Kitaplar ve Nargileler

Jonathan Ames’in Wake Up, Sir!ünü bitirdim. Bu kitaptan yaptığım hayli uzunca alıntılara ise buradan erişebilirsiniz. Özellikle alıntının başındaki kavga sahnesi, Old Boy’daki hastası olduğum kavga sahnesine bile taş çıkartacak doğallıkta. Kitap, I Pass Like Night kadar iyi olmasa da, yeterince iyiydi, The Extra Man‘i de böylelikle okuma listeme almış bulunmaktayım. Bu kitabın ardından, Sezen’in ve Hande’nin önerileri doğrultusunda, Truman Capote’nin Grass Harp‘ını okudum. Kitabı okurken aklıma Harper Lee’nin Bülbülü Öldürmek romanı geldi (sanki başka kitabı var da! Aklıma hangisi gelecekse!). Aslında doğal zira iki yazar da güneyde sanırım aynı bölgede yaşamışlar / yaşıyor. Bu Capote furyasında da ikisinin dost olduklarını öğrendim (ayrıca Harper Lee’yi Catherine Keener‘a oynatmışlar ki, taa 1995’te Living in Oblivion‘ı izlediğimden beridir hastasıyımdır kendisinin..). Grass Harp’da da anlatıcı bir çocuk ve anlatımdaki naiflik gerçekten çok başarılı. Kitaptaki karakterler o kadar iyi işlenmiş ki, bu kitabı sanki bir ön öyküymüşçesine değerlendiriyorsunuz, ya da prequel değil de, şöyle oylumluca bir romanın ardından 10 – 15 sene sonra geliveren bir sequel olarak… Salinger yapar bunu (bkz. Franny ve Zoey’in Franny kısımcığına off of!).

Haruki Murakami / Wind-up Bird Chronicle 1994-95Grass Harp’ı bitirdikten sonra, fazla vakit kaybetmeden Haruki Murakami’ye başladım. Vaktiyle Owen ve fkk övmüştü Murakami’yi. Norwegian Wood‘u es geçip -ki en çok o kitabı tanındığından belki de ondan başlamalıydım- The Wind-Up Bird Chronicle‘a daldım. Ne yalan söyleyeyim, öyle ahım şahım gelmedi bana pek. Jonathan Ames’in Wake Up, Sir!‘ünün espriden hayli yoksun hali. Yazarın eteğinde bir sürü taş var, ufak tefek hikayeler ve bunları birbiri ardına sıralıyor.

Açıklama mahiyetiyle bir örnek vermek isterdim fakat bundan 3 sene evvel bir örnek verdiğimde başıma şöyle şöyle bir iş gelmişti – tam ben bunları yazarken laboratuvara bir asistan girdi, dediğine göre bölüme yeni atanmış ve bilgisayarına bir bakmamı istiyormuş, “Canınızı fazla sıkmak istemem, bölüme asistan olarak alınmam da hayli olaylı oldu aslına bakarsanız..” dediğinde, kendisinden bu sorunlu kabul merasimini anlatmasını rica ettim. Şöyle dedi: “bla blabla bla…”. Bense o sırada bana vaktiyle Sevgili Bülent Hoca’mın vermiş olduğu bilgisayara Visul Studio.NET yüklemekle meşguldüm. Bülent Hoca’dan 3 sene önce seçmeli olarak Crystal Growth dersi almıştım ve o dersi alırken, hiç unutmuyorum, Yüzüklerin Efendisi’nin film müziklerinin de olduğu bir sunum yapmıştım ve bu sunumda da başıma şöyle bir şey gelmişti..

Yani… 8) JKR bile HP’de bir şeyi kullanmak için şöyle bir bahsettikten sonra en azından bir kitap bekliyor… Bu kitabı okuyup, ardından bir de Norwegian Wood’la kendisine bir şans daha vereceğim ama sonrası kesinlikle sevgili Murakami-San’a kalmış… 8P

Böyle böyle.. Bir de eğer pek işiniz yoksa şuraya bir bakın, ilginç olmuş amcanın kitap ile ilgili söyleyip yaptıkları.. Kitabın kapak resmini ararken buldum (ah biz erkekler ve images.google.com sonuçlarındaki zaaflarımız!)

Hamiş : Mesajı yolladıktan sonra başlığa bakınca nargile meselesini gördüm; yazmayı unutmuşum: Özellikle Jonathan Ames’i Tömbeki’de oturup okuyordum (Tömbeki’de yoğun şekilde okuduğum bir diğer kitap da Homeros’un İlyada’sıdır, yazarken hatırladım). İlkin bir cuma günü gittim, ardından pazartesi günü yine oradaydım, salı günü de kendimi yinegene orada nargile içer halde bulunca bunun da suyunu çıkarmayı başardığımı fark edip, kendimi tebrik ettim ve bir müddet de nargile içmekten men ettim… Şimdi ara ara içiyorum ve bu kaçamaklardan doğal olarak bir guilty pleasure duyuyorum. Cuma günleri büyük ihtimalle beni orada dumanlanırken görebilirsiniz. Evet, bu da nargile kısmıydı, artık gönül rahatlığıyla bu girişi sonlandırabilirim..

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir