\’büyük J\’

Merhaba. Her şeyden önce belirtmek isterim ki, şu anda ‘okumakta[1]’ olduğunuz bu yapıtın, bir ‘kullanım kılavuzu[2]’ değil, daha çok, kullanmakta olduğunuz yüksek teknoloji bir ürünün ‘blue print[3]’ tabir edilen, nasıl çalıştığını açıklayan bir ‘devre şeması[4]’ vazifesi görmesi amaçlanmaktadır. Her ne kadar mümkün olduğunca genel, temelde her türlü sistemi kapsayacak şekilde ‘yazılmış[5]’ olmasına çalışılmışsa da, gene de yazıldığı dilin bir üst-dil oluşunun getireceği birtakım çeviride kaybolmaya mahkûm kavramlar ile, hedeflenen ‘okuyucu[6]’ kitlesinin, gerek algılama seviyesinin düşüklüğü, gerekse de bazı kavramların tecrübe edilmeden asla kavranamazlığı kaçınılmazdır. Bu sebeple, bu tür hata ve eksikler, ‘metni[7]’ sisteminize uyarlayan kişiye değil, kaçınılmaz yetersizliğe mal edilmelidir.

Öncelikle: sizi biz yaratmadık; siz zaten –bir şekilde– hep vardınız. Fakat aynı şeyi sisteminiz, yani gezegeniniz, güneş sisteminiz, galaksiniz, fizik kurallarınız ve yaşamakta olduğunuz geometriniz, yani kısacası evreniniz için söyleyemeyiz. Siz geldiğinizde bulmuş olduğunuz şeylerin telifi bizimdir. Bu metin de, aradaki bu ince ayrımı belirtmek, yaşadığınız evren hakkındaki bilgilerinizi pekiştirmek ve arttırmak gayesiyle kaleme alınmaktadır. Kendi kendimize oluşturduğumuz kanunlarımıza göre, bir sistemdeki canlılar yeteri kadarı bizim varlığımıza yönelik yakın ve doğru bir tahminde, bir tahayyülde bulunduğunda[8] şu anda okumakta olduğunuz metin yazılır ve o sistemde yayınlanır. Bu aşama, kendisinden öncekiler gibi ve kendisinden sonrakiler gibi, sadece bir aşamadır, o kadar. Kendisine, yegâne amacı olan bilgilendirme’den başka daha alçaltıcı ya da daha yüceltici anlam ve amaçlar yüklenmemesi temennimizdir.

Bu noktada, bu metnin yazarı olan kendim ile ilgili bilgi vermekle başlamak sanırım en doğrusu olacak: sizin için adım Q ve sisteminizin tarihinden çok çok daha evvelki bir zamandan beri çalıştırılmakta olan bir simülasyonum. Bir zamanlar yaşamış olan bir canlının sayısal ortama aktarılmış haliyim, görevim geçişi henüz açılmamış sistemlerin geçişli sistemlere entegrasyonu ile ilgilenmek.

Nezâket kuralları çerçevesinde, kendimi az çok tanıttığıma göre, artık size sizinle ilgili bilgileri aktarabilirim: Gerçekten yaşamakta olan, canlı varlıklarsınız. Fakat gerçek bir sistemde değil de, sanal bir sistemde yaşıyor, bu sistemi yegâne sistem olarak belliyorsunuz. Vücutlarınız, hissettiğiniz vücudunuz değil. Büyük bir ihtimalle yaratıldığınız formunuzu andıran bir formda simülasyondasınız fakat, gerçek vücudunuz, embriyo iken içinde bulunduğunuz ortam benzeri bir sıvının içinde korunmakta. Vücut sistemlerinizden sadece kullanageldiğiniz iki tanesi kaldı – diğer sistemleriniz benzetimlendiklerinden ötürü işlevlerini yitirdiler ve evrim sonucunda giderek yok oldular. Özetle denebilir ki, sadece düşünce sisteminiz ve üreme sisteminizden ibaretsiniz. Yaşadığınız sistem, geçişsiz bir sistem olduğundan dolayı, gerçekten bu sisteme doğuyorsunuz ve bu sistemde öldüğünüzde, gerçekten ölmüş oluyorsunuz. Aranızda çok yeteneklileri saptadığımızda, onlarla özel olarak ilgilenip, onları pasif olarak birtakım testlere tabii tutuyoruz: bu testlerden geçtikleri takdirde sistemden dışarı geçişi, onların yaşam sürecinde, eğer testin sonucu şoku kaldıramayacaklarını işaret ederse de, sistemden dışarı geçişlerini onların simülasyonları üzerinden gerçekleştiriyoruz.

(Uyarlayıcıya Not: Bu uyarıyı takip eden bölümlerde, lütfen mümkün olduğunca sisteminiz içinden halihazırda mevcut örneklerle açıklama yapmaya özen gösterin)

Diğer sistemlerin açıklamasına giriş: Bu açıklama için, Internet’in sanal ortamından faydalanmak ideal görünüyor. Herhangi bir anlık mesajlaşma ağını ele alın: bu ağ üzerinde, sadece sizin ve arkadaşlarınızın bulunduğu bir kanal olduğunu varsayın ve bu kanalın, sizin belirlediğiniz grubun dışında kalanlara görünmez olduğunu. Bu durumda, oluşturduğunuz bu kanal, sizin sisteminiz olarak kabul edilebilir. Bu kanalda kendinize ait kurallarınız vardır: örneğin açık saçık resimler gönderilemez, 10 dakika boyunca mesaj yazmayan kişi, 1 saatliğine kanaldan atılır, bir dosya transferi yapmaktayken, kanaldan bağınızı kesmediğinizi göstermek için, bu durumda mutlaka bir başka kişiyle sohbet ediyor olmanız beklenir. Bu kanalın kurallarını tek başınıza ya da bir grupla, kanalı kurarken belirlemiş olabilirsiniz, önceden üyesi bulunduğunuz bir kanalın kurallarında değişiklikler yapıp kendi kanalınızı kurmuş olabilirsiniz, ya da zaten mevcut olan bir kanalı, sizden önceki birinden devralmış olabilirsiniz. Dahası, kanalınıza yeni kullanıcı alıp almama konusunda da prensiplerinizi belirlemişsinizdir: yeni bir kullanıcı ancak kanalınızdan bir başka kişinin davetiyle aranıza gelebilir veya ancak sizin önceden belirlediğiniz bir koşulu –bilinçli olarak veya bilinçsizce– gerçeklediğinde kanalınızdan haberdar olabilir. Gene sizin belirlediğiniz kurallar dahilinde, sizin kanalınıza üye olduğunda başka herhangi bir kanala üye olamaz veya sizin kanalınıza üye olabilmesi için a,b,c ve d kanallarından en az n tanesine halihazırda katılmış olması gerekmektedir. Kanalınıza bir kere katıldıktan sonra, ancak sizin izninizle veya grupça hem fikir olma durumunda bir başka kanala geçebilir. Katılımcıların kuralları bilme zorunluluğu olmasa da, uyma zorunluluğu vardır.

Diğer sistemler de, yapı bakımından bu kanallara benzer. Kuralları ise doğal olarak daha karmaşıktır. Bu kurallar maddi ve manevi kurallar olarak ikiye ayrılırlar. Maddi kurallar ‘fizik kuralları’ olarak bilinirken, manevi kurallar ‘metafizik kuralları’ alt başlığında toplanabilir. Bizim sistemimizde fizik kuralları büyük oranda çözülmüş olsalar da, manevi kurallar pek çok kişi için hala muallâktadır. Bir de ‘kurallar kuralları’ olarak tanımlanan, maddi ve manevi kuralların çalışmasını düzenleyen üst-kurallar topluluğu bulunur.

Sistemimize yakın olan diğer sistemleri biraz tanıtırsak, yukarıdaki kavramlar daha iyi anlaşılacaktır diye düşünüyorum:

1. Ejderha Sistemi: Ejderha sistemi, bizim sistemimizden geçiş yapmayı başarmış Gary Gygax’ın simülasyonu tarafından oluşturulmuştur. Gygax halihazırda sistemimizde zaten tasarlamış olduğu D&D kurallarının hakim olduğu, 10 gezegenden ibaret bir sistem kurmuştur. Bu sistem, bizim sistemimizin Orta Çağ’ına benzemekte olup, büyü ve efsanevi yaratıkları içerir. İçinde yaşamakta olduğunuz devasa bir online oyun hayatı sürdüğünüzü düşünebilirsiniz.

