sevgilim sevgilim
kuzey sanrısı gibidir
geceyi beşe filan böler
sonra ayılar hüzünden ölmez
sevgilim sevgilim
açlıktan ölür onlarT. Uyar, “Aramızdaki” şiirinden detay.
Buraya şu resmi koymanın tam vakti:
Claude Sautet, “Ayazda Bir Yürek”ten detay.
Akşama doğru Bilbao’ya indim, barik kartım hala çalışıyormuş, kontürü bile varmış, havaalanı-şehir otobüsüne yetiştim. Gehry’nin kırmızı köprüsü tadilattaydı, Puppy’nin kulübesi aynı bildiğiniz gibiydi, hepinize selamı var. Odama girip bavulu bırakır bırakmaz markete doğru yollandım, malumunuz yarın pazar, her yer kapalı. Market alışverişinin yanısıra, Vegafina Perla’ları cebime indirip (bu arada, İspanyolcam yerinde durmuş gibi gibi: derdimi gayet net anlatabiliyorum ama tütüncü teyzeye de itiraf ettiğim üzere “konuşabiliyorum fekat anlayamıyorum” 8), otele geri yollandım. Sabah saat 5’te maceraya atılmış olmamın da etkisiyle epeyce yorgundum, bir film açayım dedim, ne zamandır Per Fly’ın Danimarka üçlemesinin (Bænken (2000) – Arven (2003) – Drapet (2005)) ikinci filmi olan Arven/Inheritance/Miras’ı izlemek istiyordum, kısmet bugüneymiş. Başrol oyuncusu Ulrich Thomsen, Anders Thomas Jensen’in mis filmlerinde sevip bağrımıza bastığımız arkadaştı, dramadaki yeteneğini de gördük (şov yaptı, şovvvv!). Anders Thomas Jensen de şu arkadaş bu arada:
(ben ucundan Emren’e benzetirim hep bu pozunu, aslında benzemez bilirim ama öyle işte. Ayrıca Kara Kule’nin senaryosunda da katkıda bulunmuş, daha ben ne diyeyim — Adamlar ve Tavuklar hezimetinden sonra böyle bir bombaya ihtiyacı vardı şahsi görüşüm olarak. Ne diyecektim, tamam, zaten Per Fly’ı da Emren sayesinde öğrenmiş idim)
O konuya (Arven) geçmeden evvel, “vaktiyle” az canımı yakmamış olan Ayazda Bir Yürek, Emmanuel Beart fotoğrafının anısını da paylaşayım. İşte Arven’in sonunda Christoffer oturduğu bar masasından Maria’ya Stephanvari öyle bir bakış atıyor ki; öncesinde Maria Camillevari öyle bir sarsılıyor ki, Melih Cevdet’in “Anı” şiirinde demesiyle (o uğursuz günü bir başka kara gün üzerinden öngürürmüşçesine ki, hemen her sene dayanamayıp anarım, bu sene yapmayacağım, yarın yazmayacağım) “Bir çift güvercin havalansa / Yanık yanık koksa karanfil / Değil bu anılacak şey değil / Apansız geliyor aklıma” gibi bir anda bakıverdi işte Camille arabadan, Stephan ona bakmıyorken (TM).
Bahar bahsetmişti bir şekilde diye hatırladım, biraz aradıktan sonra buldum, “like etmiş”:
Gençliğimde Rahmi Koç’la yapılmış bir röportajı okurken, bir soruya verdiği cevap hep aklımın bir köşesinde kaldı (aradım bulamadım, aklımda kalan mealini yazacağım, doğruluğunun garantisi yok) “insanlar zenginlerin her istediklerini yapabileceklerini, yiyebileceklerini düşünüyorlar, yok öyle bir şey, sonuçta beslenmeme, sağlığıma dikkat etmek zorundayım, düzenli tenis oynuyorum… (filan filan)”. Evet, burjuvazi, ah o burjuvazi, burjuvazinin gizli çekiciliği (bakın bir taşla hem Fransa’ya (Le charme discret de la bourgeoisie), hem İspanya’ya (Luis Buñuel), hem de “Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği”ne gönderme yaptım, ne kadar övünsem azzz! (gagoz)!), burjuva ahlakı vs… Ama yalan mı, onların da sorunları var (tamam, vurmayın!). Per Fly da buradan vuruyor bu filmde (Arven). “Biz iki kişiyiz, ama diğer yanda 900 kişinin hayatı/geçimi söz konusu” lafı biraz zorlama olmuştu ama olsun o kadar, benden yıldızlı pekiyi ile geçti film.
Bugün bir şey ararken (Düşes “If you come to visit Ephesus…” diye başlayan ama o noktadan sonrasının bu içerikle alakası olmayan bir tweet’i retweet eylemiş, oradan aklıma:
Girne
İçine girme
Girersen eylenme
Eylenirsen evlenme
Evlenirsen döllenme
Döllenirsen çocuk etme
Çocuk edersen evlendirme.
tekerlemesi gelmişti, oradan da şimdi hatırlayamadım, Yumurta’nın eski sevgiliye dair filmde birazı verilen ama arka planda gümbür gümbür parçalayan diyaloğu çağrışım yaptı, hem oradaki fotoğraf da güzeldir (hüzünlü şarkılar gibi güzel diyelim):
Neyse, sonuçta, Yumurta, Arven, ve Ayazda Bir Yürekkk. Hâlâ.