Üç kişilik bir aileyiz. Yurtdışı maceralarımız dolayısıyla birlikteliğimiz iki kere ciddi kesintiye uğradı ve tabii ki başımıza gelebilecek çok daha kötü şeyleri düşünebiliyor olsak da, dayanması çok zordu bu ayrılıklarda. Üçümüz birlikteyken kötü şeyler olmaması tercihimiz ama diyelim ki, bir uçakta koltuklarda yan yana oturuyorken noktalanmak, “dünyanın sonu değil”. Dünyanın sonunun gelmesi dahi “dünyanın sonu değil” kategorisinde, if you know what I mean. Birlikteysek her şeyi atlatabiliriz, atlatmasak bile atlatmış sayılabiliriz.
Dün, yüzümü yıkarken aklıma bu minvalde ilginç bir şeyler gelmişti: yin/yang’tan yola çıkarken türetilmiş geyikler, üzerine bolca diyalektik sosu eklenmiş şekilde… neydi ki acaba? Böyle milyonlarca klonunuz olduğunda, benliğinizi, bireyselliğinizi yitirdiğinizde, ancak o zaman ölümün anlamını yitireceği gibi bir şeydi sanırım. Galiba hatırladım: bir şeyin üstesinden gelmenin tek yolunun, o şeyi problem olmaktan çıkarmak olduğu satorisiydi. Çok zor bir şey uygulamada, kötülüğe kötülükle karşılık vermemek gibi, buram buram enayilik kokan bir şey ama tek yol bu. “Do not feed the troll.” düsturunda özetleniyor. Ama ne kadar zor, imkansız belki de çünkü bir yandan taviz/tolerans meselesi var, diğer yandan kendiniz için katlanabileceğiniz şeylere sevdikleriniz için dayanamayacağınız gerçeği.
-yine- Nereden nereye (sayın seyirciler). Şimdi bildiğiniz/bilmediğiniz üzere, Amerika’da, evanjelistler başta olmak üzere bir “rapture” gündemi var. Adamlar hesaplarını yapmışlar, 21 Mayıs’ı, yani bugünü, inananların (müminlerin) Tanrı tarafından cennete alınacağı gün olarak belirlemişler. Geride kalanlar 21 Ekim’e kadar kendi aralarında top çevirecekler, 21 Ekim’de de kıyamet kopacak. Benzer bir inanış, bildiğim kadarı ile İslam’da da var: önce Deccal (anti-christ) gelecek, insanlar hatta onu Mesih (Hz. İsa) sanacak, fakat sonra gerçek Mesih gelecek, haçlar kırılacak hatta, insanlar “ya biz ne büyük bir hata etmişiz” diye pişman olup ağlarken, kıyamet kopacak.
Dünyanın sonunu olumlu bir eylem olarak görüyorum. Mümkünse hep beraber gidelim. İnsanları (homo sapiens familyası bünyesinde) pek sevmiyorum, hayvanları uzaktan sevsem de, onlar da aşağı yukarı aynı haltlar bizimle. Popüler olan şeylere gıcık olan entelektüel ukala tiplere “hipster” deniyor İngilizce’de. İşte paşazade dinlediği grup meşhur oldu diye artık onları dinlemiyor; ilk kitabıyla birlikte okumaya başladığı yazarı artık herkes tanıyor diye beyzade artık yeni kitaplarından zevk almıyor, hıh! İşte o hipster benim. Marifet değil ama öyle. Bir şeyi herkes beğeniyorsa iki ihtimal vardır: ya o şey genel zevke aittir, yani başka bir deyişle hayli yüzeyseldir, sabun köpüğüdür; veya sembolik/kapalı bir anlatıma/anlama sahiptir, herkes kendince bir şeylere yorar, kişiselleştirir, ya da Joyce’un Ulysses’idir (farkındayım, ihtimaller üç oldu). Bir keresinde Andy ile Stephen Fry hakkında konuşuyorduk, malum, memleketlisi, benden daha iyi bilir, işte o zaman