Yılın o zamanı…

"Duayenmiş, muayyen olmuş…" Tatile çıkıyorum. Zorunlu bir nevi, yok, durun açıklayayım: Bu sene terütaze/çiçeği burnunda yardımcı doçentim ya, ilk seneyi doldurmadığımdan, bu sene iznim yok zannediyordum, meğer/tabii ki de ODTÜ’de asistan olarak yaptığım devlet memurluğu ile liyakatımı 14 sene evvel ispatlamışım zaten. Hal böyle olunca, bir sabah, ansızın 20 gün iznim olduğunu öğrendim, öğrendiğimin (geçen pazartesi) ertesi günü (geçen salı) aldım, o günün akşamında Ece ile otobüse atladık, çarşamba sabahı Ar-Tur’a vardık, onu dedesi ile anneannesinin yanına bırakıp, o akşam tekrar otobüse atlayıp ertesi günü (geçen perşembe) Ankara’ya dönüp, bölüm seminerine katıldım. Ertesi gün (g. cuma) yine okula gittim, hem işler vardı, hem de akademik bir arkadaşın ziyareti. Pazar öğlen tekrar otobüs, akşamına İstanbul, pazartesi sabahtan İTÜ’ye gidip, şu bizim bürokratik kabusla ilgili bir şeyler yaptık, Tolga ile buluştuk, öğleden sonra otobüs, akşamına Ankara. Ertesi gün (salı) bölüm: hem iş, hem Turan’la Cesim geldiler ziyarete, akşamına toparlandım. Bugün tatil yaptım, gerisini yazarım.

Bu arada "duayen", "muayyen" ve "terütaze" yazımları için TDK’nın sözlüğüne danıştım, ilki "Aksakal; bilmemne diplomat", ikincisi "belirli", üçüncüsü de "körpe" demekmiş (açılış Aylin Aslım’ın şarkısından, çoktandır dinlemiyorduk Gülyabani albümünü de, geçen gün taktık, güzel geldi yine).

Yanıma neler alıyorum? Bugün sahaflara uğradım, Ece’ye Harry Potter Efendi’nin son kipatını, kendime de Akşit Göktürk’ün daha evvelden haberimin olmadığı bir kipatını ("Sözün Ötesi") bulup aldım. Turan’ın bana getirdiği Randall Munroe’nun what if?’i ile, Ece’ye getirdiği Enchanted Forest (boyama kipatı) geliyor benimle, kumsalda okumak güzel olur(!) diye Neil Postman’ın Amusing Ourselves to Death’i ile hayranı olduğum Nicola Spaldin’in Magnetic Materials’ı & Safa Kasap’ın Principles of Electronic Materials and Devices’ı (bu dönem vereceğim dersin notlarını hazırlayayım diyorum da). Ama çok ağır oldu… Ha, bir de Sait Faik’in "Kumpanya"sı (seneler evvel okumuştum – CRYSTR için koştururken organizasyon, takımı yeniden topluyoruz falan geyikleri arasında aklıma geldi). Yok, hakikaten çok ağır oldu, azaltmaya girişeyim. Sanal olarak da Borges’in hikayelerini aldım yanıma, bir de Octavia Butler’ın "The Mind of My Mind"ı okuma listemdeydi, o geliyor telefonda.

Geçen hafta kütüphaneden Sait Faik ile birlikte Murat Gülsoy’un "Bu Kitabı Çalın"ı ile "Bu Filmin Kötü Adamı Benim"i almıştım bir de. Murat Gülsoy, malum, Hayalet Gemi’den yakınen tanıdığımız bir yazar. "Bu Kitabı Çalın" hikaye kitabı, kitaba adını veren ilk hikaye çok hoşuma gitti, peşisıra gelen "Kayıp Eşyalar Bürosu" da çok güzeldi, "mutlaka Mustafa’ya gönderip, ardından medresede nargile içerken muhabbetini yapmam lazım" diye bile düşündüm, ha ondan sonra ne oldu, hikayelerin güzelliği orada kaldı. Malesef. İyi bir okurun iyi bir yazar olacağının tabii ki garantisi yok, niyeti iyi, kendisi iyi ama olmamış işte. İşin fenası onun -iyi niyetlice "farkında olmadan" diyeyim- etkisinde kaldığı Borges’e canımı çektirdi, şimdi işin yoksa, haydi bir daha oku Ficciones’i.

