Büyük bir ihtimalle, bir tarihte, birileri bilgisayar oynarken, siz de onu seyretmişsinizdir (kast ettiğim ‘o’ değil de, oynadığı oyun). Çocukken gittiğim atari salonlarında oyun seyretmekten o kadar zevk almazdım, eğer cebimde para varsa oynardım, param yoksa da eve dönerdim. Sonra her oyun da seyrettirmez kendisini.. Mesela Wolfenstein veya Eye of the Beholder I-II oynayan bir insanı seyrederken, akışın kesintili oluşundan ötürü, ne yöne gittiğini hiçbir şekilde anlayamazsınız – biri sanki gözünüzün önünden rastgele duvar/koridor resimlerini geçiriyordur.
Aslında konumuz tam olarak bu değil, girişi iyi yapamadım, kabul ediyorum… Birkaç aydır Dungeon Siege II oynuyordum, haftasonları 4-5 saatlik sessionlar yapıp, gördüğüm her yaratığın üzerine mouse’umun sağ tuşunun lanetini gönderiyordum. İşin garibi, durdurup baktığınızda hakikaten sanat eseri olan grafikleri, oyuna kaptırınca hiç gözünüz görmez oluyor – varsa yoksa o kırmızı kontür çizgileri. Zaten uzunca bir zamandır açmaz oldum onu da. Bilgisayarımda az evvel baktım da, LOTR/BFOME-II, PES6, Call of Cthulu – DCotE ve Undying yüklü durumda. En “çok” oynadığım oyun ne peki? Bengü’yle sardırdığımız Busy Santa adlı güzide flash oyunu (O verdiğim link bu arada oyunun programcısının linki, doğrudan www.busysanta.com adresinden oynayabilirsiniz). Ahh ahh, üniversitede de Block-Out’a sardırmıştık. Demek ki bir oyun ne kadar basit olursa, o kadar sardırıcı oluyor. Off off, yine konuyu dağıtıyorum..
Ağabeyim sağolsun, sayesinde VAIO’ya geçerken, IBM’i de formatlayıp Bengü’ye hazırlamış idim. Bu arada, artık VAIO gelince ikincisini oynarım da, birincisini hiç hatırlamıyorum kabilinden, HalfLife’a başlamıştım (evet, Freeman ve dadaşları, o halflife..). Yüzdüm yüzdüm kuyruğuna geldim, bir tane Hint mitolojisinden fırlamışa benzer bir yaratıkla çarpışıp çarpışıp duruyordum, aslını isterseniz, geçememem için de bir sebep yoktu ama sonra VAIO geldi, ben de boş bulunup IBM’e formatı bastım ihtiyacım olan her şeyi yedeklediğimi düşünüp ve bay bay halflife!.. 8)
Bir keresinde de Turan yahut da Serkan internette halflife’ı 30 dakikada bitiren bir çocuğun oyununun videosunun dolaştığını söylemişti, ben de, merak ediyordum nicedir.
Başka bir zaman, burada da sözünü ettiğim Mega64‘çülere rastlayıp, orada görüp ilgimi çeken ICO‘yu keşfetmiştim. Tanrım, o ne güzel bir oyundur öyle!
Neyse, şimdi son üç paragrafı birleştirin, oradan alacağım:
ICO’nun arkasındaki adam olan Fumito Ueda‘nın diğer oyunlarını ararken Shadow of the Colossus‘a denk geldim. İki oyun bu kadar farklı, yet, bu kadar benzer olabilir… Bu oyunları izlerken Batı’daki oyunların aslında oyun olmadıklarını anlıyorsunuz. Oyunları izlerken dedim, zira PS2’m yok, oynamaya vaktim de yok yeteneğim de, o yüzden http://speeddemosarchive.com/ adresinden merak ettiğim oyunların speedrun denilen hızlı bir şekilde oynanmış hallerinin videolarını indirip izliyorum. Optimal bir çözüm, doğrudan finish’e gidiyor. Gerçi oynayan kişi hız rekoru kıracağım diye zıp zıp oynasa da çoğu zaman, hayli izlenebilir. ICO’yla Shadow of the Colossus’u böyle izleyip Ueda Amca’nın hastası oldum. Gerçekten de sanat eseri olarak bakılmalı bu oyunlara.
Bu karmakarışık ve insanı okuma zevkinden uzaklaştıran sefil yazının sonunda, çekileyim artık efendim. Demek ki neymiş? Yazının anafikri:
Batı kafasıyla yapılan oyunlar oyun değil, sarf malzemesiiiyyyyymiiiiş!
Yan fikirler (Az evvel “anafikir” diye yazarken aklıma geldi, edebiyat dersinde böyle bir işkence vardı yahu! “Okuduğunuz metnin anafikrini ve yan fikirlerini yazınız..”)
- Yeteneğiniz ya da zamanınız yoksa oyunları oynamayınız, izleyiniz.
- Sardırıcı oyunlar basit oyunlardır.
- Düdük Makarnası.
Ekler
Busy Santa
Shadow of the Colossus
ICO