demişti ki Andy (Stephen Fry için) “psikolojik bir takıntısı var, asla kendi yaptıklarını tatmin edici bulmuyor..” – bunu teşhisi koyan bir doktor edasıyla, bilimsel bir bulguymuşçasına söylemişti. Bende de malesef kendim hakkında olmasa da, hatta şimdi fark ettiğim üzere pek de alakalı olmasa da, benzer (?) bir rahatsızlık var: ait olduğum kategorilere karşı bir yabancılık çekiyorum. Bunun -şimdiki uygulanabilirlikle- en tepedeki klasmanı olan insanlar için, işte “keşke uzaylılar gelse de bize hak ettiğimiz müdahalede bulunsa” diyorum, hatta bunun hikayesini yazmışlığım bile var (EST, “The Day The Aliens Took Over The World”), ama çok mu uzaylı-dostuyum? Yok canım, daha neler, elbette onlarda da var bizdekiler gibi pislikler. Mesela savaş suçları iki taraftaki işte böyle pislikler tarafından işlenir. Önemli olan eylem sonucunda mazlum olanlara üzülüp, eylemleri sonucunda zalim olanlara hiddetlenmek değil, yani, o da önemli ama kritik olan, koşullar elverse bile zalim olmayanlardan bir toplum oluşturmak. Öbür türlü, fil, insan, köpek, kedi, fare döngüsüne mahkumuz, hayır, bilgisayarda etkileşim koşulları tanımlayıp, (atomlar üzerinde) simülasyonlar yapan biriyim, oradan biliyorum, atomlarımız bile bu işe bu kadar batmış durumdayken, bireyleri siz düşünün.
Nerede kalmıştık? Sene 1954, Sicilya… Rapture. Herkesin kendi inancıdır, adam benim bunları yazdığım şu sırada, evinde ailesiyle oturup, ışığın onu almasını bekliyorsa, onun inancıdır, hem “kek” damgasını vurmadan önce, düşününce o kadar da dalga geçilecek bir şey olmadığı da görülebiliyor. Bu bilgisini kendine de saklayabilirdi, zira şimdi yarın sabah şayet yine yatağında uyanmış bulursa kendini, bütün dünya onunla dalga geçiyor olacak (bu arada, bahsettiğim kişi: Harold Camping) – ama eğer haklıysa, dünyada geride kalacak olanların ne dediği de umrunda olmayacak, böyle bir şey. İlla ki akla Arthur C. Clarke’nin “Tanrının 9 Milyar İsmi (The Nine Billion Names of God)” hikayesi geliyor. Orada asıl muhabbetin yanında, beklenen kıyamet gerçekleşmediğinde inananların inançlarının sarsılması bir yana, daha da güçlendiğinden dem vurulur, ki mantıksız olsa da, mantıklıdır aslında. Bir de şu ortaokul öyküsü vardır, hani kuraklık olmuş da, yağmur duası için köyün imamına / delisine gitmişler, o da “eğer gerçekten inanırsanız sağanak yağmur yağdırırım, benimle öğlen şu tepede buluşun” demiş, ama yanına gittiklerinde “siz inanmıyorsunuz” demiş, “inanıyoruz, bla bla bla” diye cevap vermişler, bunun üzerine o da “inansaydınız yanınızda şemsiye getirirdiniz” demiş, vs. vs. Bengü geçen gün Steinbeck’in “The Winter of Our Discontent”ini bitirdi, orada da alakalı bir muhabbet vamış, ben hatırlamamıştım, işte oradaki karakterin teyzesi(giller) “rapture” (Hande, Türkçesi ney? Elflerin de başına gelen bu mu LOTR’da?) geliyor diye her şeylerini dağıtmış, dağa çıkmış beklemeye başlamışlar ama beklenen olmayınca, ertesi gün koşa koşa dönüp, giden eşyalardan kurtarabildiklerini toplamaya çalışmışlar.