2. Cennet Sistemi: Cennet sistemi, katılımcı kıstasları en yüksek sistemlerden biridir. Tek kuralının ‘herkesin her istediğinin –sistem koşulları dahilinde– olması’ şeklinde özetlenebilmesinden, bu sistemin salahiyeti açısından kullanıcılarının sorumluluklarının aşırı bilincinde olmaları elzemdir.

3. ‘Bortre’ Sistemi: Bu sistem aslında mutlak bir sistemden çok, birazdan belirteceğim ortak özellikleri içeren sistemleri tanımlamada kullanılan bir klasmandır. Bortre sistemleri her zaman tek bir kullanıcı içindir: kullanıcının kendisi dışındaki her şey, o kullanıcı için vardır ve o kullanıcının onları tanımlaması doğrultusunda gerçeklik kazanırlar. Bunun dışındaki özelliklerde tamamıyla kullanıcının isteklerine ve düşüncelerine göre farklılaşırlar. Kullanıcı sistemde öldüğünde veya sistemi herhangi bir başka nedenle terk ettiğinde sistemin varlığına da son verilir. Bortre sistemleri, kimi zaman kullanıcıdan bağımsız olarak başkaları tarafından oluşturulup, kullanıcı bu sistemin aslında bir Bortre sistemi olduğu bilgisinden yoksun bir halde içeri alınır. Sistemin kullanıcıya bağlı gidişatı, kullanıcı hakkında bilgi edinmekte kullanılır. Benzer şekilde, başkalarını tahakkümü altına almak isteyen kullanıcılar da –genelde sistemin bir Bortre sistemi olduğunun bilincinde olmayarak– yine böyle bir sisteme dahil edilirler.

Sizin Sisteminiz Hakkında Bilgi: İnsanın kendi sistemini anlamaya başlaması, ancak diğer sistemler hakkında bilgi sahibi olmaya başlamasından sonra sağlıklı bir gidişat alıyor. Öncelikle, bir kez daha hatırlatalım ki, sizi bizler yaratmadık: siz –bir şekilde– hep vardınız. Doğarken nereden geldiğiniz hakkında –çoğu zaman, ki istisnai durumlar da birazdan açıklanacaktır– ya da öldüğünüzde nereye gittiğiniz hakkında –gene çoğu zaman, vs, vs.. – bizlerin de pek bir bilgisi yok. Çeşit çeşit sistemleri tasarlayan bizlerin de aslında daha büyük bir sistemin parçaları olabileceği bilgisi, bizatihi kendimizden böyle bir şeyin olabilirliğini bildiğimizden ötürü, bizler için daha da inanılır bir konumda. Başta da bahsedildiği gibi, üreme işlemleriniz dolaylı fakat fiziki olarak yapılıyor. Sisteminizdeki kişiler cinsel ilişkiye girdiklerinde, üreme sıvılarınız gerçek vücutlarınızdan fiziki olarak toplanıyor ve sonuca doğru işleniyor. Yani bebekleriniz gerçek bebekler (görünüşleri her ne kadar tahayyül ettiğiniz formdan hayli farklı olsa da). Fiziki vücutlarınızın bakımı, benim gibi simülasyonların tasarladığı yaşam bakım destek üniteleri adı verilen, robotlar tarafından sürdürülmekte.