Kitap kipat mipat mitap. Ağırlar yahu. Bildiğin ağırlar. Kapıştırayım, sağlam kalanları alırım artık yanıma (havaya atayım hepsini birden, en üstte kalan üç taneyi mesela…) 8P

Merhaba, ben Offff…

Achtung Baby çıkalı handiyse 25 sene olacak (2015 – 1991 = 24), Q dergisi, 20. yılı şerefine bir güzellik yapıp, coverlatmıştı, ondan Depeche Mode’u dinliyorum ("So Cruel"), severim bu yorumu. U2’yu da severdim, eskiden, bu zamanlarda, Joshua Tree filan derken, artık bildiğiniz üzere Bono uçtu gitti.

Evde oturuyorum, başımda hala okulun yemek proje desteği sorunları var, cuma BAP’ta, Okyanus’un sağolsunlar n. kez düzeltip kargoyla ulaştırdığı faturayı işledik, yine bir sorunlar çıktı, dosyayı verdiler, yarın Strateji’ye gideceğim ikinci kez… sanıyorum eninde sonunda hallolacak ama ne zaman, onu bilemiyoruz. Uzun uzun yazacağım bir gün başından sonuna, hatta bu girişe yazayım niyetiyle başlamıştım ama şu anda dahi içimin sıkılmaları artmaya başladı (mide, reflü gibidir belki, yaşamadım, bilemiyorum çok şükür).

DreamWorks geçen seneydi sanırım, "Home" diye bir çizgi film yaptı, ondaki (Big Bang Theory’nin Sheldon’ının seslendirdiği) karakter gibi hissediyorum bu aralar, fena halde. (36. saniyeden itibaren).

 
Benim adım "Offf" – bana bu adı bizzat arkadaşlarım verdiler.
Size de oldu mu hiç: ne kadar iyi niyetli olursanız olun, içinde bulunduğunuz durumdan ötürü, varlığınız insanlara sıkıntı dolu, bürokratik kabusların, çözümsüz sorunların geleceğini muştuluyor… Ben de böyleyim işte bir süredir. Offff… Tanıştığımıza memnun oldum. 8P

Bir gün -hayırlısıyla şu iş bir bitince- uzun uzun yazacağım, söz, ama özetle: bürokratik kabusun içindeyim, ters gidebilecek her şey (ve birkaç şey daha) ters gidiyor, sürekli çıkmaz sokağa gir, geri vitese tak, dikkatlice çık, şu sokağa gir, o da çıkmaz sokak, geri vitese tak… ekseninde ilerliyoruz ama şansıma, gerçekten ilgili arkadaşların hepsi de iyi niyetli ve beni bu durumdan kurtarmak için canla başla çalışıyorlar, umut veriyorlar, destek oluyorlar (ama eminim ben her kapıda göründüğümde bir "offff" kopuyordur içlerinde).

Bengü’ye söyler oldum: "Seni çok uğraştıran müteahhit olursa, aman ha kızma, senin kocan da akademik dünyada öyle bir şey oldu!.." diye. İyi niyet çok önemli, enseyi karartmayalım, güneş ufuktan şimdi doğar, yürüyelim arkadaşlar! (lay la lay lay lay lay!..). Yarın 10 civarı Sıhhiye Rektörlük’te, Strateji Geliştirme ve Planlama Ofisi’nde olacağım, haftanın başında iyi kalpli insanların gönüllerine sıkıntılar salacağım, afakanlar bastıracağım… (imza: neşe pınarı, bürokratik kabus, mesut bahtiyar)

Sahi Abidin, hangisi daha fena idi: bilmeden kötülük yapan mı, kötülük yaptığının farkında olan mı? [bkz. Refi ref]

günlerin köpüğü…

Boris Vian mutlu biri miydi acaba? Bazen öyle olur, mutsuz insanlar mutlu görünürler ama mutsuz şeyler yazarlar. Sonuçta, olumsuz bir özelliğe sahip olan biri olumluymuşçasına davranabilir, Schopenhauer’e göre de zaten kötü olan şeyler (hastalık, açlık, mutsuzluk), aslında normalde olanın yokluğudur, eksikliğidir – zaten tam da o yüzden çoğu kez varlıklarında farkında olmayız bu iyi şeyler.

