri. Sonunda bizler de bu iki hanımefendiyle müşerref olduk. Geldiler, bir güzel Ece’yle oynadılar, hoşbeş muhabbet ettik. Dört gözle tekrar gelecekleri günü bekliyorum. İkizler ama (aslında “ama” demek ne derece doğru, bilemeyeceğim – siz hiç huyları birbirine benzeyen ikiz gördünüz mü?) bir o kadar da farklı karakterdeler (ve Barış’ın benim “protestolarıma” karşı ısrarla söylediği üzere, hayır efendim, ikizler diye ille de tek yumurta ikizi olup rekürsif bir şekilde birbirlerinin burunlarından “hık!” diye düşmüş olmaları gerekmiyor!muş). Başta -ilk tanıştığımızda- Birgül biraz çekingendi, ama sonradan ortaya çıktı ki asıl ağır abla Birnur imiş.. Birgül bu aralar yerçekimine takmış durumda, güney kutbundaki insanların aslında amuda kalktıkları yönündeki naif teorimi de malesef yemedi. Birnur’un ise yetenekleri arasında Grease’den şarkılar söylemek var (Grease’i lisedeyken sayıyla tam 32 kere seyretmişliğim olmasına karşın, halen herhangi bir şarkısını ezberden baştan sona söyleyemem). Sürekli ödevlerden ve derslerden bahsetmelerine dayandırarak, onları da Osman Dayı‘ları (Barış’ın Bursa’daki alternatif kişiliği) gibi inek olmakla itham edince fena bir tartışma çıktı aramızda – Bengü’nün aktardığı üzere, bizim çalışma odasının duvarındaki dünya haritasını görünce “Ece de kesin inek olacak!” demişler. Cıvıl cıvıl kızlar, yukarıda da dediğim üzere, dört gözle bekliyorum yine gelmelerini (benden de “Ece’nin babası” sıfatımla bahsediyorlarmış bu arada 8). Alttaki resimde bizatihi “Çete”yi görebilirsiniz – benim küçük kızımı da yoldan çıkardılar! (her ne kadar Ece çetenin elebaşı olarak çıkmışsa da!)

Çete

“Olay 2”: FKK ile yarım gün! – 15 Nisan 2007
15 Nisan, pazar günü, Bengü ile kahvaltıya oturmuştuk ki, cep telefonumda [[FKK]]’dan cevapsız bir arama olduğunu gördüm, hemen aradım, vize işlemleri için yarım günlüğüne Kazakistan’dan Ankara’ya gelmiş. Bize geldi, Ece’yi gördü ilk defa olarak, hasret giderdik, “kurbağa ile oynadı” (bu önemli bir ayrıntı, başta Gürer Bey olmak üzere, her kurbağa ile oynamaya para alsaydım, şimdi kurbağa kukla fabrikam olurdu!). Oradan Bengü ile Ece’yi anneannemlerdeki toplanmaya bıraktık (daha doğrusu Bengü bizi bıraktı 8), sonrasında da FKK’nın ihtiyaçlarını karşılamak üzere AnkaMall’e 8P gittik, akabinde de onu Havaş’tan Esenboğa’ya uğurladım. Evet, nesnel ve de eylemsel olarak bunları bunları yaptık ama özde uzuuun uzuuuun hasret giderdik..

ben, fkk ve kurbağa

İşaret?

Evet, uğuru kaçmasın diye postdoc maceralarımla ilgili buraları pek bilgilendirmiyorum ama böylesi bir haberle karşılaşınca da, alıntılamadan edemedim.. Hayırlısı diyelim…

TU Delft signs partnership agreement with top Turkish university
10 April 2007 by M&C

Press release – Delft University of Technology and the Middle East Technical University (Ankara) will sign a Memorandum of Understanding on Thursday April 12, formalising agreements about the development of a joint curriculum at the Master’s level, joint PhD studentships and joint research programmes.

The Middle East Technical University (METU) is located in the Turkish capital of Ankara. It has worked with TU Delft on education and research for some years. This collaboration was first formalised in 2004, in an agreement at institutional level. Since then a number of concrete initiatives have been developed to give further form to cooperation in education and research. The two universities now wish to refine their collaborative venture still further, to include specific initiatives in which both institutions regard each other as preferred partners.

METU’s chairman, Prof. Ural Akbulut, will visit TU Delft on Thursday 12 April to sign a Memorandum of Understanding. This document will lay out agreements for the development of joint curriculums at the Master’s level, joint PhD studentships and joint research programmes.

The agreement is in keeping with TU Delft’s aspirations to enter into long-term partnerships with leading technical universities in Turkey. One of its aims is to help boost the number of graduate engineers and technical-scientific lecturers in Turkey. Another is to help achieve the desired intake of science and technology students in the Netherlands.

streaming sururi…

ya da gelin hafta başınızı beraber planlayalım
ya da bunları bunları yaptım, bunları bunları gördüm, bunları bunları dinledim..

ya da “fill in the blanks!”