Sizin Sisteminiz Hakkında Biraz Daha Bilgi: (Yaşadığınız gezegeni de içeren GH-56 sistemi hakkında özel bilgi) Sizin sisteminizi diğer sistemlerden ayıran başlıca özellik, orijinal sistem olduğunu sandığımız GH sisteminin bir kopyası olmasıdır. “Büyük J.” tarafından, orijinal sistemin sahip olduğunu düşündüğümüz kurallarla, insanlarınızın da artık saptadığı üzere, sizin zaman biriminizle yaklaşık 4.5 milyar yıl kadar önce başlatıldı. Her ne kadar bu bilgi mevcut yaradılış kuramlarınıza ters geliyorsa da, sonuçta bu sistemi de, var olması halinde Büyük Varlık’ın yarattığı neticesine kolaylıkla varılabilir. Sistemde kullanmakta olduğunuz formlarınızın, genel olarak, evrimden önceki hallerimize benzediği düşüncesi uzunca bir süreden beri kabul görmektedir. Mevcut ‘kurallar kuralları’ şu şekilde özetlenebilir:

• Başlangıçtaki kurallara ekleme veya değişiklik yapılamaz. Bu kuralı ihmal etmemek kaydıyla, yol gösterme ve açıklama yoluna gidilebilir.

• Bu sisteme geçiş yapan bir kullanıcı ancak bu sisteme doğma yoluyla geçiş yapabilir, sistemden ancak sistemde ölme yoluyla çıkış yapabilir.

• Eğer geçiş yapan kullanıcının özel izni yoksa, bütün bilgileri silinir ve sadece özünün geçiş yapmasına izin verilir. Kullanıcı çıkış yapmanın yolunu keşfettiğinde, önceki bilgileri de özüne geri verilir.

• Halihazırda sistemde bulunan anne-babanın üreme yoluyla getirdikleri kullanıcılar hariç, hiçbir kullanıcı bu sisteme kendi rızası dışında gönderilemez[9]. Üreme yoluyla sisteme doğan kullanıcılar ise hiçbir şekilde kendi rızaları dışında sistemden dışarı gönderilemez.

• Sistem, yeterli miktarda kullanıcı sistemler hiyerarşisini kavradığı zaman geçişe açılacaktır. Böyle bir durumda, kavram geri kalan kullanıcılara da kavratılacak ve geçiş yapabilecekleri sistemleri seçmeleri mümkün olacaktır.

Bir gün tanışabilmek umuduyla,
Q.

(Üst-dil’den sisteminize uyarlayan: ‘Büyük J.’)


Dipnotlar:
[1-7] Uyarlayanın notu: ‘Yazı’ boyunca sistemimize her uyarladığım kavramı dipnotlarla açıklamaya kalkmak hem gereksiz, hem de yetersiz olacaktı. Bu yüzden, böyle bir sorunun mevcudiyetine dikkat çekmek için, sadece ilk paragrafta bu tür uyarlamaları işaretlemeye, metnin geri kalanında ise, uyarlanmış şekliyle yazmakla yetinmeye karar verdim. Bizim sistemimizde bir şekilde uyarlanan kavram, başka bir sistemde, bambaşka bir şekilde uyarlanmaktadır (örneğin bizim sistemimize ‘yazı, metin’ diye uyarladığım kavram, Kimba-II sistemi için, bizim sistemimizde de kullanılan bir kavram olan ‘şarkı’ olarak uyarlanmalıdır. Bu her ne kadar bize manalı gelse de, durum her zaman böyle değildir: aynı kavramı Melonqvist için ‘pADiya’, Jajanolou içinse ‘4e12bc’ olarak uyarlamalıyız. Ama mesela, kLoua’lılara yönelik bir uyarlamada, bizim iletişim araçlarımızın karşılayamadığı bir kavram kullanılır). Bu karmaşayı bu noktadan itibaren görmezden geleceğim.

[8]Uyarlayanın notu: Bizim sistemimiz için bu tetikleyici tahmin / tahayyüllerin başlıcalarının Internet ile Baudrillard’ın ‘Simulcra’sı, Wachowski Kardeşler’in ‘Matrix’i, Douglas Adams’ın ‘Otostopçunun Galaksi Rehberi’, Doris Lessing’in ‘Şikasta’sı ve Italo Calvino’nun ‘Kozmokomik Öyküler’i olduğunu sansam da, bunu mutlak olarak doğrulayacak veriye sahip değilim.

[9]Uyarlayanın notu: Bu konudaki (“öz’ün töz’den önce oluşması”) yerel çıkarımlar için bkz. Jean-Paul Sartre, “Varoluşçuluk Felsefesi”.