Bugün pazar değil ama iyi pazarlar. Hani yarın olmazsa diye şimdiden diyeyim dedim (wishful thinking, ama hakikaten hak ediyoruz). En son CERN’deki lokal karadeliklerden ümitlenmiştim, şimdi bu var, seneye Aztek 2012 gribi, ümit fakirin ekmeği…
Ahir zamanlar, bu arada sevdiğim bir deyiş, kıyametten önceki son günlere verilen isim.
o sırada bizim kültürde anahtar kelimeler: Mevlana, Şeb-i Aruz, Vuslat
Harold Camping Amerika vb. — Amerika çok acayip bir yer, yani, bu kadar kısa sürede kendimi bu kadar yabancı hissettiğim bir yerle karşılaşmamıştım.
İnanç sistemleri gerçekten çok karışık, kliseleri süpermarket zincirlerine benzettim, o kadar çok tarikat var ki, değişik “markalar” diyelim buna. Amerika’da paranın akışı ve reklamların ulaştığı boyutlar çok acayip geldi bana, tam anlatmaya yerim yok, gidip görebilsen keşke.
Şimdi bu adamla dalga geçilmesi meselesinin bir çok nedeni var. Mesela bu ikinci denemesi. Birinci denemesinde 1994 yılında isa’nın dönüşünü müjdelemişti, ve bu sayede kendi mini tarikatını epey büyüttü. Hatta medya zinciri ile birlikte epey paralar kazandı.
Bu ikinci denemede Amerika çapında 6900 küsür reklam panosu, çeşitli gezici tırlar, vb. ile hatrı sayılır bir reklam kampanyası yürüttü.
Dediğim gibi, ben din meselelerinden anlamam, ama bu kişinin web sitesine, ve geçmişte yaptığı işlere bakınca hristiyanlığın ortaçağındaki bir papaz veya psikopostan çok da farklı görmüyorum, git Roma’daki Verona’daki antik kliseleri gez, hepsinin kapısında hayal edebileceğin en korkunç sahneler, ve altında bağış için para deliği. Feodal lordluk peşindeki insanlar ve feodal çıkarlar. Bence bu kadar dalga geçilmesi hristiyanlıkta felsefe değişiminin sonucu. Yani, inanış şemsiyesi altına gömülmüş adam kaçırma mantığında işleyen din bilincinden görece uzaklaşmışlar. (merhaba, seni kaçırdık, ruhun bizde (hep bizimdi zaten), şunu şunu şunu yapmazsan ve şu kadar para vermezsen sonsuza kadar işkence yapacağız, seni çok seviyoruz, şimdi git etrafında bizden olmayanlarıda kaçırmaya başla)
rapture — Dini anlamindan haberim yoktu desem? Butun gun uyukladiktan sonra okudum bunu, ilk gordugumde “Ha, ne yirtilmis?” diye bir tepkim de oldu “rupture”la karistirdigim icin. Cidden “rapture” diye duymamistim; Austen, Dickens filan sagolsun “enraptured” diye cok duymustum. 🙂 Bunun Turkce’sine “vecd” demisler ama emin olamadim. Bi konferansta karsima ciksa aciklama yontemine giderdim herhalde. “Kiyamet gununden once Hz Isa’nin tekrar dunyaya donmesi” filan gibi. Tabii bu kadar uzun seyi nereye sikistiracagim, o da ayri mesele. 🙂
bir de… — …sordum kendime “Bugun cidden kiyamet kopacagini bilsem ne yapardim?” diye. Dun bir kitap gormustum “Yasayacak Bir Saatiniz Kalsa Ne Yapardiniz?” diye. Ayni soruyu sordum. Cevabim da ayni oldu: “Degisik bir sey yapmazdim.” (Lost’un sonunu gormeden olmeyeyim diyordum, o da bitti nasil olsa. :P)
farrakhan gelince aska! — Hayalimin izbe senaryolarindan biri de Pennsylvania’daki nese pinarinin (populer diye sevmiyorum, hipster kurali) oralarda da kadrolasma hareketlerine girisip, Farrakhancilarla birbirlerine girmesi. Amerika’da din olayi hakikaten ilginc (“ilginc” as in “korkunc”) – bizim konunun pirlerinden biri Brigham Young (Mormon) Universitesi’nden, gecenlerde oranin basket oyuncusu bir “skandal“a karisti da, o vesileyle amcanin takip ettigi dusturlar hakkinda bilgimiz oldu, kahveyi bile keyif verici madde kapsaminda ele aliyorlarmis, ele almadiklari sey olarak da karsi cinsin eli imis, tanidik geldi bu ikincisi ama kahve yahu! hoh yani!