Adım 1: Gidin artık eski kasetlerinizden mi bulur çıkartırsınız (ki o kadar da eski değil, sadece 12 SENELİK!), internetten mi indirirsiniz, bulun bakalım Alanis Morisette – Jagged Little Pill, başlayın bakalım Head over Feet’e… Hatta, durun, eşlik etmek için sözlerini de alıntılayayım buraya, bkz. Fig. A:

Head over Feet / Alanis Morissette (Jagged Little Pill)

I had no choice but to hear you
You stated your case time and again
I thought about it

You treat me like I’m a princess
I’m not used to liking that
You ask how my day was

(chorus)
You’ve already won me over in spite of me
Don’t be alarmed if I fall head over feet
Don’t be surprised if I love you for all that you are
I couldn’t help it
It’s all your fault

Your love is thick and it swallowed me whole
You’re so much braver than I gave you credit for
That’s not lip service

(repeat chorus)

You are the bearer of unconditional things
You held your breath and the door for me
Thanks for your patience

You’re the best listener that I’ve ever met
You’re my best friend
Best friend with benefits
What took me so long

I’ve never felt this healthy before
I’ve never wanted something rational
I am aware now
I am aware now

Cuma günüydü sanırım, eve erken geldim, Bengü’yle oturup, Ece’yle oynarken Radyo ODTÜ’de çaldılar. Bununla birlikte bir dolu eski şarkıyı daha, güzel oldu. 7 Nisan 2007, taylan und michSonra ertesi gün senelerdir görmediğim (oturup hesapladık minimum 7 sene ama rahat bir 9 çıkar) Taylan’la karşılaştık ailecek Kuğulu Park’ı gezerken. Taylan da büyümüş (biliyorum, yazınca absürd oluyor ama insan bunca sene görmediği için hep en son gördüğü haliyle kalıyor diğerinin dimağında). Ona “birkaç hafta evvel blog’umda senden bahsettim” dedim, şimdi kontrol ettim taa Aralık’ta bahsetmişim. Pilot olacakmış, 14 aydır da Ankara’da eğitim alıyormuş. Emir’in, Bera’nın kulaklarını çınlattık. Taylan, önceden de yazdığım üzere benim müzik dinleyicisi idolumdu, merakla sordum “şimdi ne dinliyorsun?” diye de, “Jazz” dedi, iliklerime kadar irkildim, Allah sonumu hayır eylesin… 8) Cumartesi gününün sonrasında Barış’la Hülya Teyze ziyaretimize geldiler (ziyaretimize diyorsam, nezaketten öyle diyorum, sonuçta “biz”i değil, Ece Hanımefendi’yi görmeye geldiklerini hem cümle alem biliyor, hem kendileri de gizlemiyorlar 8) Biz Barış’la Ece’nin xylophonelarında coştuk. Argh! Ne kadar entel duruyor ‘xylophone’ diye yazınca! 7 Nisan 2007, xylophone çılgınlığı. Şimdi, daha doğrusu az evvel, Taylan’la çektirdiğimiz fotoğrafı gsm’den bluetooth vasıtasıyla laptop’a aktarmak üzere Barış’ın odaya indim. Bölümümüzün en geek’leri olarak, bu basit işlemi yerine getirebilmek için 15 dakika kadar uğraştıktan sonra, harbi harbi yaşlandığımızı anladık – teknoloji artık bize -3 penaltı ile geliyor, zarlarımızı ona göre atmak lazım.

Geçen hafta bir de güzel güzel Paris Je T’aime izledik Serkan sayesinde. Yani, anlayacağınız, sonunda Tom Tykwer’in True’suna kavuşabildim -kaldı ki (Kar Wai Wong vasıtasıyla tanışıp sevdiğimiz bir abimiz olan Christopher Doyle’unkini saymazsak) en az anladığım film oldu. Müzikleri güzeldi ama (yine Serkan sağolsun, müzikleri iki haftadır dinlemekteydim filmi seyrettiğimde). Serkan, Ben ve Turan (Turan Ankara’ya gelmiş idi kısa bir süreliğine), geçen salı Tömbeki’de buluştuk bir güzel lafladık (Eylül 2005 tarihli bu Tömbeki resminde Serkan en sağda, Turan onun hemen solunda, Andy Garcia gibi çıkmış olan şahsiyet bizi bu son seferki toplantıda eken Cesim’in ta kendisi, başını eğmiş olan arkadaşsa Murat -ki çoktandır görüşemedik onunla- kaldı ki arka planda yer alan Neverland Çocuk Kitabevi ne yazık ki borçlarından ötürü kapanıyor).