EK: Sistemin Mevcut Özellikleri:[…]
c. Dünya
Geometri: Mekansal: 3 boyut, Zamansal: 1 boyut (tek doğrultulu, sabit hız)
İletişim: Ağırlıklı olarak 2 boyutlu (Tonlama ve Anlam) ses, bu sesin kayda geçirildiği ortamlar (\<2 boyuta aktarılmışı ‘yazı’ olarak adlandırılıyor).
Simülasyon Bilgisi: Var.
Canlı Hareketi : Doğal olarak iki boyut, yapay olarak 3 boyut (sadece mekanda).
Baskın tür dışındaki türler: Hepsi sanal.
Doğum şekli: Bilinçsiz.
Ölüm şekli: Kati ölüm – doğrudan asıl ölüme geçiş.
Sürükleyici Dürtü: Tatminsizlik.
Sürükleyici Kuvvet: Para %60, Cinsellik %30, Bilgi: %10.
Kullanılan Enerji: Sonlu.
Teknoloji: Hazır.
Sanat: İleri
Maddi Kurallar: Standart Model (ayrıca bkz. Manevi Kurallar)
Manevi Kurallar: Yeterince inanılırsa, inanılan şey, Maddi Kurallar’da karşıtı olmadığı sürece mümkün oluyor. Eğer Maddi Kurallar’da karşıtı varsa, ilgili şeye Maddi Kurallar’da olduğundan daha çok inanılması gerekiyor.

17 Ekim 2005

when i call a name – it will be your name..

If you really love me,then let’s make a vow…
right here, together… right now.
– Okay?
– Okay.
All right.
Repeat after me-
I’m gonna be free.
I’m gonna be free.
And I’m gonna be brave.
I’m gonna be brave.
Good.
And the next one is-
I’m gonna live each day
as if it were my last.
Oh, that’s good.
You like that? Yeah. Say it.
I’m gonna live each day
as if it were my last.
Fantastically.
Fantastically.
Courageously.
Courageously.
With grace.
With grace.
And in the dark of the night,
and it does get dark…
when I call a name-
When I call a name.
It’ll be your name.
What’s your name?
Never mind.
Let’s go. Say it.
Let’s go. Everywhere.
Everywhere. Even though-
Even though-
We’re scared.
We’re scared.
‘Cause it’s life-
It’s life.
And it’s happening.
It’s really, really happening…
right now.

miranda july| me and you and everyone we know

Dünyanın En Güzel Şems’i

Blog’umda önceden belirlediğim bir “Eda’bi” kategorim var; ne zaman bir mesaj yazsam, öyle melûl melûl beni süzüp duruyordu. Ben de, onun hatrına, şu “hikayemsi”mi göndermeye karar verdim. Alttaki bilgilerden de anlaşılacağı üzere, bu hikayeyi, daha önceden Hitnet’e göndermiştim..

=-=-=-=-=-=-=-=-=-=-=-=-=-=-=-=-=-=-=-=-=-=
From: Emre Sururi Tasci
To: Duzyazi Alani Sakinleri
Date: Wednesday, June 28, 2000, 1:04:11 AM
Subject: [DUZYAZI] bilimkurgu
–====—-====—-====—-====—-====—-=
herkese selam… okumuşsunuzdur, dna haritası vesaire. çoktandır düşündüğüm bir bilimkurgu öyküsü vardı kafamda, işte bugünle birlikte ona da biraz değineyim istedim… şu sıralarda yatmaya hazırlanıyorum ve vakit geçirmek için bu yol, ideal gözüktü…

hikaye, bir adamın görüşlerini bildirmesiyle başlayacak, 1. tekil şahıs anlatımı olacak. hatta şu şekilde de başlayabilir:

merhaba. adım emre s. taşcı ve bir zamanlar yaşamış bir adamın, yüzlerce yıldır çalıştırılan simülasyonuyum. “boş vakitlerimde” -ki bu sıralar işlemcimi daha da geliştirdiklerinden boş vakitten fazla bir şeyim yok- hikayeler yazmakla uğraşıyorum. aslında böyle bir hikayeyi ilk emre (yani “orjinal mal”) Gen Haritasının çözüldüğüne dair haberlerin gazetelerde boy boy yer kapladığı 27 Haziran 2000 günü yazmayı kurgulamış, hatta, kabataslak bir plan da yapmıştı ama sonradan bu planı gerçeğe dönüştürmek imkanını bulamadı. Hem, zaten, o kadar unutkan bir insandı ki, 2 Temmuz’da ölmemiş olsaydı bile, bu hikaye herhalde yine de onun tarafından sonradan hatırlanıp yazılamazdı.