bir ihtimal — Harold Camping’in yaptığı hesaplamaya kendisini oldukça inandırmış olduğunu alenen görebiliyoruz. Fakat bu adamın zeki bir adam olmadığını söylememiz için bir engel teşkil etmiyor bu durum. Kıyamet gibi ne zaman olacağı belirsiz bir olay için kesin bir tarih vermek pek akıl karı değil.
“Ben dört işlemi ve bazılarınızın anlamakta zorluk çekeceği bazı işlemleri yaparak 21 Mayıs tarihine ulaştım fakat yaptığım hesaplamalar kesinliği değil bir tahmini, bir ihtimali belirtmektedir. Bu nedenle herkes gereken tedbiri alsın (nasıl bir tedbirse artık) ve şu son sayılabilecek günleri iyilik yaparak geçirsin çünkü biliyoruz ki yarış son düzlükte kazanılır. Eğer tahminlerim yanlış çıkarsa bir şey kaybetmiş olmayacaksınız aksine yaptığınız iyilikler (kıyametin kopmadığını görünce iyiliklere harcadığınız zamana, paraya ve çabaya pişman olmadığınız ve yaptığınız bağışları geri istemediğiniz takdirde) yanınıza kar kalacaktır. Yaptığım hesapların doğru olamayabileceğinin altını tekrar çizmek istiyorum. Eğer kıyametin tarihini bilmemiz istenseydi yaratan bunu açık açık yazardı.” deseydi bence hem itibarını korumaya devam eder, hem de peşinden sürüklediği insanları hayal kırıklığına uğratmamış olurdu diye düşünmeden edemiyorum.
Hipster kavramı çok güzel bir kavrammış. Tam olmasa da bana da ucundan kulağından bulaşmış diyebilirim. Bu kavram biraz kendini soyutlamayı ve bir nebze de olsa anlaşılmamayı da beraberinde getiriyor ne yazık ki.
but where has the rum gone? — Benim ilk olarak Hollanda’daki ilk Paskalya tecrubem sirasinda yapmaya basladigim, o zamandan beri de her Paskalya’da artik bir gelenek olarak devam ettirdigim “baba esprileri” kapsaminda soyle bir latifem var:
“Isa geri geldiginde, diyelim ki Paskalya’ya denk geliyor donusu. Iste bakiyor, etrafinda insanlar toplanmislar, soruyor, ‘birader, niye toplandiniz?’, iste
– senin carmiha gerilisini, akabinde de tekrar gorunusunu…
– e iyi guzel de, bu tavsan kardesin olayi nedir ve dahasi bu yumurtalar ne?
– (kem kum) o tavsan, Paskalya tavsani, yumurtalarini da sakliyor, cocuklar bulsun diye..
– canim kardesim, iyi guzel de, tavsan yumurtlamaz ki? Hem bu yumurtalar niye cikolatadan?
– kahverengi diye.
– !
(dikkatli gozler suphesiz anlatimdaki Nasrettin Hoca etkilerini fark edeceklerdir, hele de yogurt golu balesi temalari pek bir keskin).