Ben pek mutlu olamıyorum bu aralar. Malesef. Konu yine yaz okulu: bir dolu zorlukla boğuştuktan sonra, en son ortaya çıkan bütçe açığımızı da Hacettepe sayesinde yemek üzerinden halletmiş idik. Hal böyle olunca yemek haricindeki diğer kalemleri eldeki kaynaktan karşıladık, son gün yemeğin faturasını kestirdim, Ankara’ya döndüm. Faturalar bürokrasiye takıldı, iki ayrı fatura kestirmiştik (yemek ile ders aralarındaki kahve+kuru pasta ikramları), tek fatura olacakmış. Rica minnet özür dileyerek, o faturaları iptal ettirip, okulun istediği şekilde tek, "terkifat"lı yeni bir fatura yazdırdık. Perşembe günü BAP’a teslim ettim, bu sefer kabul ettiler, bir de tutanak hazırladılar, cuma günü onu imzalatıp öğleye doğru geri verdim ve o gün öyle derin bir "oh…" çektim ki, okulun bütün yorgunluğu aktı gitti üzerimden. Ece’yle okulun havuzuna gittik, güzelce yüzdük, eğlendik. Çıktığımda BAP’tan cevapsız arama, açıklamalı mail, sorun var.

Tamamıyla bürokratik bir sorun çıktı: bütçe kalemin türünün nasıl yazıldığına bağlı olarak KDV’deki değişimin farklı olması, elimiz kolumuz bağlı, BAP’takiler de benim kadar üzgün farkına varamadıklarından işlemler o şekilde başlamış, yürümüş, onaylanmış, tam bir çıkmaz sokak. Ne yapacaklarını bilemiyorlardı, o akşam o ofisteki bizim projeyle ilgilenen herkesin yüzünden düşen bin parça, benim sıkıntılar misliyle geri gelmiş, bunaldım, daraldım. BAP’takiler de sağolsunlar, bu desteğin ivedilikle çıkması için canla başla çalışmışlardı ama işte çıkıyor bir yerlerden bir sorun. Tecrübesizlik (en başta yemek kalemi yerine konaklama kalemini göstermiş olsa idik, hiç ama hiçbir sorun olmayacaktı / ama o zaman yemeği tercih ettik çünkü konaklamaya ön ödemede bulunmuştum — daha böyle kaç tane "şöyle yerine böyle yapmış olsaydım…"lar var önümde dizili).

Sonuç: Yarın strateji birimi ile görüşüp onlara durumu anlatacağım, bir umut, bir çözüm için danışacağım. Cumadan beri bir karabulut, bir gamlı baykuş… Her şeyin hayırlısı diyelim, dileyelim.