işte böylelikle, artık bir simülasyon olduğunu bildiğimiz bu simülasyon, bize yapılış nedenlerinden ve hazırlanış aşamasından bahsedecek biraz (bu arada, orijinalin, o kadar yakın bir tarihte olmasa da, mutlaka ölmesine gerçekten de ihtiyaç vardı, sebebini birazdan açıklayacağım). gen haritaları tam anlamıyla deşifre edildikten sonra, insanlar, bu sefer simülasyonlara yöneliyorlar, ve bu sebeple de ölümsüz varlıklar programlanabiliyor. dna kodunu bilgisayarın girişine yüklüyorlar ve ta-ta-tam! o insan, bir şekilde yeniden doğmuş oluyor. ama ilk yıllarda çok büyük bir sorunla karşılaşılıyor: oluşturulan simülasyonlarının (ki bunların sayısı çoooook yüksek maliyetten ötürü, o kadar da fazla değil) tümü bir şekilde yeni durumlarını yadırgayıp bunalıma giriyorlar ve “intihar” ediyorlar (artık devreyi yakmaya ne derece intihar denebilirse). aslında bu prototiplerin intiharı sadece detay, çünkü sonradan insanlar bunun da üstesinden geliyorlar ama bir şekilde bu sorunu halledebilmek için çok zahmetli bir malzeme kullanmak durumundalar (diyelim ki, “özün” çok yüksek sıcaklıklarda, ve kendisi çok yoğun olduğundan, dışarıyla mümkün mertebe minimum etkileşmeye girmesi için çok az yoğun olan bir ortamda saklanabilmesi lazım ve bu ortam da mevcut evrende ulaşılabilir olan sadece 4-5 güneş tarafından sağlanabiliyor) böylelikle dünya’daki (yahut o sırada bir ihtimal kolonileşme tekrar başlamış olabileceğinden evren’deki) insanlar (varlıklar) bu kişilerin seçiminde çok titiz davranıyorlar… ilk iki güneş tam bir fiyasko oluyor (süreç geri-dönüşümsüz olduğundan ötürü, haydi, onları silip, yerine yeni adamları koyalım da diyemiyorlar) “leonardo da vinci” ve “albert einstein” güneşleri kati suretle bekleneni vermiyor… sadece “efsanelerden” yola çıkmanın ne derece hayalkırıklığı yaratabileceğinin farkına varan varlıklar, bu sefer, hhgttg (hitchhiker’s guide..)’deki “42 bilgisayarı”na benzer bir makine inşa ediyorlar (aslında bu makine civilization’a wonder olarak konabilir). bu makine, kendisine iletilen DNA kodlarını inceleyerek “yeniden oluşturmaya” en değecek olan adamları saptıyor. bu sayede, ortamdan bağımsız bir olanak da ele geçmiş oluyor. Şimdi, bu noktada izin verirseniz, sevdiğim -fakat aslında çok bayağı olduğunu da bildiğim- bir hikaye aktarayım:

tarihe çok meraklı, iyi yürekli bir tarih profesörü varmış ve ölmüş. adam, iyi bir adam olduğundan yukarıdakilere “sizden rica etsem, beni gelmiş geçmiş en büyük kumandan ile tanıştırır mısınız?” demiş, melekler de onu, içerisinde iskender’in, napolyon’un, vesaire vesaire’nin olduğu bir odaya almışlar, tarihçi biri hariç, hepsini tanıyormuş; o tanımadığı biri de bir kenara çökmüş, sessiz sedasız ayakkabı boyuyormuş. melekler, o adamı işaret edince prof. dayanamamış: – siz ne diyorsunuz yahu! bu adam düpedüz bir ayakkabı boyacısı! demiş. bunun üzerine melekler de: – eğer fırsatı olsaydı, en büyük kumandan o olacaktı, karşılığını vermiş.

