nasıl bir manyak?

Bir insan düşünün, gece yatıyor, gayet normal bir gün geçirmiş, sonra aklına bir anda tarihteki Roma İmparatorları geliyor… Augustus (tamam), Tiberius (tamam), xxx???, Claudius, Nero! Ya, kimdi o xxx? Deliydi hani, gerçi bunların hepsi birbirinden deli ama bu zır deliydi, kimdi kimdi? Kalkıyor sıcak yatağından, tam da uykuya dalmak üzereydi, gidiyor iki saat bilgisayarının açılmasını bekliyor, internete bağlanıyor, çok şükür ki internet var (omniscient Wiki, o olmadı Google). Bakıyor, evet, Caligula, artık rahatça uyuyabilir (şimdi düşündüm de, sanırım o tarihte Wiki yoktu). Bu adama yazık değil mi? Bu adamın karısına yazık değil mi? Hayır, sanırsınız ki, ertesi gün Roma Tarihi’nden sınava girecek, ya da ahret suallerinin kapsadığı konularda bir revizyona gittiler. Hayır efendim. Vaktiyle Hande Hanım’ın sayesinde okuduğu I, Claudius ve Cladius, the God (Robert Graves) kitapları haricinde pek bir tanışıklığı yok. Tanışıklığı yok ama hastalık derecesine varan takıntısı var (daha önce detayı ile yazdım).

Gelelim son takıntımıza: 4-5 gün kadar evvel, şimdi tam olarak hatırlamadığım bir vesile ile, Afrikalı bir güruh olan xxx’lerin adı aklıma gelmedi. Şu xxx’ler, canım, hani Avrupa’da mı ne yaşıyorlar, alt seviye işlerde çalışıyorlar, hani neredeyse bütün paralarını takım elbiseye harcıyorlar, her haftasonu toplanıp, en şık kim yarışması yapıyorlar… Hani benim de İsveçli / Danimarkalı / Finlandiyalı yönetmen bilmemkimin çektiği belgesel ile haberim olmuştu, bildim mi, hah, tamam, işte onların adı neydi yahu?

Barış’ın pek sevdiği, hakikaten güzel bir video çevirici program var, adı ne mi, “Super”. Yani böylesine arama motorlu tabanlı bir dünyada, bir insan nasıl böyle bir isim verebilir ürününe?! Bu nereden mi geldi aklıma? Arama motoruna African yazıyorsunuz, documentary yazıyorsunuz, bir de suit, sonra seyreyliyorsunuz gümbürtüyü!…

(Bu arada) Cevap: Danimarka, Jeppe Ronde, “The Swenkas”, burası mesela. Bu arada, onu ararken, bir de buna rastladım: Manufacturing Dissent, acaip hayvani ve iyi göründü gözüme ama daha pençelerimi geçiremedim (tabii Swenkas’a da ulaşmış değilim, ilgilenen olursa YouTube’de trailer’ı var)


Encounters‘dan alıntılıyorum:

Manufacturing Dissent
Canada 2007 74min
Dirs: Debbie Melnyck & Rick Caine

Poking cameras into the faces of prominent politicians, CEOs and average citizens is the hallmark of Michael Moore’s documentary style. In the name of guerrilla journalism, its all fun and games until someone does the same thing to you.

Attempting to isolate fact from fiction, and legend from ego, this intelligent, intriguing and revelling exposé trains the camera on Michael Moore, the world’s most notorious, intentionally caustic, documentary filmmaker. Whilst tagging along on the promotional junket for Fahrenheit 9/11 and the ‘Slacker Uprising Tour’, Melnyck and Caine delve deep into the politically charged climate that jettisoned Moore to fame, unveil the extent of deliberate factual manipulation in his films, meet and interview Moore’s friends and adversaries alike, and explore his growing influence.

günün meyveleri

Kumquat : Çok güzel. Kabuklarıyla yenen portakal gibi, portakal reçeli gibi, ferahlık ama öyle çok ekşi değil, tam kıvamında gibi, kekin üzerine rendelenen portakal kabukları gibi.

Passiflora : Güzel sayılır ama onsuz da yaşanır. Meyve değil de, hayvan gibi, ıstakoz mesela. Soyması pek hoş bir duygu değil, içindeki etli bölgeye dokunmak da. Kokusu baygın mayhoş, pek hoş değil. Tadı meyve suları gibi, bir de yedikten sonra ağızla “hoh!” yapınca güzel oluyor.

Papaya : Öygh! Avakado gibi ama bu meyve rolü yapıyor, o yüzden daha da kötü! Pütü pütü pütü!

Mango : Mango favorim. Havucun meyve hali gibi, güzel çok, hele o muhabbet kuşlarının mürekkep balığı kemiği çekirdeğinin etrafını şöyle dişle sıyırması yok mu! Ah mango vah mango, iyi ki varsın mango! 8)

so much for the self esteem…

2000 yılıydı, birkaç sene evvelinde imkansız gibi görünen bir şey gerçekleşmiş, okulu bitirmiştim. Sadece okulu bitirmekle de kalmamış, ODTÜ’ye yüksek lisans yapmak üzere kabul edilmiştim. Her şey süper gidiyordu.