hazır vakit bulmuşken…

Günaydın, az evvel (6:05) Maia için arayıp, hangi havaalanına götürüleceğini sordular (Atatürk Havaalanı). Ben de yatağa dönmedim bir daha. Yatakla bir haftadır küsüz zaten, sebep? Efendim, şimdi biliyorsunuzdur, bilmiyorsunuzdur, bu aralar kristallografi üzerine bir yaz okulu düzenliyoruz (bugün son resmi günü): CRYSTR2015 – Second Balkan School on Fundamental Crystallography and Workshop on Magnetic Symmetry. Resmi olarak geçtiğimiz pazartesi başlasa da, ondan önceki perşembe Sibel ile İstanbul’a geldik, cuma & cumartesi İTÜ’de son kontrolleri yapmakla geçti (okulu İTÜ’de düzenliyoruz, İTÜ Enerji Enstitüsü’nde). Bir dolu kaygım vardı, okul inşallah kazasız belasız bitene kadar da olacak tabii ki daha da kaygım ama çok şükür her şey rast gitti. Geçelim hikayesine: Evvelki sene (2013 Eylül – Ekim arası) bir kristallografi okulunda hocalık yapmak üzere Sofya’ya yola çıktım, bizden Cem, Sibel, Mustafa ve Emin vardı, bir de Hacettepe Üniversitesi’nden Damla diye bir arkadaş katılıyormuş, bu vesileyle onunla tanıştık. Bulgaristan’daki okulda Massimo ile Mois de vardı, zaten teklif onlardan gelmişti; Mois’in ta İspanya’dayken bahsettiği bir bayan vardı (Rositsa), onlar düzenliyorlardı okulu. Bir tane de ders anlatırken Gemma’nın çektiği müthiş bir videom vardır, gül gül katılırsınız, onu da koyayım bari buraya (becerebilirsem). İşin özeti, bizi krallar-kraliçeler gibi ağırladılar, ellerinden geleni ardlarına koymadılar sağolsunlar. Biz de daha dönüş yolunda, "benzer bir etkinlik düzenlesek ne güzel olur" diye düşündük, dönünce hazırlıklara başladık yavaştan. Yer olarak uzunca bir arayışın sonunda Tuğrul Hoca’nın Marmaris/Turunç’taki ITAP‘ını (Teorik ve Uygulamalı Fizik Enstitüsü) bulup, karar kıldık. Hesapta geçen eylül-ekim gibi yapacaktık ama "okulu madem deniz kenarında, dünya güzeli bir coğrafyada yapıyoruz, o halde biraz daha bekleyip seneye yaz ortasında yapalım, çocuklar da denizin tadını çıkarırlar" (bu cümledeki "çocuklar", ekseri doktora öğrencisi, biraz da master / post-doc arkadaşlar için kullanılmıştır bu arada) dedik, (2014) kasım ayında tekrar açmak üzere projeyi buza koyduk, o civarda da hakikaten çözülmeye bıraktık.

Organizasyon zor işmiş ama bizim gibi tembel adamlar sözkonusu olunca, iyice zor oluyor. Bu arada ITAP İTÜ’ye taşındı, iyi de oldu zira Marmaris’te olsa hem epey daha pahalıya çıkıyordu, hem de ulaşım çok zorluyordu. 30 öğrenci belirlemiştik, başvurular da o civarda oldu, 32 kişi yaptık nihayetinde. Mois geldi, Manu geldi, Rositsa ile Bobby geldi. Her şeyi son dakikaya getirdik doğal olarak (bunu marifetmiş gibi söylemiyorum bu arada). Tolgacığım, canım benim sağolsun, İTÜ yurtları ile konuştu, yemek işini Tuğrul Hoca ile hallettiler, yer sorunumuzu çözdüler (Enerji Enstitüsü). Tarihlerde sorun yaşadık biraz da: 13-19 Temmuz olarak belirlemiştik, geriye çekemedik zira Massimo ile Mois’in (yoksa Manu’nun muydu) başka bir yerde olmaları gerekiyordu, ileriye de alamadık çünkü destekçilerimizden Uluslararası Kristallografi Birliği (IUCr) ile Avrupa Kristallografi Derneği’nin (ECA) ağustosta kendi toplantıları (ECM) vardı ve o toplantının bir ay öncesi ile bir ay sonrasında arasında kalan zamanda düzenlenen toplantılara destek vermiyorlardı (müşteri kızıştırmamak adına). Böyle böyle diye diye, 7 günlük okulun ilk 4 gününü Ramazan ayıyla, son 3 gününü de bayram ile çakıştırma üstün başarısını(!) göstermiş olduk.