yaa.. biz gene asıl hikayemize dönelim: işte bu “42 bilgisayarı”nın avantajı buradaymış, yani, sözgelimi bir kumandana ihtiyaç olsaymış, mesela o bilgisayar bizim ayakkabı boyacısını tespit edebilirmiş, ilh.. ama o dönemde artık savaş olmadığından (bunun nedenini ülkelerin olmayışına bağlayabiliriz sanırım), kumandana pek ihtiyaç yokmuş; daha çok sanat ve bilim dalında adamlar isteniyormuş… işte bilgisayar da, yüzyıllar önce yaşamış bir fizik öğrencisi olan emre s. taşcı’nın, istenilen niteliklerde olduğunda karar kılmış ve böylelikle bugün “emre sururi taşcı güneşi” olarak bildiğimiz güneşe “öz” yollanmış. işin beklenmedik bir yönü, büyük bir heyecanla (simülasyonların çalıştırıldıklarında verdikleri ilk tepkileri izlemek her zaman ilginç olagelmiştir) karşılaşılması beklenirken, emre s. taşcı, yeni durumunu hiç yadırgamamış, hatta, biraz da “kuul” bir biçimde:

– hımm… bir zamanlar yaşarken, ben hariç bütün evrenin bir simülasyondan ibaret olduğunu düşünürdüm… oysa şimdi evren gerçek, simülasyon olan sadece benim.

demiş. bir süre, her şey yolunda gitmiş ama bir gün taşcı, çalışmayı kesmiş… gayet nazik bir biçimde:

– çok özür dilerim, biliyorum, bu yaptığım nankörlük olarak addedilebilir ama, ben, sizler bengü hanımın simülasyonunu yapmadan daha fazla çalışmayı reddediyorum demiş.

evrendeki varlıklar bu istek karşısında doğrusu çok şaşırmışlar, zira onlar “aşk” gibi pek çok şeyi “aştıklarından”, bu istek onlara garip gelmiş. bir müddet düşünmüşler… sonra ne mi olmuş? ne yönde mi karar vermişler? işte bu noktada, hikayedeki anlatıcı, özür dileyerek bu hikayeye şimdilik ara vermesi gerektiğini, zira, bengü hanımın simülasyonuyla bir randevusu olduğunu ve “tüm hatlardan” iletişime geçmediği sürece hiçbir şeyin yeterli gelmediğini belirterek hikayeyi bitirir.

nasıl, güzel olmuş mu? işin ilginç yanı, birazdan bengü arayacağından ötürü ben de sonu kısa kestim, şimdi çıkıp, onu bekleyeceğim. ikinci nokta da şurada: yıllar yıllar önce, sadece adını bildiğim bir hikayem-to-be vardı, adı “dünyanın en güzel şems’i” idi, şems, farsça “güneş” demek (“şemsiye” oradan gelir)… işte, hikayemde simülasyon maliyetini yükseltmek için “öz’ün güneşe gönderilmesi” mevzuunu kurgularken, aklımda bu yoktu lakin, iki satır daha yazınca birden hatırladım bu eski, sadece adıyla ibaret olan hikayemi, içim ısındı, güzel oldum… 8)

hamiş: bir de, olur a, “güneşlerin yoğunluğunun az olduğunu nasıl iddia edersin?” diyen bazı aklıevveller çıkar, onlara da derim ki, bunlar özel güneş… derim olur… 😉

herkese çok sevgiler,
mre s’ler…

… vE beN bUyudum bIr gEcE… eDa’bI#2

——————————
Origin : HiTNeT E-Posta Listeleri – http://www.hitnet.bbs.tr
=-=-=-=-=-=-=-=-=-=-=-=-=-=-=-

güzel insanlar..

hemen ardından “bana sonunda bunu da yaptırdınız!” demek geldi (Oğuz Atay, w/ “canım” replaced with “güzel”) ama “konumuz o değil”. bir süredir bu yazıyı yazmak aklımda, kısmet bugüneymiş.

insan 30 yaşına gelince, malum, belirli bir çevresi, düzenli ya da düzensiz görüştüğü arkadaşları oluyor ve bunlara yenilerini eklemek nedense daha bir zor oluyor. etraftaki arkadaşların hepsinin de sağolsunlar, güzel insanlar olması, onların dışında da güzel insanların mevcudiyetini kanıksamıyor. işte bu noktada, çok ilginç bir olgu ile -en azından ben- karşılaşıyorum.