Dersler iyi geçiyor gibiydi. Sonra ilk vizem olan Elektromanyetik sınavına girdim, bir sıra seçip oturdum. Az çok bir şeyler biliyordum ama sınav kağıdını elime aldığım an bildiğim bütün formüller buharlaşıp uçtu.

Sınavdan çıkar çıkmaz eve geldim, kendimi yatağa attım ve bir gün boyunca o yataktan çıkmadım. Yıkılmıştım. Böyle bir şey beklemiyordum (sonrasında sağolsun, Serhat Hoca (Çakır) sınavların yanı sıra verdiği projeleri de değerlendireceğini söyledi de, o ilk vizeyi telafi edebildim).

İlk başta, sadece yüksek lisansı ODTÜ’de (Türkiye’de) yapıp, bitirdiğimde Bengü ile evlenip doktora için birlikte yurtdışına gitmeyi düşünüyordum ama o gün yaşadığım hezimet nedeniyle, ders işlerinde kendime güvenim tuzla buz oldu ve dersler ve sınavlar söz konusu olduğu sürece, böyle bir riski alamayacağıma karar verdim.

Akademik hayatım böyle iniş-çıkışlarla dolu. İşte dediğim gibi, İTÜ’den mezun olduğumda, ODTÜ’ye kabul edildiğimde, hele yeterliliği verdiğimde, postdoc’a buraya kabul edildiğimde, tezim “yılın tezi” ödülü seçildiğinde bütün dünyayı tutup kaldırabilirim gibi hissettim hep, ama hiçbir şey kalıcı değil.

Bugün burada yerel bir yılbaşı olan Sinterklaas kutlanıyor. İlk başta Sinterklaas ve Kara Piet’ler garip hatta saçma gelse de, o kadar içten kutlanıyor ve günler öncesinden ufak ufak hazırlıklar başlıyor ki, normal karşılamaya başlıyorsunuz.

İki çarşambadır bizim grup toplanıyoruz, herkes ne yaptığını anlatıyor kısaca. Geçen hafta benim de olduğum ilk toplantıyı yaptık, sıra bana geldiğinde vakit yetmedi. Bu hafta o yüzden, ilk ben başlayayım dedik, bir anda her şey birbirine geçti, öylece kalakaldım. Bir sürü şeyi yanlış söyledim, bir sürü şeyi söyleyemedim, hatırlayamadım, bilemedim…

Şüphesiz kötü bir şeydi ama öyle çok kötü bir şey değil (dünyanın sonu hiç değil 8). Haftaya telafi ederim ama yine patlattık balonu (bkz. Samuraylar, egolar ve balonlar). Neyse, Allah mahçup etmesin, kimseyi utandırmasın.

Ikarus

For English, please scroll down

Huldiging Nuon Solar Team
Het Nuon Solar Team is vorige week terug gekomen uit Australië, waar het de World Solar Challenge voor de 4e opeenvolgende keer heeft gewonnen.

Op woensdag 21 november wordt het team gehuldigd op de Markt in Delft. Om 16.00 uur fietst het voltallige team vanaf de aula voor de Nuna4 uit richting het centrum van Delft. Medewerkers en studenten van de TU Delft worden van harte uitgenodigd om (per fiets) bij de optocht aan te sluiten.

Tijdens de huldiging wordt een rit in de Nuna4 verloot onder de aanwezigen op de Markt.

/////

* Celebration of Nuon Solar Team triumph

The Nuon Solar Team returned from Australia last week after winning the World Solar Challenge for the 4th successive time.

On Wednesday 21 November the team will be honoured on Markt in Delft. At 16.00 hours the complete team will cycle from the Aula to the centre of the town. TU Delft employees and students are very welcome to join the parade on their bicycles.

During the celebrations, a ride in the Nuna4 Solar Car will be raffled among the spectators at Markt.

Benim çok hoşuma gitti bu kutlama işi… Doğrudan bir bağlantımın olmamasıyla birlikte, Türkiye’deyken 2005 yılından beri TÜBİTAK bünyesinde yapılmakta olan “Formula G”nin sonuçlarını gurur meselesi yapar olmuştum. İlk yarışmayı ODTÜ Robot Topluluğu (ORT) kazanmış olsa da, sonraki iki senenin de birincisi ARIBA ile İTÜ olmuştu. Pek kendi kişiliğime gitmeyecek olsa da, müsadenizle söyleyeceğim yine de şu klişeyi: kazanan kim olursa olsun, biz kazanacağız (Shell Hollanda markasıymış bu arada, Löker söylemişti ama yerinde görünce düşüyor bir takım jetonlar.. 8)