Barthes vaktiyle (S/Z’de) demişti ki “bir hadım hikayesi, bedeli ödenmeden anlatılamaz” (ya da öyle bir şey, ezberden yazıyorum). Şimdi tabii çok alakalı değil ama geçen gün Emekli Albay Emre S. Nişasta Paşa’ya cevap yazarken Sanat Güneşi’mizden bahsedince, aklıma düştü, yazmasam olmaz.
İşte, geçen gün Zeki Müren gözlüklerimi takınca fark ettim ki, aslında iyiliğin ne olduğunun, ne yaparsak iyilik olacağının epey farkındayız, dahası imkanlarımıza göre ne kadar iyilik yapabileceğimizi de pek âlâ biliyoruz efendim (‘r’lerin üstüne basa basa okunacak, lütfen, lütfen). Bizde bir kurum (kurum derken olgudan bahsetmekteyim) var ki, tam olarak bu prensipler üzerine çalışıyor: adak kurumu.
Çok sık olmasa da -çok şükür- başım sıkışınca adak müessesini (kurumun Arapça’sıdır kendisi) devreye sokuyorum, şimdiye kadar çok faydasını gördüm. Bir tanıdığımız Muğla’da okurken, öğrencilerin ders geçme adaklarına istinaden oralarda bol bol hayrına lokma döküldüğünü anlatınca* oraya geçiş mi yapsam diye düşünmedim değil (zira, “lokma” öyle feyk çıkan, hevesinizi kursağınızda bırakan tuzlu pişi olarak değil, bizatihi de şerbetli topçuklar olarak vuku buluyormuş orada! – yanlış anlaşılmasın, pişiye de hiçbir itirazım yok ama lokma niyetiyle gidip pişiyle karşılaşınca hayalkırıklığı kaçınılmaz oluyor haliyle!).
Bol bol adakta bulunmalıyız, win/win durumu gibi (“You cannot petition the Lord with prayers!” diyen Jim Morrison’ı boşverin şimdi). Hatta gerçekleşirse, full, gerçekleşmezse yarısına da kefil olmalıyız. Ya sonuçta bir iyilik vaad ediyoruz, daha ne olsun! Adak işi benden tam onay aldı: scalable (sonuçta kendi imkanlarınız doğrultusunda ödülünüzü beyan ediyorsunuz), transferable (sizin adağınız faydalanan kişiler de bunun bilincinde olup, kurumun işliyor oluşunun farkındalığında, onlar da bu kuruma yatırım yapmaya eğilimli hale geliyorlar), sustainable (getirisi yüksek ve tekrarlanabilir, kendi kendisini finanse edebiliyor) (diğer buzzwordlerimiz: green energy, AI, kuantum kompütır ve nanoteknolojiyi kullanamadım, bir sonraki girişe artık nasip kısmet).
Bir deneyin, memnun kalmazsanız adağınız iade (kendi içinde garantili!). Çocuklara, öğrencilere bir şeyler alın, çoktandır aramadığınız bir arkadaşı/akrabayı ziyaret edin, sosyal medyada olumlu bir yorumda bulunun, siz benden daha iyi biliyorsunuz iyiliğin ne olduğunu! (kesin bir bilgi olmasa da, dileğinin gerçekleşmesini beklemeden adağını yerine getirenlerin dileklerinin gerçekleşme olasılığının daha yüksek olduğu bilimsel olmayan çalışmalarla gösterilmiştir, referans yok. 8)
Emre S. Tren & sizleri seven, aydaki adam: Zeki Müren.
* Keza, bir seferinde, İzmir’li bir arkadaş (Sercan Ş.) da “siz lokmayı parayla mı alıyorsunuz?” demişti de, ben şok şok şok olmuştum!