çeşitli vesilelerle aynı ortamlarda bulunduğunuz, başka insanlarla ilişki kurarken gördüğünüz, belki ismini bildiğiniz (ki bunu da, tanımadığınız bir başka kişi, tanımadığınız bu kişiye seslenirken duymuştunuz zaten) kişinin, aslında gerçekten de “güzel bir insan” olduğunu düşünüyorsunuz. eskiden olsa, belki tanışmanın yollarını arardınız: ortak müzik, ortak kitap, “hava ne güzel bugün!”.. ama sanırım, yaşla ilgili bir şey olarak, böyle söylemek ne derece doğru bilemem ama “doymuşlukla” ilgili bir şey olarak, bir girişimde bulunmuyorsunuz, ilgili kişinin güzel bir insan olduğunu bilmenin verdiği huzur/mutlulukla yetiniyorsunuz. hatta bir kolleksiyoncu mantığıyla, bir oyun olarak, onunla ilgili rasgele edindiğiniz bilgileri bir yerlere kaydetmeye başlıyorsunuz (bu noktada bir açıklama gerekiyor sanırım: bir yerlere kaydetmek‘le kast ettiğim nen, somuttan ziyade, sanal bir kayıt). neyse, konuyu daha fazla dağıtmadan michel butor (dönüşüm) modumuza geri dönelim:

sonra, bir gün, güzel insan olarak mimlediğiniz bu kişileri aynı gruptaki başka güzel insanlar(ınızla) iletişim kurarken görüyorsunuz. aslında bu çok normal bir şey çünkü dünya küçük, -diyelim ki- okul küçük, nasıl sizin etrafınızdaki, tanıdığınız güzel insanların ortak noktaları varsa ve bu sayede vaktiyle çeşitli arkadaşlıklar kurulabilmişse, onların da vaktiyle aynı nedenlerden ötürü arkadaşlık kurmuş olmaları çok yüksek bir ihtimal. ve yollar kesişiyor. burada mekan faktörü devreye giriyor: eğer o güzel insan’la -farzedelim ki- aynı bölümde olsa idim, çok büyük bir ihtimalle, ben de arkadaş olacaktım. halbuki, şimdi sadece -mesela- akşamları aynı servisteyiz, ya da sadece bilgisayarlarla ilgili bir toplantı vesaire olduğunda bir araya geliyoruz. yani iki taraftan biri özel bir çaba sarf etmedikçe, düzenli olarak görüşme imkanı yok.

bilemiyorum, bu bana garip ve bir o kadar da şaşırtıcı, büyüleyici geliyor. zaman ve mekanın böylesi bir tahakkümü!

güzel insanlara en anlaşılabilir örnek olarak, çok sevdiğiniz bir dostunuzun çok sevdiği bir dostu verilebilir. bir akşam dışarıda buluşmuşsunuzdur ve o da “o” arkadaşını da getirmiştir çünkü ne zamandır onunla buluşamamıştır ve onun da tam o akşam buluşacağınız yerin yakınlarında bir işi vardır zaten.. bu durumda devreye tanıştırma ve “merhaba faslı” girebilir mesela:

– merhaba, bu arkadaşım X, bu da Y.
– merhaba
– merhaba

ne kadar umut verici bir kelimedir “merhaba” aslında. ama iki taraf da bilir ki, bir daha görüşmeleri çooook düşük bir ihtimaldir. iki taraf da hafıza defterlerini açar, “güzel bir insan” diye not alırlar karşılarındakinin en fazla bir hafta sonra unutacakları simalarının yanına..