e burada bu espri pek olmuyor cunku Ispanyollar Paskalya’yi ortacag piskoposlarini bile memnun edecek sekilde acilar icinde kutluyorlar. Ku Klux Klan’cilar gibi, kukuletalari baslarina gecirip, haftalar boyunca hazirladiklari Isa/Meryem konulu arabalarini sirtlaniyorlar, guneye inildikce de kendilerini dikenli zincirlerle kanatanlara kadar gozlenebiliyor. Hanimlar da Lynch’in Dune’undaki Bene Gesserit uniformalarini donaniyorlar, cocuklar cikolata yiyemiyorlar pek, cikolatayi bulsalar da, istah & enerji kalmamis oluyor. (olayi carpitmayayim: kukuleta giymelerinin sebebi, iyilik yaparken taninmamak icinmis, yani karsiliksiz iyilik icin varmis o kukuletalar. Bu bilgiyi ogrendigimde, cocuklugumdan bir aniya erisim acildi on yillardan sonra: baba tarafindan memleketim olan Merzifon’dayiz bir kurban bayrami sabahi, bir arabada, Hikmet Amca var herhalde, sabahin korunde, fakir bir mahalleye girip, kapilari hafifce tiklatiyoruz, aralaniyor, elimizdeki paket alinip akabinde kapaniyor. Hikmet Amca acikliyor ‘ne kadar az gorunursek, o kadar sevap.’ (gibi bir sey). Isvecliler mesela, Paskalya’yi Cadilar Bayrami gibi, kostumlu parti olarak kutluyorlarmis (ve bir de kola-bira karisimi bir icecek o zamanin tipik icecegiymis). Ispanyolca kursuna gitmenin artilari.. 8)
lostie tostie — Cok dogru soylemissiniz Hande Hanimcigim, Lost’un sonunu da gorduk, Kara Kule’nin dibini de (gormez olaydik!), daha ne gerek. Ama ek olarak, ben ozel bir sey yapmasam da, su irkci esprideki irkci gibi bir ruh halinde olurdum, ve belki de onun gibi ben de bir kutu kola isterdim…
Fikra:
Bir gun ABD’de yasayan bir Meksikali, bir Afro-Amerikali (anladin sen), bir de guneyli irkci bir sise bulmuslar, siseyi acinca icinden bir cin cikmis, herkese bir dilek hakki tanimis. Meksikali:
– Ya biz burada cok zor sartlarda yasiyoruz, cok pismaniz geldigimize, ABD’deki butun Meksikalilar Meksika’ya geri donsunler..
demis ve bir anda cinin “Tamamdir” demesiyle ortadan kaybolmus. Cin sonra siyahi arkadasa sormus, o da:
– Atalarimizi buraya zorla getirdiler, o zamandan beri eziyet bitmedi, butun kardeslerimiz Afrika’ya geri donsun..
demis, ve poffff. o da gitmis. Cin, siradaki olan guneyli irkciya dilegini sorunca, adam soyle keyifle bir gerinmis:
– Bir kutu kola olsa iyi olurdu ama sart degil…
demis.
Ben cocukken Richard Pryor (bazen de +Gene Wilder) filmlerini izler, Pryor’in cok komik bir adam oldugunu dusunurdum. Meger, hem komik hem de acaip terbiyesiz bir adammis! 8) Gecen gun, efsanevi kabul edilen “Sunset Strip” sovunu izledim de, oyy oyy oy! Konu ile ilgili olarak 3. bolumun 1.10’dan itibaren izlenmesini nese ile tavsiye ederim..
hepimiz günahkarız — Fıkralar olağanüstüydü.
Şimdi düşününce, Harold Camping şöyle bir açıklama yaparsa, belki de yapmıştır, durumu toparlayabilir sanırım.
“Kardeşlerim gördüğünüz üzere bugün kimse (ben dahil) cennete alınmadı. Fakat sanılmasın ki bu durumda kıyamet kopmayacak veya benim yaptığım hesaplar yanlış aksine hesaplamalarımı dün gece tekrar kontrol ettim ve hiçbir işlem hatasını veya hiçbir eldeyi (onluk filan) unutmadığımı gördüm. Bu gösteriyor ki hesaplamalarım doğrudur ancak artık bunda sevinecek bir yan bulamıyorum çünkü tanrı hiçbirimizi cennetine layık görmedi. Kardeşlerim affedilmek için önümüzdeki beş ayı çok iyi değerlendirmemiz gerekiyor. Siz de biliyorsunuz ki bu bizim son şansımız ve başka kıyamet yok. Hepinizin bağışlanma konusunda elinizden geleni yapacağına ve en önemlisi bağışlarınızı da esirgemeyeceğine tüm kalbimle inanıyorum. God Bless Us and America”
cagimizin vebasi : hipsterlik — Efenim, hipsterlik haggaten kotu bir seyyyy… buyrunuz konuyla ilgili en favori loyloylarim:
kendime paylar çıkardım — Kendimi Emre tarafından beyzbol sopasıyla (ışın kılıcı da olabilir) kovalanan Turan gibi hissettim bir an.