Pazar günü, yani dün, ATO’da Ebru, Tezhip ve Hat sergisi vardı, ondan da komşumuz Müzeyyen Hanım sayesinde haberdar olduk (Müzeyyen Hanım’ın da eserleri sergileniyordu). Gayet güzel eserler vardı, fiyatlar doğal olarak epey yüksekti ama 2.5 YTL’ye alabileceğiniz ebru ve tezhip’ten yapılmış çok güzel kitap ayraçları da mevcuttu.. Oradan çıkıyorduk ki, Barış aradı, onlara yakın olduğumuzu öğrenince de bizi davet ettiler, güzel bir akşam üstü geçirdik: Hülya Teyze çiğ börek yapmıştı, çoktandır yememiştim (İstanbul’dayken Şehremini’de bir yere giderdik çiğ börek yemeye, hamamın orada yer alır, annem de çok güzel yapar ama bir yerden sonra insanın yediklerine dikkat etmesi gerektiğinden, annemden artık yapmamasını rica etmek zorunda kalmıştım), Barış’ın yeni cicisi PS3’le oynadık güzel güzel, kız da Hülya Babaannesi ile daha da bir hasret giderdi (bir ara Ece topacı izlerken, onun hareketlerini taklit etmiş, kaçırdım ne yazık ki). Barışlar’dan çıkmış, eve dönüyorduk ki, Armada’nın oradan geçerken Şibe aradı, bizim evin yakınlarındalarmış Leventlerle, müsaitsek gelmek istiyorlardı, başımızın üzerine dedik, biz eve girdikten biraz sonra da onlar geldi. İşin komiği şu ki, Bengü, Şibe, Levent ve Hamiyet Gazi Mimarlık mezunu. Bengü ve Hamiyet -son iki dönemdir pek ilgilenemeseler de- sırasıyla master ve doktoralarını aynı hocadan yapıyorlar. Şibe de yüksek lisans tezini nihayet geçen sene verdi. Peki onların hocalarını en sıklıkla kim görüyor? Cevap: ODTÜ Fizik bölümünde doktorasını yapmakta olan bir arkadaş! 8) “Nasıl yani?” demeyin, oluyor işte.

Neyse, anlayacağınız dolu dolu bir haftaydı, yazayım da, unutmayayım istedim, evet biliyorum çok kişisel oldu, çoktandır “sosyal içerikli” yazmıyorum, vs.. A, sosyal içerik dedim de aklıma geldi: Barış sağolsun, The Razor’s Edge’in Bill Murray’li versiyonunu edindim sayesinde. Şimdi hani birkaç blog önce yazmıştım, işte Murray çok istedi bunu filme aktarmayı, yok şöyle idealist böyle idealist… Filmi rasgele bir yerden açtım, kontrol için, Larry ile Isabel’in Paris’te nişanı bozuş sahnesi çıktı, meşhur otel sahnesi. Daha fazla spoil etmemek için detaya girmeyeceğim ama anlayamadığım şey şu: neden bir insan sevdiği bir yazarın sevdiği bir romanını sinemaya aktarırken, eseri değiştirir? Bu hakkı nereden alır? Eğer bu kadar iyi biliyorsa neden oturup kendisi başka bir roman yazmaz? O romanı okumuş ve aslına bakarsanız daha da önemli olarak okumamış insanları aptal yerine koymanın ta kendisi böyle bir edim. “Siz öyle anlamazdınız, bakın ben size daha bir böyle böyle yaptım.” ya da “yazar o noktada böyle demiş ama bence böyle böyle demeliydi, daha iyi oluyor.” Arkadaşım, kimsin ya sen? (anti-)Disney filmi mi çekiyorsun? Bırak dağınık kalsın, sen daha hamken de vardı o eser. Tamam, gider yazarıyla görüşürsün, fikrini alır, öyle geliştirirsin, ona bir şey diyemem (bkz. Fight Club ve Fincher & Palahniuk), ama ölmüş adamı mezarında zıplatmanın ne alemi var?

Gürer Bey und Moi..

Gürer Bey, geçtiğimiz hafta sonumuzu şenlendirdi, keşke Ankaralı olsa ya da biz neredeysek oralı. Aşağıda alıntıladığım jabber muhabbeti aynı masada bilgisayarlarımızı açmış, birbirimizden en fazla yarım metre mesafedeyken yapılmıştır. Onun altındaki resimler de hafta sonu obm ve mimarlarla yaptığımız Eymir gölü sefamızdan..

sexykedi

John steed und emma peel

lost, 10. sezon

Hamiş: Bugün zehir zemberek bir giriş yapmıştım, sonrasında statiğe attım. Ne zamandır yazasım vardı, zehir akıtasım vardı, Eki’nin kaleme (klavyeye) aldığı çok iyi bir yazı iyice tetikledi ama sonrasında, dediğim gibi, ne gereği var insanları iyice daraltmaya dedim. Çok merak ediyorsanız, blogun arama motoruna (soldaki menüdeki, gugıl bulamaz, link vermedim zira) “Eki Dee Sparta Koçer oryantalizm” filan yazın, bulması lazım..