Bütçe aşağı yukarı kendini dengeliyor görünüyordu, sonra okulun başlamasına yakın (~ 1 ay), kayıtlar artık tamamlanınca, bir bakalım dedik, epey hallice bir açık vermişiz, onun haklı paniğini yaşadık (bağlantıyı bulmak için gidip baktım da, e zaten o girişte anlatmışım epey). Süheyla Hocam sağolsun, hemen devreye girdi, Hacettepe’ye bilimsel toplantı düzenleme desteği için başvurduk, tabii program, katılımcılar, hocalar hepsi hazır olunca, başvurma süreci daha da kolay oluyor. Oradakiler de sağolsunlar, hemen incelemeye aldılar bizim başvurumuzu, istediğimiz bütçe kalemini (okulun bütçesi maksimum destek miktarının yaklaşık 3 katı olduğundan, sadece yemek kısmını kalem olarak yazmıştık), canla başla çalıştılar (hem şaşırdım, hem de çok ama çok sevindim onların bu şevkine, tekrardan sağolsunlar), işleme koydular. 

İşte biz de İstanbul’a geldik, Tolga bir başka konferansa katılmak üzere Roma’daydı, ondan onun ofisin anahtarını aldım, bir haftalığına "fahri İTÜ’lü" oldum: Neşe Hoca’yla karşılıklı ofisimiz oldu, eski arkadaşlar, hocalar (Emanullah Hoca dekan olmuş arada, onunla da hoşbeş ettik sağolsun), Bengü (İTÜ yıllarından arkadaşım olan Bengü) ile de buluştuk fırsat buldukça, ne iyi oldu.

Bu organizasyon için tanıştığımız / karşılaştığımız / iletişime geçtiğimiz herkes bütün iyi niyeti ile yardıma koştu — enerji enstitüsü kapılarını açtı, ama nasıl bir açış, ne kadar iyi insanlar; yemek işi için Ankara’dayken zar zor, epey tartışmalı anlaştığımız Okyanus Kafe’ye gidince, onlar bizi, biz onları görüp sevdik, bir görüşme 10 bin telefon / yazışmaya bedelmiş, o ortaya çıktı. Her şey çok şükür çok rast gitti, inşallah böyle de devam eder.

Her gün Mois ile Manu’yu görmek çok güzeldi, Bengü de izin alabildi, Stefka ile Helga’yı (ve kendini) alıp İstanbul’u gezdirdi. Herkes çok yoruldu, yoruluyor ama keyifler yerinde. Bu akşam veda yemeğimiz var, yarın da hemen herkes memleketine dönüyor. Bir haftadır günlük ortalama 4 saat uykuyla motoru çalıştırıyorum, ama heves var, her şey çok iyi olacak inşallah – ha ha, şimdi uyandırma alarmım çaldı (7:12), artık kalkayım bari. 8)

Haydi hoşçakalın, güzel bir gün olur inşallah! İyi bayramlar!

 
Şimdi resmi gönderince aklıma geldi: öğrencim Nadire bir türlü Bengü ile bunca yıldır bir türlü tanışamadıklarından dem vururdu, bu okul vesilesiyle bir anda hemen tüm sülale (Bengü, Ece, annem, ağabeyim, eşi, yeğenim) ile görüştü 8)

Bu da ben (Futurama / Slurm / McKenzie):

Şu 2013’teki okuldaki videoyu da sonra halletmeye çalışırım…Neyse, çok da uğraşmayayım, facebook’dan ref verilebiliyormuş. Videonun anahtar kelimeleri "Eller, eller, eller" (Yıldırım Gürses vurgusuyla) + Barış Manço Nick the Chopper.

İyi insanlar…

   

Soldaki 2013 Sofia, sağdaki 2015 Ankara. Bugün Sibel, ben, Ece İstanbul’a vardık. Okul (http://www.cryst.ehu.es/crystr2015/) bu pazar günü başlıyor hayırlısıyla. Bir sürü güzel insan tanıyorum, ne mutlu bana (darısı başınıza)! Haydi hayırlısı (ilgilenenlere not: daha hala dertler tam/kesin olarak bitmedi ama göreceğiz bakalım (buraya da yazarım iyi haber çıkarsa)).