Bugün amazon’un kindle’ından ilk kitabımı (kipatımı) aldım: Julian Barnes – The Sense of an Ending (ne hüzünlü bir başlık!). Barnes’a 2011’de Booker’ı kazandıran yapıtı, epey de inceymiş, biraz hayalkırıklığına uğramadım dersem yalan olur.
John Banville, 1989’da, "The Book of Evidence"la güçlü bir şekilde aday olduğu Booker’ı, Kazuo Ishiguro’nun "The Remains of the Day"ine ("Günden Kalanlar") kaptırmış. Ama 2005’te "The Sea" ile Booker’ı aldığında, bu sefer Ishiguro’nun "Never Let Me Go"suna karşı zafer kazanmış, bir dolu da laf söylemiş. 2005’te Booker için son listeye kalanlar arasında Julian Barnes’ın "Arhur & George"u da varmış, Hande "The Sense of an Ending"in "Arthur & George"dan daha iyi olduğunu söyledi. Neyse, işte geçen sene Booker’ı alınca ve bu türlü silsilelerden ortaklık kurunca ve "Flaubert’s Parrot" ("Flaubert’in Papağanı") bağlamında (ki o da 1984 yılında son listeye kalanlar arasındaymış) geçen gün hafızadan andığımdan, bir sonraki kitap olarak seçtim, okumaya başladım, güzel gidiyor şimdilik, bir de o kadar kısa olmasaymış.
Niye yazıyordum bunları ki? Aslında aklımda "The Sea"den birkaç alıntı daha yapmak vardı, ama uzun göründüler şimdi gözüme… Yine de bir bakayım. (Banville’i çevirmenin haddime olmadığını anladığımdan, teşebbüs etmeyeceğim.)
"She was not, I am compelled to admit, the most hygenic of girls, and in general she gave off, more strongly as the day progressed, a flattish, fawnish odour, like that which comes out of, which used to come out of, empty biscuit tins in shops – do shops still sell loose biscuits from those big square tins? Her hands. Her eyes. Her bitten fingernails. All this I remember, intensely remember, yet it is all disparate, I cannot assemble it into a unity." (p. 139)
Bu aslında o kadar ilginç bir kesit değildi, daha çok geçen gün Hande’yle bu bisküvi kutularının muhabbetini yapıyorduk da, üstüne geldi. Ülker’in, kapağı camlı, kırmızı kutuları olurdu, oradan kese kağıdına doldururdu bakkallar.
"I do not want solicitude. I want anger, vituperation, violence. I am like a man with an agonising toothache who despite the pain takes a vindictive pleasure in prodding the point of his tongue again and again deep into the throbbing cavit. I imagine a fist flying out of nowhere and striking me full in the face, I almost feel the thud and hear the nose-bone breaking, even the thought of it affords me a grain of sad satisfaction." (pp.150-151)
Bunun da altını vaktiyle bir arkadaşın (Tyler değil de, öbürü) yazdığı bir şeye ("Halbuki sıkı bir yumruk yemek hayatımı nasıl da kökten değiştirebilirdi…") istinaden çizmişim (mentally), o halde bunu da geçelim.
156. ve 157. sayfalarda, şimdi içinde bulunduğu çocukluğundan bildiği bu evde, her şeyin hafızasına nasıl da ters düştüğünü anlatıyor, ilginç ama uzunca bir kesit, atlıyorum, yine de iki-üç satır:
"I found that the model of the house in my head, try as it would to accomodate itself to the original, kept coming up against a stubborn resistance. (…) I experienced a sense almost of panic as the real, the crassly complacent real, took hold of the things I thought I remembered and shook them into its own shape. Something precious was dissolving and pouring away between my fingers. Yet how easily, in the end, I let it go. The past, I mean the real past, matters less than we pretend."
Geliyoruz beni en vuran cümlelerden birine, sahife 185:
"Given the world that he created, it would be an impiety against God to believe in him."
Paradoksal gibi ama değil aslında tartınca. (Yoksa öyle mi?)
Bunun ardından, tumblr’da alıntıladığım kısım (s.215-218) ve sonlardan, kitabı spoil edebilecek bir başka bölüm var (s. 251-252). Bu referansları verdiğim kitabın baskısı: Picador, 2005 baskısı (ISBN: 0-330-43625-2 / 978-0-330-43625-0). Ne diyorduk, adım Mesut, soyadım Bahtiyar, bunca yıl beni böyle bildiniz, Mesut Bahtiyar’dan…
Bu blogları yazmadan evvel, çoktandır ses soluk çıkmayan (feed reader’ıma yeni bir şey gelmiyordu), ilk olarak diğer sitelerden bahsettiğim bir mesajın yorumlarından birinde bahsetmiş olduğum http://maya-imya-aglaya.tumblr.com/ sayfasına baktım, indirmiş meğer kepenkleri. Hayra yormak istedim, hayra yordum.
bir odadaki saatler vakasi –revisited.. — Geliyoruz beni en vuran cümlelerden birine, sahife 185:
“Given the world that he created, it would be an impiety against God to believe in him.”
kismina ithafen:
For moral reasons I am an atheist for moral reasons. I am of the opinion that you would recognize a creator by his creation, and the world appears to me to be put together in such a painful way that I prefer to believe that it was not created by anyone than to think that somebody created this intentionally.
Peter Engel, “An Interview With Stanislaw Lem”: The Missouri Review, Volume VII, Number 2 (1984) [Benim tembel kaynagim: Wikiquotes]