İyi bir hafta geçirmeni dileyerek geyiği sonlandırıyorum. 🙂
sana sözler hazırladım.. — beyzbol sopasının kime geleceği hiç belli olmuyor, ilginç ve gerçek (=kurgusal olmayan) birtakım videolarımız vardır dost meclislerinde çekilen, yüzeye çıksa Türkiye sallanır.. 8P)
Bu hipsterlık derin bir mevzu, insanın ne kadar boş bir şey olduğunu bile bile yine de üstünden atamadığı bir şey (benzer minvalde sigara, cips ve nefes almak örnek gösterilebilir). Internet çıktı, mertlik bozuldu, süper oldu ama onun da bir çaresini buldum (kendimce), bir ara bir pazar vesilesiyle yazarım artık(ın).
Konu ve doğrudan bağlantılı altkonu olan “kolleksiyonculuk” üzerine iki tane harika, başucu kaynağım vardır, güzel yazılardır (wired’ınki çok daha güzel bu arada, kısa diye avclub’a önce takılacakların dikkatine! ;), tavsiye ederim, çıktılarını alıp, bir yakadan bir yakaya geçerken vapurda okunmak üzere idealdirler mesela.
Patton Oswalt, wired magazine, “Wake Up, Geek Culture. Time to Die“
Keith Phipps, avclub, “You can have it all. But should you?: Confessions of a recovering, and occasionally relapsed, completist“
?? — Ne, ne, n’oluyor, niye kovalandim ben simdi? 😛 Ayrica video filan hatirlamiyorum ben; varsa imha edin oyle seyleri, yeni bir kaset skandalini daha kaldiramaz bu memleket.
Muhabbete gec ama inekce bir giris yapiyorum hemend: Efendim, ‘rapture’in sozlukteki ilk anlamina “a feeling of intense pleasure or joy” diyor, bizdeki ‘vecd’ bunun karsiligi olsa gerek. (Basinizin vecd ile yukselerek arsa degmesi uzerine soylenenler artik anlamli geliyor mu?) Rapture’i San Antuan (dogru mu yazdim?) ahalisine filan bir gidip sormak lazim, adamlar Turkce dua ediyorlar sonucta. (Gunun igrenc esprisi: Sen Antuan’san disari cik ulan!)
Bir de bir tespit yapayim kapatmadan: Bence insanlar biraz da hayatlarinda aksiyon istedikleri icin sariyorlar boyle kiyamet fikirlerine. Yani dusunsenize, bir yanda hayatinda kayda deger hicbir sey olmadan olup giden binlerce kusaktan biri olmak var, ote yanda ise Deccal’i goren, Isa’ya n’aber diyen, illa Clark’dan konusacaksak ‘lords of the last days’ olmak var. E hangisini secerdiniz siz?
Bir deeeee… — Bir de bu ‘Isa donse ne olurdu?’ hikayelerine/esprilerine deginip de Dostoyevski’nin Buyuk Engizisyoncu’sunu soylememek olmaz tabii. Soyledik, oldu.
bir deeee 2 — Ustune de soyle bol kaymakli “Hepimiz onu bekliyoruz“, oh oh, tadindan yinmez..
(kahve niyetine de: Oguz Atay, Tutunamayanlar (epigraf’a ilk ekledigim metin olmus bu arada, kendimi takdir ettim))
bir hipster var bende benden içeru / koçari kimin yaru — Ne olur, ne olmaz?, diye şövalye zırhımı parlatıp kolay ulaşabileceğim bir yere yerleştirdim ve gardını almayla ilgili basit egzersizler yapmaya başladım. Hazırlıklı olmak iyidir.
Tavsiye yazıları da okudum. Wired’daki kısa filmi de beğendim. Pazarı bekliyorum gözlerim kapalı.